Aklı, Sarhoşluktan Korumak… -5-*
YAZAR : Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com
SARHOŞ HEZEYANLARI
BENLİK VE KİBİR SARHOŞLUĞU
Sarhoşluk; kişiyi büyük ve mutlak hakikatlerden perdeleyen, o gerçeklere karşı şaşı, bulanık bakar bir hâle getiren ve farklı bir odağın etrafında uyuşturan bütün hâllerdir.
Meselâ; mal, servet ve makam-mevki sarhoşu; öleceğini unutmuşçasına bir kibir, cimrilik ve sefâhate dalabilir. Mevki sarhoşu; «kendisine hesap soran yok» diyerek zalimleşebilir.
Firavun; «Ben sizin en ulu rabbinizim!» diyecek kadar (en-Nâziât, 24) kendinden habersiz, şaşkın bir hâle gelmişti:
Dev aynasında yalan aksi seyreder Firavun!..
Kibirle kendine -hâşâ ki- tanrı der Firavun!.. (Tâlî)
Hazret-i Mevlânâ seslenir:
“Varlık ve benlik, insanı adamakıllı sarhoş eder; aklını başından, utanma duygusunu gönlünden alır. Şeytan, bu sarhoşluğa kapıldı da; «Âdem niçin benden üstün olsun; bana reis olsun?» dedi ve lânete uğradı.”
Kur’ân-ı Kerim, varlığına, güç ve kudretine aldanmanın, bunun sarhoşu olmanın çeşitli misallerini vermiştir:
“Onlar, yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin âkıbetlerinin nice olduğuna bakmadılar mı? Ki onlar, kendilerinden daha güçlü idiler; yeryüzünü kazıp altüst etmişler, onu bunların (Kureyşlilerin) imar ettiklerinden daha çok imar etmişlerdi. Peygamberleri, onlara da nice açık deliller getirmişlerdi. Zaten Allah onlara zulmedecek değildi; fakat onlar kendi kendilerine zulmetmekteydiler. (er-Rûm, 9)
Meselâ Semûd kavmi, inşaat teknolojileriyle sarhoş olmuştur. (el-A‘râf, 74)
Firavun; devrin süper gücü olan Mısır hükümranlığıyla, Nil’in bereketiyle sarhoş olmuştu. (ez-Zuhruf, 51) Öyle ki, tebaasının inanmak için bile onun iznini alması gerektiğini düşünüyordu. (el-A‘râf, 123; Tâhâ, 71; eş-Şuarâ, 49)
Nemrut, Fırat ve Dicle havzasının serveti ve bunun kendisine sağladığı kudret ve otoriteyle sarhoş olmuştu. Öyle ki; hapisteki bir kişiyi affetmek veya idam ettirmekle, ona hayat verdiğini ve onu öldürdüğünü düşünüyor, bunu tanrılığının bir delili sayacak kadar ahmaklaşıyordu. (el-Bakara, 258) Yakma cezası vermeye kalkması, yine onun taşkınlığına bir misaldir. (el-Enbiyâ, 68)
Cenâb-ı Hak, bu kavimleri helâk ederken de mesajlar vermiştir. Taş işçiliğiyle övünen bir kavim; taşlarla, kayalarla, depremlerle değil sadece sesle, bir sayhayla helâk edildi.
Nil ile şımaran Firavun hanedanı, suda boğuldu. Hor gördükleri İsrailoğulları sebebiyle perişan oldular.
Parayla şımaran, kalbini bir kasa hâline getiren Kārûn; tıpkı bir define sandığı gibi toprağa gömüldü.
İnsan canına sinek kadar kıymet vermeyen Nemrut, burnundan giren bir topal sinek sebebiyle helâk olup gitti.
Bunlar şüphesiz, sonrakilere ders olacaktı.
Fakat…
Kureyşlilerin ekseriyeti de; asaletlerine, servetlerine, güçlerine güvendi. Bu yolda şımarıkça, taşkın hareketlerde bulundular. Zulüm, alay, hakaret, iftira…
Son asırlarda batı dünyası; ilâhî nöbet değişimi ve kader icabı galebe çalmakta ve siyasî, ekonomik ve askerî başarı ve fırsatlara erişmekte. Bunu, kendi meziyet ve üstünlüklerinden zannederek iyice şımarmakta, daha bir küstahlaşmakta.
Günümüzde de, müslümanların zoraki rakip hâline getirilip, dövülmek istendiği medeniyetler çatışmasında; maddî ve teknik güçle şımaran batıdan böyle sarhoş hezeyanları yükselebiliyor. Yegâne medeniyetin, batı “uygarlığı” olduğu, diğer medeniyetlerin geride kaldığı gibi hezeyanlar… İslâm’ı, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i küçük düşürmeye çalışan ahlâksızlık ve had bilmezlikler…
Devrimizde, genellikle bu saldırı tarzı, eğlence sektöründe görülüyor.
EĞLENCE SARHOŞLUĞU
Salman Rüşdi, bir roman yazarı… Teslime Nesrin hâkezâ… Danimarka’da ve Fransa’da karikatüristler… Şimdi Amerika’da sinema alanına sıçradı… Çok geniş ve aşırı özgür bir saha olan internette, sadece saldırı ve hakaret için açılmış nice site var.
Eğlence sektörü;
Televizyon, sinema, tiyatro, müzik ve internet alanları, cep telefonundan dev ekranlara, sırf eğlence için milyonlar dökülerek hazırlanmış stat, festival alanı vb. yerlere dev bir mesele…
Bu koca sektör ne ile meşgul?
Haram olan her şeyle… Fuhuş, açık-saçıklık, içki, uyuşturucu ve mukaddesâta saldırı…
«Dalmak, dalıp gitmek» mânâsındaki «Havz» fiili, Kur’ân lisânında eğlence sarhoşluğunu ifade için kullanılmakta. (et-Tevbe, 65, 69; el-En ‘âm, 68, 91)
“(Ey münafıklar! Siz de) sizden öncekiler gibi (yaptınız). Onlar sizden kuvvetçe daha üstün, mal ve evlâtça daha çok idiler. Onlar (dünya malından) paylarına düşenden faydalandılar. İşte sizden öncekiler nasıl paylarına düşenden faydalandıysalar, siz de payınıza düşenden faydalandınız ve (bâtıla, küfre, eğlenceye, sefâhata, fısk u fücûra) DALANLAR GİBİ SİZ DE DALDINIZ. İşte onların amelleri dünyada da âhirette de boşa gitmiştir. Ve onlar ziyana uğrayanların kendileridir.” (et-Tevbe, 69)
Müddessir Sûresi, 45. âyette, âhirette cehennemliklerin ağzından, azâba dûçâr oluşlarının sebeplerinden biri olarak, bu «dalıp gidiş» söylettirilir:
“(Bâtıl sözlere) dalanlarla beraber biz de dalardık.”
Ülkemizde maalesef Tanzimat’tan beri süren; eğitimdeki, siyasetteki, matbuattaki, medyadaki yanlış uygulamalar sebebiyle mâneviyatsız nesiller yetişti. İnternette forum, sözlük ve benzeri yerlerde kısa bir tur yapanlar, Amerika’da, Danimarka’da, Fransa’da yapılan Peygamberimiz’e saldırıların yerli, münafık karşılıklarının çoğaldığına da şahit olacaklardır.
Belki bunların bir kısmı, dindar anne-babaların çocuklarıdır. Böylelerinin anne-babaları, evlâtlarının yazıp çizdiklerini görüp; “Oğlum / kızım, ne yapıyorsun sen?” dese herhâlde alacakları cevap şu olacaktır:
«Biz sadece eğleniyoruz!»
Medine’de münafıklar da böyle yaparlarken yakalandıklarında aynı savunmaya sığınırlardı:
“Eğer onlara, (niçin alay ettiklerini) sorarsan, elbette, biz sadece LÂFA DALMIŞ ŞAKALAŞIYORDUK, derler. De ki: Allah ile, O’nun âyetleriyle ve O’nun peygamberi ile mi alay ediyordunuz?” (et-Tevbe, 65)
Âyetin cevabı hürmet ve heybete davet hâlindedir. Dînî duyguların; saygı ve hürmetle, haşyet ve heybetle muhafaza altına alınması îcab eder.
Bizim ecdadımız, batıda, dînine ve Peygamberi’ne, doğuda da, ashâb-ı kirâma sövdürmemek için büyük gayretler ortaya koymuştur. İran’la yapılan muâhedelerde bu mücadelenin yansımaları vardır. Son asırlarda, Avrupa’da sahnelenmek istenen İslâm’a düşmanlık ihtivâ eden tiyatro oyunlarına diplomatik müdahalelerimiz meşhurdur.
Günümüz toplum mühendisleri, bir adımla birkaç hamleyi hesaplıyorlar. Peygamberimiz’e yapılan sistematik saldırıların bir hedefi de, «alıştırmak»tır. Mukaddesâtın; modern, serbest fikirli (!) yetişen müslüman nesillerce artık can pahasına korunmaması, saldırıların kanıksanması isteniyor.
Mukadderâtına hükmetmek istiyordu hasım,
Mukaddesâtına küfretmek istiyordu hasım,
Bugün değişti mi dâvâsı, bir düşün bakalım? (Tâlî)
İbâdetten en uzak insanlarda dahî dînin heybeti ve hürmeti bâkî kalır. İbâdet nâmına sadece senede bir kere evinde Kur’ân okutan aileler bile; Kur’ân okurken başlarını örtme, bibloların üzerine örtü serme, saygıyla oturma gibi davranış içerisine girerlerdi. «Girerlerdi» diyorum, çünkü hürmet, âdâb, saygı duygularımız üzerinde çok aşındırma faaliyeti yapıldı.
Bu sistematik saygısızlıkları ne takip ediyor? Bunlara İslâm dünyasında gösterilen sert tepkilerin eleştirilmesi, ekranlardan yapılan îtidal çağrıları… Alışıp gidelim istiyorlar. Biz de dalıp gidelim. Dînî duygularla tepki göstermeyi terk edelim.
Hâlbuki tepkili olacaksak, etkili de olmalıyız; reaksiyonlarımız, kalıcı, tesirli aksiyonlarımızın gücüne bağlı. Yanıp sönen infialler değil, adım adım ilerleyen faaliyetler göstermeliyiz.
Ekim ayında açıklanan geniş kapsamlı bir araştırmaya göre; Türk insanında, toplumda sergilenen dîne, ahlâka aykırı görüntülerden rahatsızlık duyma yavaş yavaş azalıyor. Araştırma sahipleri bunu sevinçle; “Bireyselleşiyoruz, kentlileşiyoruz!” diye kutluyorlar.
Hâlbuki; dînimizde iyiliği tavsiye, kötülükten alıkoymaya çalışma, bir kötülük gördüğünde müdahale etme, hak (adalet, doğruluk, dürüstlük), merhamet ve sabır gibi değerleri birbirine tavsiye etme gibi sosyal vazifeler de var.
Eğlence sarhoşu; eğlence, oyun gibi masum şeylerin içine, ciddî şeyleri katar. Dizi çekmek ve seyretmek, basit, eğlencelik bir şeydir. Neticede roldür, oyundur. Fakat namus ciddî bir şeydir. Uzmanlar son dönemde dizilerin hep gayr-i meşrû ilişkileri işlemesine dikkat çekiyor.
Müzik basit bir şeydir. Fakat şarkı sözleri ile yerli-yabancı dilde öyle şeyler size söyletilir ki, farkına varmadan şuuraltınız nice mesajla dolar.
Namus üzerinde uzun süredir çalışıyorlar. Fakat direkt ilâhiyat, inanç alanına giremediler. Onun için menfez arıyorlar. Din, peygamber, âhiret, kader alaya alınsın istiyorlar.
Çünkü batıda da, eğlence sektörü ateistlerin, agnostiklerin elinde…
Evine domuz eti veya şarap sokmamakta gösterdiği titizliği maalesef birçok müslüman, hınzır tıynetine alıştırıcı ve içkiye özendirici yayınlar yapan televizyonu filtrelemekte gösteremiyor. Hele çocuğunun elindeki internetli telefonla ne okuduğunu, ne izlediğini, nelere güldüğünü bilemiyor bile…
Böylece ekseriyetle dîne düşman bir kesim, elindeki bütün araçlarla nesillerin zihin ve kalp dünyalarını biçimlendiriyor. Boşaltıyor, dolduruyor.
Geçenlerde İsrail’de haham Haim Kanievsky; «Bilgisayarlı telefon kullanmak câiz değil, bunları yakın!» diye fetvâ vererek ülke gündemine oturdu. Gerekçesi belli, bu cihazlar yanlışa çok kolay düşürüyor.
Eğlence; önümüzdeki dönemde üzerinde ümmetçe, milletçe çokça duracağımız bir mevzu…
Yeni nesiller; kulağında konser, cebinde sinema, duvarında LCD ekranda maç, masasında kumarından, batağına her türlü hanenin penceresi, elinde spor gazetesi yahut onlarca eğlence sektöründen birinin dergisi; 12 ay, 7 gün, 24 saat eğlence içinde…
İçine menfî bir şey sokulmasa bile, bu başlı başına bir problem…
Eğlence sarhoşu olmadan, seviyeli bir şekilde ve hayatımızın gayesi olan ciddî şeylerle orantısını kaçırmadan eğlenmeyi bilmeli… Fakat hayatı, mânâsına sarf etmeli…
Aksi hâlde, saâdet ve cennet hayal olacak…
___________________
* Kur’ân-ı Kerim’den Eğitim Prensipleri -13-