AYNADAKİ DEVLET

YAZAR : Ayla AĞABEGÜM aylaagabegum@hotmail.com

“Tiyatro, neşeli yüzünü kaybetti.”

Tiyatro ve sinema sanatçısı Erol GÜNAYDIN, tedavi gördüğü hastahânede 79 yaşında hayatını kaybetti.

Muhafazakâr bir gazetenin kültür sahifesi haberini okurken son aylarda gündemde olan muhafazakârlık tartışmalarını düşünüyorum. İbâdetimizi yaparak, başımızı örterek muhafazakâr olduğumuzu sanıyoruz. Kaybolan değerlerimiz konusunda düşünmezsek, konuşmazsak, yazmazsak muhafazakâr olabilir miyiz? «Kalemimi kaybettim, yüzüğümü kaybettim.» der gibi vefat eden birinin arkasından söyleyeceğimiz bütün kelimeleri hâfızamızdan siliyoruz. Diline sahip çıkmayan toplumların geleceği olabilir mi?

Bir başka haber;

“Çocuklara İngilizceyi; Keloğlan, Pepee, Caillou öğretecek.”

Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN’ın başkanlığında toplanan «Bilim, Teknoloji Yüksek Kurulu»nda eğitim reformu sunumu yapan TÜBİTAK başkanı bir müjde veriyor. İlköğretim ikinci sınıftan itibaren İngilizce derslerinin verileceğini, ilgi gören çizgi filmleri İngilizceye çevirtmeyi plânladıklarını söylüyor.

Gökdelenleriyle, alışveriş merkezleriyle, marka giyimleriyle övünen iş adamlarımızın; bir kültür hizmeti olarak bizim değerlerimizi anlatan ve isimleri Türkçe olan çizgi filmlere sponsor olmaları için bir proje üretilmesini istemelerini beklerdik.

Ayrıca liseyi hattâ üniversiteyi bitiren gençlerimizin Türkçeyi doğru yazamadıkları ve konuşamadıkları bir gerçek olduğuna göre bu konunun da dile getirilmesini isterdik.

Peygamber Efendimiz’e hakaret eden filmle ilgili şiddet gösterileri hepimizi üzdü. Tepkinin dozu ve şekli; «İslâmiyet’i yaşıyoruz!» diyen ülkelerde bilinmeliydi. Osmanlı padişahlarının yaşadığı devirlere gidelim ve buna benzer olaylar karşısında alınan tavırları hatırlarken devrimiz için de çareler arayalım.

Tarihi şiir gibi anlatan İlhan BARDAKÇI’nın «Tuğraların Ağıtı» eserinden bir bölümü özetleyelim:

Yıl 1503, henüz Akdeniz bir Türk gölü değil. Tahtta Bâyezîd-i Velî var. Venediklilerin yeminle kabul ettikleri anlaşmaya uymadıklarını haber alır. Korsanlar yün ve pamuk yüklü iki gemimizi zaptedip, iki yeniçerimizi esir almışlardır. Ayrıca Venedik Doçu, sarayının duvarına Osmanlı aleyhine bir resim yaptırıp asmıştır. Hemen bir mektup yazılır:

“Haber aldım ki nihayet iki askerimi alıp işkence etmiş ve satmışsın. Bu nâme-i hümâyûnumu sana getiren Turahan Oğlu Ömer Bey’in yanındaki kulum Ali’ye vakit geçirmeden sattığın askerim nerede ise bulup teslim edesin. İşkence edilene 150 bin gümüş akçe tazminat ödeyesin. Sarayın duvarında asılı bizim aleyhimize olan tasviri indirip yakasın ve küllerini bana verilmek üzere teslim edesin. Yoksa sonunun nasıl azaplarla dolu olacağını tahmin edemeyeceğin bir sefer açarım ki, sefîl ü rezîl olursun…”

Nâmenin başında; «Yedi iklim ve bütün toprakların ve küre-i arzın mutlak sahibi» diye yazmaktadır. Esirler bulunmuş, tazminat ödenmiş, resim yerinden sökülüp gereği yapılmıştır. İşin acı tarafı; bu belge, Fransızların Türkiye araştırmaları dergisi Turcica’dan alınmıştır. Zira ki efendim devlet bu devlet…

Eserden bir başka bölüm:

«Sen Ölürken de Güzeldin»

Avusturya televizyon idaresi, Anadolu Türkleri ve Osmanlı İmparatorluğu konulu bir belgesel hazırlar. Bitiş cümlesi; “Osmanlı İmparatorluğu ölürken bile güzeldi.”

Ölürken bile güzel olan bir imparatorluk, acaba diriyken nasıldı? Biz susarken onlar açıkladılar. Derler ki:

“Bir Süleymaniye veya başka Türk mimarî şâheserinin emsali ve teknik mükemmeliyeti, Avusturya’da bile yoktur.”

Devletin güzelliği ne ola? Adaletinde, halkına tarafsız davranmasında ve devlet mânâsında huzur arayan insanların korunmasında yaşanır bir güzellik… Zira devletlerimizin tarih sahnesine çıkışında daima ve daima Türk unsuru vardır. Türk unsurunu İslâmî ihtişamın rüzgârı ile kendisine yelken yapan millet olma vasfımız var ya… Dünya tarih sahifelerini karıştırınız, eşini ve emsalini bulamazsınız. Medreselerimizin eğitim hürriyetini François Flaubert anlatıyor:

“Türk medreselerinden icâzet alan müderrisler; hocalarının elini öper, helva ve şekerlerini yedikten sonra hocalarının anlattığı fikirleri münakaşa bile ederlerdi. Onları bu eğitim hürriyetinden alıkoyacak bir makam yoktu. Ne sultan, ne sadrazam, ne de bir başkası…”

Sultan İkinci Abdülhamid Han, Sevgili Peygamberimiz’e hakaret ettirmezdi. Tarihî bilgilerimizi hatırlayalım; okulda öğrenmediğimiz konuları, yetişkin olunca tarihçilerin kitaplarında okurken hayret ediyoruz. Hayretlerimizi çocuk kitaplarına, çizgi filmlere, çocuk şarkılarına, çocuk şiirlerine aksettiremedik.

Abdülhamid Han, daha şehzadeliği zamanında İslâm toplumunun başına nelerin gelebileceği konusunda düşünmeye başlamıştır.

“Bizim için uyumamak ve daima müteyakkız bulunmak farz-ı ayn olmuştur.” demektedir.

Yıllardan 1890’dır. Fransız Akademisi üyelerinden Marki de Bonnier; «Muhammed» adlı bir dram yazar. Basında, oyunun provalarının başladığından söz edilir. Eserin hakaretlerle dolu olduğu bilinmektedir.

Abdülhamid Han «Halîfe-i Müslimîn» sorumluluğuyla oyunun sadece oynanacak tiyatroda değil bütün Fransa’da oynanmasını yasaklatmıştır.

“Osmanlı-Fransız ilişkilerinin oyunun sahneye konmasıyla biteceği ültimatomunu vermiştir.

İş bitmemiştir. İngiltere’de oynanacaktır, İngiltere Dışişleri Bakanı devreye sokulur ve bütün İngiltere’de de oynanması yasaklanır.

Örnekleri çoğaltabiliriz:

Şehzadelerin nasıl yetiştirildiğini incelemeliyiz…

Padişahların hayatındaki Peygamber sevgisini incelemeliyiz…

Çevrelerinde olan âlimlerin, onlarda hangi tesirleri bıraktığını incelemeliyiz…

Adaletli yönetimdeki hassasiyetlerini veren örnekleri incelemeliyiz…

Vatana olan bağlılıklarının derecelerini incelemeliyiz…

Örnekleri okumalıyız.

İşte o zaman eğitim programlarının nasıl olacağını düşünebiliriz. Kültüre, sanata ve ilme vereceğimiz önemle yeni projeler yapabiliriz. Peygamber Efendimiz’in hayatındaki hassasiyetleri madde madde yazıp hayatımıza geçirmezsek; fert olarak da cemiyet olarak da muvaffak olmamız mümkün olabilir mi? Yaşadığımız hayattaki şâşaayla, gökdelenlerle, pahalı marka eşarplarla, çantalarla, büyük alışveriş merkezleriyle sanatın zirvesine çıkacağımızı düşünemeyiz. Sinan’ın yaptığı Süleymaniye ile batı istemese de bizi övüyor. Büyük camilerimizin yakınına diktiğimiz gökdelenlerle tarihimizi mahvederken, batıdan bize saygı göstermesini isteyebilir miyiz?

İslâm ülkelerinin eş başkanı olmak istiyorsak, önce kendimizi ve kendi ülkemizi İslâmî hassasiyetlerle donatmalıyız. Abdülhamid Han ile ilgili bir hâtırayı gözyaşları içinde okuyup kendimizi hesaba çekmeliyiz.

“Babamın zamân-ı saltanatında…” diye söze başlar, kızı Şâdiye Sultan. “Babamın saltanatında yalnız bir harp hatırlıyorum, o da Yunan Harbi’dir. Benim çocukluk zamanıma rastlar. Hatırladığıma göre, haremdeki dairelere top top bezler getirilip dağıtılmıştı. Yaralı askerler için gecelikler dikilirdi. Hizmetkârlarımızla beraber sabahın erken saatlerinden gece uyku vaktine kadar dikiş makinelerimizin başında bizden istenen giyecekleri bitirmeye çalışırdık. Bu hummalı faaliyet, bütün muharebe müddetince devam etti. Ben de çamaşırlara düğme dikerdim. Aklımca büyük iş gördüğümü sanırdım. Babam yanımıza gelir;

«Aferin evlâtlarım, Allah vatanımızı düşmanlardan muhafaza buyursun!» derdi. Biz bu sözlerden kuvvet ve şevk alırdık. «Vatan, vatan» babam bu sözleri ne kadar çok söylemişti.

Bir talimhane köşkü vardı, geniş ve büyük bahçesindeki askerî kışlada maiyet bölüğü bulunurdu, talimlerini seyrederdik. Yunan Muharebesi sırasında kışlanın bir kısmını hastahâne yapmışlardı. Yaralı askerler geldikçe onlara nasıl ihtimam göstereceğimizi bilemezdik. Babam bizzat buraya gelir; Ahmetçiklerini, Mehmetçiklerini okşardı. Yaralılara evlerimizden şeker ve hediyeler gönderirdik. (Hayatımın Acı ve Tatlı Günleri)

İlk fırsatta bu hâtıraları okumalı ve okutmalıyız. Ben bu iktibası; «Osmanlı Padişahlarının Mânevî Hayatı» Tahsin YILDIRIM-İbrahim ÖZTÜRK’ün çalışmalarından okudum. Eser, gençleri yetiştirmemiz için gerekli mânevî hayatın inceliklerini bize hatırlatıyor.

Dünyanın hangi ülkesinin kralları, okuduğumuz örnek davranışların içinde bulunur.

Devrimize bakalım; hangi İslâm ülkesinin hangi kumandanı, idarecisi ve ailesi böyle bir hayatı yaşıyor?