“YARIN ELBET BİZİM; EBET BİZİMDİR!”

YAZAR : Hadi ÖNAL hadional23@gmail.com

İnanç ve îman; insanı ve insanlığı, mutluluğa ve huzura taşıyan iç güzelliklerdendir. İnsanın hemcinsleri ile olan münasebetleri, bu iç güzelliklerle bezendiği ölçüde mükemmelleşir. İlişkiler mükemmelleştiği oranda da yaşanılan dünya cennetleşir.

İnanç ve îman; insanın yaratılış amacına, dolayısıyla güzele ve güzelliklere yürümesini sağlar. Her şeyin zıddı ile kāim olduğu kâinatta, inanç ve îmânın zıddı var mıdır?

Elbette olacak.

İnancın ve îmânın zıddı, küfürdür. Türkçemizde bir anlamı da kötü, çirkin söz olan küfrün, İslâm inanışında karşılığı, inançsızlık ve îmansızlıktır. Küfür; Allâh’ın varlığını, birliğini, peygamberlerini, kitaplarını ve din gününü / âhireti inkârdır.

Küfür, dün vardı; bugün de inançsız ve îmansız kişiler tarafından varlığı devam ettirilmektedir. Beyni çirkinliklere tapulu; kalbi kire, kine ve kötülüklere kiralı; inançsız mahlûklar; şeklen insana benzemelerine rağmen, îman ve inanç güzelliklerinin sırrına mazhar olamadıkları için mütemadiyen bu değerlere ve bu değerleri yaşayan ve yaşatanlara saldırırlar. Başkalarının inançları ile alay etmek, aşağılamak; başkalarının inandıkları değerleri küçümsemek, horlamak; aslında kendi küçüklüklerine, çirkinliklerine, aşağılıklarına, âcizliklerine kılıf aramak çabasından başka bir anlam taşımaz.

Geçen yüzyılın sonlarından başlayarak günümüze uzayan zaman diliminde sistemli bir biçimde İslâm inancına ve;

“Ey insanlar! Ben sizin hepinize, Allâh’ın; emirlerini tebliğ ile görevlendirdiği, ilâhî hükümleri icraya, imara, dünya düzenini kurmaya, sağlamaya memur ettiği tek yetkili Rasûl’üyüm.

Ey insanlar! Kanlarınız, canlarınız, yaşama hakkınız, mallarınız, namuslarınız, haysiyet ve şerefleriniz, vücut bütünlüğünüz Rabbiniz’le buluşacağınız güne kadar bu ayınızda, bu beldenizde, bu gününüzün saygıya, korunmaya lâyık olduğu gibi, saygıya ve korunmaya lâyıktır, dokunulmazdır.

Benim sözlerimi iyi dinleyin ki, izzet ve şerefle huzurlu yaşamaya devam edesiniz. Sakın haksızlık yapmayın ve zulmetmeyin. Sakın baskı, zulüm ve işkenceye âlet olmayın. Sakın zulme boyun eğmeyin. Haksızlığa rızâ göstermeyin.” diyen Peygamberimiz Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e saldırılmaktadır.

Peki, neden?

Kimler ve niçin saldırmaktadırlar?

Dünyanın bugünkü durumuna bakın, bu sorunun cevabını bulursunuz.

Kinin, kirin kalpleri kararttığı; kanın ve gözyaşının oluk oluk akıtıldığı; insanın ve insanlığın köleleştirildiği, maddenin ilâhlaştırıldığı, sevgisizliğin ve seviyesizleşmenin tavan yaptığı günümüz dünyasında bütün bunlara sebep olanlar kimlerdir? Bütün bu çirkinliklerin, vahşetin devamını kimler istemektedir? Bakın, bakın! İşte orada küfrü, orada yüce Peygamberimiz’e dil uzatan zavallıları görürsünüz. Orada bu zavallıları, bu terbiyesizliği ve çirkinliği bir biçimde koruma altına alanları görürsünüz ve orada bütün bu soruların cevabını bulursunuz.

İslâm’a, o müstesnâ dîne, o dînin Peygamberi, insanlığın rehberi ve mutlak önderi Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e bu denli saldırının temellerinde; İslâm’ın insana ve insanlığa verdiği değerler yatmaktadır. Bu çirkin ve menfur saldırıların temellerinde her geçen gün yücelerek yüreklere nakşedilen İslâm’ın yükselişi vardır. Bu çirkin ve menfur saldırıların temellerinde kalbi ve kafası ile maddenin kölesi insancıklar ve şirket devletlerin kan ve emek emen vampirliklerine son vermek üzere dalga dalga gelen; insanı, insanca kucaklayan nûrun korkusu yatmaktadır.

Yarasalar, ışıktan rahatsız olurlar bilirsiniz. İşte geceyi, karanlıklara bürünmeyi, küfrü seçenler tıpkı yarasaların ışıktan rahatsız oldukları gibi İslâm güneşinin kalpleri aydınlatmasından korkmaktadırlar. Öyle ya insana eşref-i mahlûkat unvanı kazandıran İslâm güneşi ya dünyaya hâkim olursa?!. O zaman ne sömürülecek ülke ne de mankurtlaştırılıp köleleştirilecek beyin kalır. İşte bütün korku budur.

Küfrün, Peygamber Efendimiz Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i hedef seçmesi tesadüfî değildir. Çünkü İslâm, Kur’ân-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye ile vücut bulmuştur. Bizler; Allâh’ı, dîni, îmânı, sevgiyi, âhireti ve ibâdeti bu iki kaynaktan öğrenmekteyiz. Peygamberimiz’e yöneltilen bu saldırılarla müslümanların inanç temelleri sarsılmaya çalışılmaktadır. Amaç çok yönlü ve şeytanîdir. Bir taraftan İslâm’ın yüce değerleri ve peygamberi alay konusu edilecek, diğer taraftan bu çirkin saldırılar karşısında bir şekilde durmaya çalışanlar kınanacak. Bu arada da provokatörlerin mârifetleri ile İslâm, şiddet dîni olarak gösterilecek. Böylece de gerçek şiddeti ve vahşeti uygulayanların, uygulatanların, İslâm’ı kuşatan «tek dişi kalmış canavarların», canavarlıkları da gözlerden gizlenecek.

“(Rasûlüm!) Biz Sen’i ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (el-Enbiyâ, 107) âyet-i kerîmesine mazhar olan yüce Peygamberimiz’e karşı yapılan hakaretleri, bir-iki kişinin sapıklığı diye geçiştirmek mümkün değildir. Zehirli ot, ortamında yeşerir. Zehirli otun yeşermesi için her türlü ortamı hazırlayan, onu sulayan, besleyerek büyütenler, dal budak salmasını sağlayanlar da en az zehirli ot kadar suçludur. Otluğun, terbiyesizliğin ve küfrün sanatı olmadığı gibi korunması da olmaz. Şeytanın insana ve İslâm’a karşı başlattığı bu savaşın affı yoktur. Yer yuvarlağında milyonlarca insanın inancı ile alay edilecek, mukaddesleri sanat kisvesi altında karikatürleştirilerek veya filmleştirilerek aşağılanacak; sonra da inancı ile alay edilen milyonlara; «Niçin tepki gösteriyorsunuz?» diye sorulacak öyle mi?

Bütün bu olanlar, İslâm dünyasını birbirine daha çok kenetlemelidir. Provokatörlerin oyununa gelmeden, taşkınlığa ve İslâm’ın yasakladığı fiil ve davranışlara yer vermeden yapılanları ve yapılmak istenenleri lânetlemek, tel‘in etmek, kınamak elbette olacaktır, olmalıdır.

Yeter mi?

Yetmez.

İslâm’ın yüce değerlerine ve İki Cihan Serveri Peygamberi’ne karşı yapılan bu aşağılık hakaret, cezasız kalmamalı ve tekrarlanmamalıdır. Onun için de sapıklığı ve sapkınlığı koruyan ve kollayan ülkelere anladıkları dille ders verilmelidir. Onların anladıkları dil ise madde ve güçtür.

Onun için İslâm ülkeleri güçlü olmak mecburiyetindedirler.

İslâm ülkeleri öncelikle ve özellikle kendilerini inançlarına hakaret edenlere sömürtmemelidirler. İslâm’ın, o yüce dînin emirleri doğrultusunda hareket ederek çok çalışmalı, üretmeli, ekonomik olarak güçlenmelidirler.

İslâm ülkeleri, Kur’ân-ı Kerîm’e ve Peygamberleri Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sünnetine daha çok sarılmalıdırlar.

İslâm ülkeleri, İslâm’ın sevgi, rahmet ve kardeşlik dîni olduğu şuurunda hareket etmelidirler. İnsanı Yaratan’dan ötürü severek; hakkı, adaleti, doğruyu ve doğruları İslâmî bir duruşla haykırarak; birlik, dirlik ve dirilikle İslâm’a yakışır vakur adımlarla;

Yarın elbet bizim, elbet bizimdir!
Gün doğmuş, gün batmış ebet bizimdir! (Necip FAZIL)

diyerek ilerlemelidirler.