Hayatı Yaşanmaz Hâle Getirmeyelim YERLİ-YERSİZ KORKULARIMIZ

Aynur TUTKUN

aytutkun@gmail.com

Hepimizin itiraf edeceği bir gerçek vardır; yetişkinler birçok şeyi çocuklara ve gençlere nazaran daha geç öğrenirler ya da hiç öğrenemezler. Yüzmek, bisiklete binmek, araba sürmek, bir müzik âleti kullanmak, hat yazmak, eski/yeni yazıyı okuyup yazmak, yeni arkadaşlıklar kurmak ve daha niceleri yetişkinlerin «yapamam ki» endişesiyle ya hiç denemedikleri ya da çok zor öğrendikleri becerilerdir.

Öğrenmek isteyip de öğrenemememizin ya da geç öğrenmemizin sebebi korkularımızdır desek yanılmış olmayız sanırım.

Boğulmaktan, düşmekten, kaza yapmaktan, el-âleme rezil olmaktan, yapamamaktan, becerememekten, öğrenemeyince de vaktimizi boşa harcamış olmaktan korkarız. Bu yüzden de çoğu zaman yeni bir şeyler öğrenmeyi denemeyiz bile! Denesek de sadece bir-iki defa ile yetiniriz, çünkü hep beceremem korkusuyla hareket ederiz. Oysaki bir bebeğin yürümeyi defalarca düşerek öğrendiğini biliriz! Bir çocuk bisiklete binmeyi öğrenirken her tarafı yara-bere içinde kalır, bunu da biliriz. Onlar okuma-yazmayı öğrenirken de binlerce kez hata yaparlar.

Çocukların başaramamak korkusu yoktur. Onlar doğdukları andan itibaren hep bir şeyler öğrenmek ve öğrenmek için de yüzlerce kere denemek arzusundadırlar. Kendilerinde müthiş bir özgüven vardır. Öğrenirken başaramayacaklarını değil hep başaracaklarını düşünürler. Âdeta başarı hedefine kilitlenmiş bir füze gibidirler. Onlara korkmayı, özgüveni yitirmeyi, kendini başaramayacak kadar güçsüz hissetmeyi aslında biz öğretiriz.

Biz yetişkinlerin korkuları ise olur olmaz her şeyi bize tehlike olarak gösterir ve bizim yeni şeyler öğrenmemize ve çocuklar gibi mutlu olmamıza engel olur.

Evet, yerli-yersiz korkularımız vardır. Yerli-yerinde, yeterince-ölçüsünce olan korkularımız hayatımızı, aklımızı, îmanımızı korurken; yersiz-gereksiz, abartılı-ölçüsüz korkularımız ise hayatımıza, aklımıza, îmanımıza zarar verebilir. Korkularımızın niteliğinin farkında olmak ise yaratılıştan bize bahşedilen bu duyguyu yerli-yerinde kullanmamızı temin edebilir.

Yerli-yerinde, yeterince-ölçüsünce olması gereken korkularımızın başında elbette ki, Allah korkusu gelmelidir. Buna bir başka deyişle Allah saygısı da diyebiliriz. Rahmetinden ümit kesmeyecek, O’na olan sevgimizi bitirmeyecek kadar korkmalıyız O’ndan. Cennetini ümit edip hayalini kuracak kadar da cehenneminden titremeliyiz. Havf ve recâ ayarını iyi yapmak hayatımızın birçok alanına da denge ve huzur getirecektir, çünkü insan şımararak ölçüyü kaybedebilir. Korku ve ümit dengesini iyi kuranlar ibadetlerinden de îmanlarından da hayatlarından da lezzet alan kimselerdir.

Yersiz-gereksiz, abartılı-ölçüsüz korkularımıza gelince… Meselâ şeytandan ve düşmanımızdan korkmak onlar karşısında kendimizi zayıf hissetmemize dolayısıyla onlara yenilmemize sebep olur. İmtihandan korkmak da imtihanı baştan kaybetmemizin sebebidir. Asansörden, kedi-köpekten, börtü-böcekten, yükseklikten, kapalı alanlardan, kalabalıklardan korkmak… ufak gözükse de hayatı bize zehir eden korkular olabilir. Eşimizle geçinememekten, çocuğumuzu yetiştirememekten, kendimizi ifade edememekten korkmak da zihnimizde sürekli kötü düşünceleri canlandırdığı, bize sürekli kötü şeyleri hatırlattığı için iyi ve güzel şeylerin hayalini bile kurmamıza engel teşkil eder ki; bir şeyi başarmanın ilk şartı onu hayal etmektir. Neyi düşünürsek, neyi ümit edersek onu gerçekleştirmemiz, ona sahip olmamız daha kolay olacaktır. Hadîs-i kudsî’de: “Ben kulumun zannı üzereyim” diye boşuna buyurulmamıştır. Lâkin korkmamak gerekir dememizden hafife almak anlamı da çıkmamalıdır. “Düşmanımdan korkmuyorum!”, “İmtihandan korkmuyorum!”, “Çocuk yetiştirmekten korkmuyorum!” ilh. dememiz bizde bir rehavet hâli de oluşturmamalıdır. Allah hakkında hissettiğimiz havf ve recâ ayarı hayatımızın tüm alanlarına örnek oluşturmalıdır.

Korkmamız gereken şeylere karşı korkularımız yerli-yerinde, yeterince-ölçüsünce olduğu zaman birçok konuyu önemsememize, ciddîye almamıza sebep olur ki, bu da başarmanın bir diğer püf noktasıdır.

Hep olumsuzu düşünerek hayatımızı yaşanmaz hâle getirmeyelim. Korkmayalım, korkutmayalım. Her korku bize bir şekilde geri dönecektir. Düşmekten korksaydık yürüyemezdik, boğulmaktan korksaydık yüzemezdik, kaza yapmaktan korksaydık hiçbir vasıtayı kullanmayı öğrenemezdik, düşünmekten, denemekten korksaydık yeni şeyler icat edemezdik. Fakat bazı tehlikeleri yokmuşçasına hiç umursamasaydık o zaman da bugün nefes alıyor olmayabilirdik.

Gereksiz korkularımızın nelere mal olacağını sorgulamalı, hem bu dünyada hem de diğerinde mutlu bir hayat için onların bize engel olmamasını bir şekilde öğrenmeliyiz.

Shakespeare şöyle der: “İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor. Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye lâyık görmediği için. Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için. Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için. Duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için. Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetini bilmediği için. Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için. Ve ölmekten korkuyor aslında yaşamayı bilmediği için.”

O’ndan başkasından ve tüm olumsuzluklardan korkmamamız dileğiyle…