Kemâl-i İlim KEMALPAŞAZÂDE

YAZAR : Mücahid BULUT mucahidbulut@yandex.com

“Altı yüz yıldan beri dıştan yaptığı akınlarla muvaffak olamayan, son asırlarda ise anayurdun sadece peyk ülkelerini kopararak ayıran düşman; zaferini temin için azar azar içimize sızdı. Ruhlarımıza mayasını karıştırmak istedi. Ve geçen asırda; Fatih’in İstanbul’u aldığı surlardan bu milletin kültürünü fethedeceğini söyleyen Amerikalı Hamlin’in bu sözünün sembolleştirdiği dâvâyı, yani kaleyi içinden alma dâvâsını güttü. Zehirli iğnesini varlığımızın her tarafına geçirerek; mektebe, aileye, zevke, kazanca, sanata, ahlâka ve dîne kadar bünyemizin her tarafına zehrini akıttığı hâlde kendini göstermeyen düşman, altı yüz yıllık aynı düşmandır. Dışımızda iken onu görüyor, ona karşı, cihad açıyorduk. Şimdi benliğimize girdi. Kültür hâlinde, sanat hâlinde, ahlâk ve aile hayatı hâlinde, servet ve mülkiyet hâlinde, hattâ din hâlinde bize nüfûz etti. Asıl benliğimiz olduğuna bizi, içimizdeki safdilleri ve masum bir gençliği inandırmak istiyor; muvaffak olduğu yerde kanlı ellerini gösteriyor. 31 Mart Hâdisesi’ni yapıyor, isyanları körüklüyor. Neron gibi Roma’yı yaktırdıktan sonra;

«Romalılar! Uyanın, ayaklanın! Hıristiyanlar şehrinizi yakıyor!» diye tellâllar bağırtıyor.

Şehirlerini kuşatan ordunun ezan sesleriyle dehşete düşen düşman; bu ezanların vatanında, ruhlarına çan seslerini sindirmek için sînesine aldığı nesilleri, kendi kültür yuvalarında zehirliyor. Bunun karşısında bin yıllık bir millet, neşriyatıyla, vicdanıyla, irfanıyla, üniversitesiyle bin yıllık bir millet lâkayt duruyor. Nerede bu kültürün İbn-i Kemalleri?”

Meşhur mütefekkirlerimizden Nurettin TOPÇU yarım asır evvelinde, Tanzimat’tan bu yana vatanımızın maruz kaldığı post-modern işgal hususunda bizi bu cümleler ile uyarmıştı; “Nerede bu kültürün İbn-i Kemalleri?” diyerek âdeta ruh çağırırcasına hasretini dile getirdiği, şahsiyet ise, bir dönem Osmanlı’nın ilmiye sınıfının dirâyet ve firâset dolu lideri, Şeyhülislâm Kemalpaşazâde’dir.

Asıl adı Şemseddin Ahmed’dir. II. Bâyezîd’e lalalık yapan büyükbabası Kemal Paşa’ya nisbetle Kemalpaşazâde, veya İbn-i Kemal diye anılır. 1469 senesinde doğmuştur. Küçük yaşta Kur’ân-ı Kerîm’i ezberleyip hâfız olduktan sonra, Amasya ulemâsından Arap dili ve edebiyatı, mantık ve Farsça tahsil etmiştir.

Kemalpaşazâde; vazifesine sipahi olarak orduda başlamış, zekâsıyla kısa sürede dikkat çekerek ilmiye sınıfına geçmiş, başta Molla Lütfi olmak üzere zamanın büyük âlimlerinden dersler alarak tahsilini tamamlamıştır.

Birçok medresede müderrislik yaptıktan sonra, asıl kıymetini artıran hâdise yaşandı.

Yavuz Sultan Selim zamanında Osmanlı ilmiyesi; Safevîlere karşı harp açma hususunda, ikircikli bir tavra girmişti. Ehl-i kıble ile savaşın uygun olmadığı yönünde, basîretten ve realiteden uzak yorumlar ortalığı bulandırıyor ve ümmette vahdeti sağlamak isteyen padişahın kararlılığını sarsıyordu.

Hâlbuki bu esnada Şah İsmail, gönderdiği dâîler vasıtasıyla, Osmanlı’nın kuyusunu kazmakla meşguldü. Kemalpaşazâde, Şah İsmail’in yaptıklarını dile getirirken şunları söylemektedir:

“O, İslâm kubbesi altındaki muazzam şehirleri şerîatin nûrlarından mahrûm edip dalâlet, zındıklık ve bid’at zulmünün karanlıklarıyla doldurdu, nice hayırlı kimselerin şehidliklerini ve onların ibâdet yerleri olan medrese ve mescidlerini harap ettirdi.”

İbn-i Kemal yazdığı risâlede Şah İsmail’i ve akîdesinin dalâletini ortaya koyarak, Şiîlerle yapılacak savaşın cihad sayılacağını belirtti.

Kemalpaşazâde; 1915’te Edirne kadılığına, 1516’da Anadolu kazaskerliğine getirildi. Anadolu Kazaskeri sıfatıyla, Mısır Seferi’nde Yavuz Sultan Selim Han’ın yanında bulunmuş olan İbn-i Kemal Paşa, padişahtan büyük itibar görmüştür. Kanunî Sultan Süleyman zamanında Şeyhülislâm olan Kemalpaşazâde bu vazifesi sırasında vefat etmiştir.

Dönemlerinde yaşadığı üç padişahın sevgi ve saygısını kazanan Kemalpaşazâde; hadis, tefsir, fıkıh ve kelâm gibi dînî ilimler başta olmak üzere tarih, edebiyat, felsefe, dil ve tıp alanlarında onlarca eser vermiş çok yönlü bir âlimdir.

Kemalpaşazâde; aklı, hakikate ulaşmak için yeterli görmez. Ancak mânevî ilimlerle mezcedilmiş aklın doğru bilgiye ulaşacağını savunur.

Kanunî Sultan Süleyman zamanında, Şeyhülislâmlık mevkiine kadar yükselen Kemalpaşazâde; Ehl-i Sünnet itikadından taviz vermezdi. Tasavvuf yolunun sahih olduğunu, evliyânın hâllerine inanılması gerektiğini ve onların rûhâniyetinden medet ummanın önemli olduğunu belirterek duâlarını almayı tavsiye etmiştir. Tasavvufla ilgili «el-Münîre» kitabında şöyle demektedir;

“Tasavvufta rehberlik yapan kimseye ve ona talebe olacak kimseye ilk vâcib olan şey, İslâmiyet’e uymaktır, İslâmiyet, Allah Teâlâ’nın ve Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in emir ve yasak ettiği şeyler demektir. Denilmiştir ki:

«Bir kimsenin havada uçtuğunu ve deniz üzerinde yürüdüğünü yahut ağzına ateş koyup yuttuğunu görseniz, fakat şerîate uymayan bir iş yapsa; «Kerâmet sahibiyim.» derse de, onu büyücü, yalancı, sapık ve insanları doğru yoldan saptırıcı biliniz!»”

Kemalpaşazâde’nin tarih alanındaki başlıca eseri II. Bâyezîd’in arzusuyla kaleme aldığı Tevârîh-i Âl-i Osmân’dır. Her padişah dönemi için ayrı bir cilt yazan Kemalpaşazâde, 1510 yılı hâdiselerine kadar getirdiği sekiz ciltlik tarihini II. Bâyezîd’e sunmuştur. Daha sonra Kanunî Sultan Süleyman’ın isteğiyle, eserini kaldığı yerden devam ettirerek Mohaç Seferi sonuna, yani 1527 senesine kadar getirmiştir. Böylece Tevârîh-i Âl-i Osmân, Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan 1527 yılına kadar gelen on ciltlik büyük bir eser niteliği kazanmıştır.

Kemalpaşazâde’nin nazım ve nesirde edebî yönü çok kuvvetlidir. Darb-ı mesel hâlini almış kıt‘a ve beyitleri vardır:

Mansıbda bir ola dahî ger âlim ü câhil,
Zâhirde müsâviyse, hakîkatte bir olmaz.
Altun ile farazâ ki berâber çekile seng,
Vezn içre bir olmak ile kıymette bir olmaz!

“Âlim ve câhil kişi aynı makamda da olsalar, zâhiren eşit görünmekle hakikatte aynı kıymette olmazlar. (Âlim elbette câhilden kıymetli ve üstündür.) Nitekim farz edelim altın ile taş tartılsa, tartıda bir oldular diye, kıymetçe eşit olmazlar!”

Mısır Seferi’nin uzaması üzerine ûlema ve askerler vatan özlemi çekmeye başlamış, lâkin sert mîzâcı sebebiyle hiç kimse Yavuz Sultan Selim’e vaziyeti aktaramamış.

Bir gün İbn-i Kemal Paşa; Yavuz Sultan Selim Han ile sohbet ederken, Padişah askerlerin durumunu sorup;

“–Ortalıkta neler konuşuluyor?” der.

Kemalpaşazâde de bunun üzerine;

“–Padişahım, yolda gelirken askerlerden biri bir türkü söylüyordu ve şöyle diyordu;

Nemiz kaldı bizüm mülk-i Arab’da,
Nice bir dururuz Şâm ü Haleb’de,
Cihan halkı kamu ayş ü tarabda,
Gel ahî gidelüm Rum illerine.

«Neyimiz kaldı bizim bu Arab diyarında, Şam’da ve Haleb’de niçin dururuz? Cihan halkı hep şenlik içinde yaşamakta. Gel kardeş, gidelim Rum diyarına.»” diyerek kendi yazdığı dörtlüğü okur. Yavuz Sultan Selim dörtlüğü çok beğenir ve;

“–Yakında!” cevabını verir.

Mısır Seferi’nin dönüşünde Kemalpaşazâde’nin atının ayağından sıçrayan çamurun padişahın kaftanını kirletmesi üzerine Yavuz Sultan Selim’in;

«Ulemâ ayağından sıçrayan çamurların medâr-ı zînet ve bâis-i mefharet» olacağını söyleyerek kaftanının ölümünden sonra sandukası üzerine örtülmesi vasiyetinde bulunduğu rivâyet edilir.

Şeyhülislâmlığı esnasında 1534 senesinde vefat eden İbn-i Kemal için;

«İrtehale’l-ulûmu bi’l-Kemal» (Kemal’le birlikte ilimler de öldü.) (h. 940) ibâresi tarih düşürülmüştür.