Bilmediklerim İçin Ücret Alsam; BUNA HAZİNELER YETMEZ!

Handenur YÜKSEL

İslâm hukuk tarihinin ilk başkadısı olan müctehid İmam Ebû Yûsuf 731’de Kûfe’de doğdu. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe’nin gözde talebelerindendir. Abbasî halîfesi Mehdî Billâh zamanında kadılık görevine getirilen ve ömrünün sonuna kadar, 16 yıl bu görevde kalan Ebû Yûsuf’un 50-60 hadîsi bir defa dinleyerek ezberlediği rivayet edilir. Bir hac yolculuğu sırasında hastalandığı ve kendisini ziyarete gelen Süfyan bin Uyeyne’den dinlediği kırk hadîsi hastalığına ve ileri yaşına rağmen ezberlediği söylenir. 26 Nisan 798’de Bağdat’ta vefat eden Ebû Yûsuf’un cenaze namazını Halîfe Harun Reşid bizzat kıldırmıştı.

***

Kadılığı sırasında bir adam, kendisini ziyaret ederek bir meselesi olduğunu söyledi. Sorusunun ardından İmam’dan:

“–Bilmiyorum!” cevabını alınca, sinirlenerek söylenmeye başlayan adam:

“–Nasıl olur da bilmezsin, bir de devlet hazinesinden maaş alıyorsun!” dedi.

Bu söz üzerine Ebû Yûsuf:

“–Bak kardeşim, bize bildiğimiz şeyler için ücret veriyorlar. Eğer bilmediklerimiz için de alsaydık, devletin hazinesi buna yetmezdi!”

İŞE KAN KARIŞMASIN!

Osmanlı mimarîsine altın çağ yaşatan sanatkâr Mimar Sinan 1495 Mayıs’ında Kayseri’ye bağlı Ağırnas köyünde doğdu. Sultan Süleyman’ın ilk yıllarında yeniçeri ocağına kaydedilerek, Belgrat (1521) ve Rodos (1522) seferlerine iştirak etti. 1526’da, «atlı sekban» olarak, Mohaç Meydan Savaşı’na katıldı.

Katıldığı seferlerde fethedilen ülkelerin mimarî eserlerini de inceleyen Sinan, mimarbaşı olarak görevlendirildiğinde 44 yaşındaydı. Şaşırtıcı bir hızda yüzlerce eser meydana getirdi. Şehzade, Süleymaniye ve Selimiye Camileri ile Kırkçeşme tesisleri birer mimarlık şâheseridir. Ünlü mimar, 9 Nisan 1588’de İstanbul’da hayata veda ettiğinde 93 yaşındaydı.

***

Kırkçeşme tesislerinin inşaatıyla birlikte dedikodular da başladı. Sinan’ın bu işi beceremeyeceğini, harcanacak paraların boşa gideceğini, bölgede yeteri kadar suyun bulunmadığını, suyun İstanbul’a kadar gelmesinin mümkün olmayacağını iddia edenler, padişahı bu kararından vazgeçirmeye çalıştılar.

O sırada Mimar’ı çekemeyenlerden biri:

“–Sultanım, Sinan bent yapmıyor, gönlünü eğlendirmek için küçük havuzlar yapıyor; suları oradan oraya doldurup boşaltarak oyalanıyor.” demişti.

Bu söze fena hâlde canı sıkılan Kanunî, yanına aldığı az bir adamla bentlere gitti. Oraya vardığında, Sinan hakikaten küçük havuzlar yapmakla meşguldü. Hiddetle sordu:

“–Ne yapıyorsun?”

“–Duvarların taşıma kuvvetini hesaplıyorum sultanım!”

Sinan, suyun kuvvetini hesaplamak için icat ettiği cihazları ve yaptığı ölçümleri gösterdi. Sultan biraz yumuşamış, ama tamamen ikna olmamıştı; yeniden sordu:

“–Hani, arz olunan sular nerededir, göster!”

Birlikte birkaç dereyi gezip dolaştılar. Sultan, oralarda bir hayli su toplandığını, suyun son derece berrak ve latif aktığını görünce sakinleşti. Yanındakilere dönerek:

“–O müfterînin başını vurun!” diye emretti. Fakat Sinan müdahale etti:

“–Hünkârım.” dedi. “Yaptığımız şu hayırlı işe kan karışmasın, bırakalım bu su temiz kalsın!”

Yüce gönüllü mimar, böylece aleyhinde konuşan adamın hayatını da kurtardı.

NEDEN KENDİN DAĞITMADIN?

Bursa valisi ve ünlü Osmanlı sadrazamı Ahmed Vefik Paşa 1823’te İstanbul’da doğdu. Öğreniminin büyük kısmını Paris’te tamamladı. Kısa zamanda, devletin en çetin siyasî meselelerini çözen gözde bir diplomat hâline geldi. Bir süre Paris büyükelçiliği görevinde bulunduktan sonra Bursa valisi tayin edildi. Valiliği sırasında onardığı cami, çeşme, şadırvan ve benzeri tarihî eserleriyle şehri şantiye hâline çevirdi. Kültür ve edebiyat dünyamıza pek çok kalıcı eser kazandıran, kitap ve ilim sevgisiyle, sayısı 15 bine varan zengin bir kütüphane kuran; evkaf, adalet ve maarif nazırlıklarında bulunan Paşa, kısa bir süre sadrazamlık da yaptı. Ölümüne kadar Rumelihisarı’ndaki evinde ilmî ve edebî çalışmalar yapan Ahmed Vefik Paşa, 2 Nisan 1891’de 68 yaşında iken İstanbul’da vefat etti.

***

Yıl 1878’di, Rusların Ayastefanos’a (Yeşilköy) dayandığı günlerden biriydi. Zaptiye Nâzırı Hâfız Paşa, Bâb-ı Âlî’ye bir tezkere gönderdi:

“Rumlar Tatavla’da (Kurtuluş) toplanmış, bağırıp çağırıyorlar; isyan etmek üzereler. Birkaç tabur asker gönderilirse durdurulmaları mümkün olur.” diyerek yardım istedi.

Sadrazam Ahmed Vefik Paşa, hemen arabasına atlayıp isyan bölgesine gitti. Meydanda 5-6 yüz kişilik bir Rum kalabalığı gösteri yapıyordu. Arabasıyla kalabalığın arasına giren Paşa, ânîden inip elindeki bastonu rastgele sallayarak, bağıranlardan birkaçına yapıştırdı. Sadrazamı karşılarında gören isyancılar, şaşkınlık içinde çil yavrusu gibi dağıldılar.

Olayın ardından Bâb-ı Âlî’ye dönen sadrazam, Zaptiye Nâzırı Hâfız Paşa’yı huzuruna çağırdı. Paşa içeriye girince öfkeyle yerinden kalkıp, iki parmağını ileriye uzatarak:

“Ben adamın iki gözünü birden oyarım! Anladın mı miskin herif? Taburla asker istiyorsun, neden kalkıp o karga derneğini kendin dağıtmadın? Devletin başına bir püsküllü belâ daha mı açmak istiyorsun?” diye bağırdı.

DÜŞMAN GÜLLESİNDEN KORKULMAZ!

Gazi Osman Paşa 1833’te Tokat’ta doğdu. 1853’te teğmen rütbesiyle Kırım Savaşı’na katıldı. Harp akademisini bitirdikten sonra vazife alarak Suriye, Girit ve Yemen’de çıkan isyanları bastırdı. 1875’te Vidin Tümen Komutanlığına getirilen Osman Paşa, Osmanlı’ya savaş ilân eden Sırplara taarruz başlatarak, düşman birliklerini darmadağın etti. Bu zaferin ardından önce stratejik önemi bulunan İzvor Tepeleri’ni ele geçirdi, ardından Zavcar Kasabası’na girdi, Osmanlı ordusuna Belgrat yolu açıldı. 93 harbi (1877-78 savaşı) sırasında, Plevne’yi aç-susuz 145 gün savundu; sonunda kaleden çıkıp Rus kuvvetlerini yarıp geçmek isterken yaralanıp esir düştü. Esaretten sonra (Mart 1878) İstanbul’a gelen Paşa, Harbiye Nâzırı tayin edildi. Ömrünün sonuna kadar saray müşirliği görevinde bulunan Paşa, 5 Nisan 1890’da vefat etti.

***

Plevne kuşatmasının zorlu aylarıydı. Muharebesiz gün geçmiyor, düşman bombardımanı bütün hızıyla sürüyordu. Gazi Osman Paşa, mevcut cephanenin azlığı sebebiyle tasarruflu davranıyor, mermileri hücum günleri için saklıyordu.

Kumandanlarına talimat verdiği sırada, yanlarına düşen bir top mermisi ortalığı toz-duman içinde bıraktı. Bütün subaylar yere kapaklanmıştı. Tehlikenin geçmesi üzerine birer-ikişer yerden kalkan subaylar, Paşa’nın heyecansız bir şekilde durduğunu gördüler.

Subaylardan biri şaşkınlıkla sordu:

“–Paşam! Mermi yanınızda patladı, korkmadınız mı?”

Osman Paşa sakin bir sesle:

“–Cenâb-ı Hak, mermilerin her birine gazada bulunanların isimlerini teker teker yazmıştır. Kimin zamanı gelmişse, o mermi onu öldürür. Bu mermi parçalarının hiçbirinde isimlerimiz yokmuş ki, hepimiz sağ kaldık. Bunun için düşmanın güllesinden korkulmaz!” diye cevap verdi.