Şânlı Mazimizden Seçme Nükteler – BİN BİR KULAĞIM OLSA!..

YAZAR : Abdullah Mesud HIDIR mahidir@gmail.com

Şâfiî Mezhebi’nin kurucusu, büyük âlim ve müctehid İmam Şâfiî; 767 yılında Gazze’de doğdu. Baba tarafından soyu Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in büyük dedesi Abdimenâf ile birleşir. Yetim büyüdü. İlk tahsilini; ibtidâî imkânlarla, etraftan topladığı kemikleri kalem yaparak ve bir devlet dairesinin atık kâğıtlarını kullanarak tamamladı. Dokuz yaşında hâfız oldu. On üç yaşında Mescid-i Harâm’da Kur’ân okutmaya başladı. Bir yandan kıraat dersleri alırken diğer yandan ilim meclislerine katıldı.

«Hak ile meşgul olmazsan, bâtıl seni işgal eder.» sözü meşhurdur.

Medine, Yemen, Bağdat ve Mısır’a seyahatler yapan, 19 Ocak 820 tarihinde Karâfe’de (Mısır) vefat eden İmam Şâfiî’nin kabri burada yapılan türbededir.

***

İmam Şâfiî’ye sordular:

“–İlme karşı iştiyakın nasıldır?”

“–Daha önce işitmediğim bir kelimeyi işitince, diğer âzâlarım kulaklarımın işitip de aldığı lezzeti tatmak için kendilerinin de kulakları olmasını isterler. İşte böyle.”

“–İlme karşı hırsın nasıldır?”

“–Çok mal biriktiren bir cimrinin mal kazanma hırsı gibi.”

“–İlmi talep edişin nasıldır?”

“–Bir tek çocuğu olan kadının yavrusunu kaybettiğinde onu bulmaya çalışması gibi.”

MÜKÂFÂTI YÜZ DEĞNEK

Sultan III. Murad Han, 4 Temmuz 1546’da Manisa’da dünyaya geldi. Murad; yetenekli, iyi eğitimli, dindar, babası ve diğer ileri gelenler tarafından çok sevilen bir şehzadeydi. 1562 tarihinde Manisa Sancakbeyliğine tayin edildi ve padişah oluncaya kadar bu vazifede kaldı. Şehzadelik döneminde; cami, medrese, imâret ve tabhâneden müteşekkil Muradiye Külliyesi’ni inşa ettirdi.

Babasının vefatı üzerine 1574 yılında İstanbul’a gelerek 28 yaşında tahta geçti. Saltanatı boyunca Osmanlı toprakları üzerinde pek çok sayıda; bayındırlık, ilim, kültür ve sanat merkezleri inşa ettirdi. Rasathane ve astronomik araştırmalar ile logaritma hesapları yaptırdı. Medine’de medrese, mektep ve büyük bir imâret kurdu.

III. Murad Han tarîkat erbabını sever ve onlarla sohbetten zevk alırdı. Uşşâkiyye tarîkatına bağlı olduğu rivâyetleri vardır.

Sultan III. Murad Han, 16 Ocak 1595 tarihinde vefat etti. Kabri, Ayasofya Camii avlusundadır.

***

Sultan III. Murad zaman zaman; güzel konuşan, güldüren, hayrete düşüren maharet erbabını meclislerine çağırıp, mârifetlerini seyreder ve onları mükâfatlandırırdı.

Bir gün böyle biri maharetini gösterip de ihsanını alacağı sırada;

“–Yok Hünkârım!.. Bugün altın istemem. Yüz değnek isterim.” dedi. Padişah sebebini sorunca;

“–Hele ellisini vurdurun da ondan sonra sual buyurun.” diye ekledi. Padişahın emriyle adam falakaya yatırıldı. Değnekler elli olunca da;

“Şimdi durun! Bir ortağım vardır. Elli değneği de ona vurun!” dedi. Ortağının kim olduğunu sordular:

“Beni her gün çağırmaya gelen bostancıdır. Padişahımızın ihsanını alıp giderken;

«Seni ben çağırdım, aldığın mükâfâtın yarısı benimdir.» diye altınları elimden zorla alır. Bugün de değneğin yarısı onun hakkıdır.” der.

Yapılan haksızlığı bu şekilde ortaya çıkarışını çok beğenen padişah, adama verdiği ihsanı iki katına çıkarır. Bostancı elli değnek için falakaya yatırılırken, oradakilere bir daha böyle davranmaması tembihlenir. (Peçevî; Tarih, c. II., s. 2. A. Seydî; Teşrifat ve Teşkilatımız, s. 209)

MAAŞIN BEREKETLENİR

Mahir İZ, 1895’te İstanbul’da doğdu. Babası ilmiye sınıfından Seyyid İsmail Abdülhalim Efendi’dir. Tahsiline Midilli’de başladı, Balıkesir İdâdîsi’nde devam etti. Aynı zamanda Mahmud Naci Efendi’den ders aldı. Medine’de Arapçasını ilerletti ve Rüşdiye’yi tamamladı.

İstanbul’a döndükten sonra iki yıl Vefâ İdâdîsi’nde okudu. Mezuniyetinden sonra Türkçe muallimliğine tayin edildi. Böylece 59 yıl sürecek öğretmenlik hayatı başladı. Millî mücadele yıllarında meclis kâtipliği yaptı, Mehmed Âkif’le birlikte Farsça ve Fransızca metinler okudu.

Mahir Hoca, tasavvufla ilgili düşüncelerini şöyle açıklar:

“Bu, îmanla eş bir Hak sevgisidir. Şerîat fetvâ, tarikat ise bir takvâ yoludur. Ve hiçbir zaman birbirinden ayrı şeyler değildir.”

İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü İslâmî Edebiyat hocalığı ve Tasavvuf Tarihi hocalığı da yapan Mahir İZ Hoca, 9 Temmuz 1974’te vefat etti. Kabri, Sahrâ-yı Cedid Mezarlığı’ndadır.

***

Mahir İZ Hoca;

“–Maaşınızı alır almaz zekâtını çıkarın, o zaman maaşınız bereketlenir, cüzdanınız kaybolmaz.” derdi. Bir gün hocanın tanıdıkları bir cüzdan bulurlar. Bakarlar ki Mahir Hocanın cüzdanı. Gelip cüzdanı kendisine verdiklerinde;

“–Hocam, hani zekâtı verilen cüzdan kaybolmazdı.” diye latîfe ederler. Mahir Hoca tebessümle;

“–Doğru, bakın benim cüzdanım kaybolmadı, bulup getirdiniz.” diye karşılık verir.

***

Talebesi Mustafa UZUN Diyanet’te vazife almıştır. Mahir Hoca kendisine;

“–İlk maaşını alınca bana gel!” der. O da bir kutlama veya yemek olacağını düşünür. Maaşını alınca Hocanın yanına varır. Paranın yüzde iki buçuğunu ayırıp hemen zekât olarak vermesini söyler.

“–Hocam benim etim ne budum ne? Bana zekât mı düşer? Hem sonra zekât için nisâb-ı şer‘î, havelân-ı havl gerekmez mi?” diyecek olur. Cevap olarak;

“–Sen memur adamsın. Ayın on beşine varmadan maaşın biter. Nisâb-ı şer‘îyi beklersen ömür boyu zekât veremezsin. Oysa fakir fukaranın buna ihtiyacı var.” der.

GÜNLER SÜREN MÜNAZARA

Sâdüddîn Teftâzânî, 1322 yılında Horasan’a bağlı Teftâzan köyünde doğdu. Teftâzânî döneminde Herat, filozof ve din âlimlerinin çok olduğu bir şehirdi. Mescidlerinde daima ilmî münakaşalar yapılır, değişik görüşler tartışılırdı. Teftâzânî, burada el-Mutavvel Ale’t-Telhis isimli eserini yazarak Herat melikine hediye etti. Dört yıl Herat’ta kaldıktan sonra Ham’a gitti.

Hicrî 8. asırda İslâm âleminin yetiştirdiği ilim adamlarından biri olan Teftâzânî, başta kelâm ilmi olmak üzere dînî ilimlerin birçoğuyla alâkalı eserler vermiştir. Sâdüddin Teftâzânî, 1390 yılında Semerkant’ta vefat etti.

***

Teftâzânî ile çağdaşı Seyyid Şerif Cürcânî arasında meydana gelen mubâhase ve münazaralar meşhurdur.

Cürcânî, ailesi hem anne hem de baba tarafından peygamberimizin torunlarından olduğu için Seyyid ve Şerif unvanı ile meşhur olmuştur. Teftâzânî ile tanışması bir rivâyete göre şöyle olmuştur:

Şah Şucâ’ ordusuyla birlikte Astarâbâd yakınlarındaki Kasr-ı Zerd’e geldiğinde, Cürcânî, o dönemin meşhur âlimi olup hükümdarla doğrudan görüşen Teftâzânî’nin yanına gidip, kendisinin uzaktan gelen iyi bir okçu olduğunu, sultanın huzurunda üç tane ok atmak istediğini söyler. Teftâzânî bu isteği Şah Şuca’ya iletir. Sultanın huzuruna giren Seyyid Şerif Cürcânî cebinden birçok ilim dalına dair risâleleri içeren bir deste çıkarır ve; “Benim oklarım bunlardır ve sanatım budur!” diyerek sultana uzatır. Sultanın takdirini kazanır.

Zaptettiği yerlerin büyük âlimlerini Semerkant’ta toplayıp burayı İslâm kültürünün merkezlerinden biri hâline getirmeye çalışan Timur; hususî meclislerinde daima bu âlimleri toplar, onlarla sohbet eder, onların ilmî münakaşa ve münazaralarını dinlerdi. Cürcânî; fesâhat sahibi ve aynı derecede âlim olan, fakat dilinde kekemelik bulunan Teftezânî’ye bütün tartışmalarda galip gelmiştir.

Cürcânî ile Teftâzânî’nin bir münazarası günlerce sürmüş ve ancak hakem kararıyla bitirilmişti.