İNSANLIĞIN FİLİSTİN’LE İMTİHANI

B. Cahit ÖZDEMİR bcahit@hotmail.com

 

Bir an durulup, mümkün olsa da bütün insanlığın ne ile meşgul olduklarına bakılabilse; herkesin meşrû veya gayr-i meşrû bir şeylerle uğraştıkları görülecektir. Ancak ne yazık ki, dünyanın kan ve ateşler içinde, her gün biraz daha yaşanılamaz hâle gelmesi nazar-ı dikkate alınınca; umumiyet itibarıyla çoğunluğun ve bilhassa önde gelenlerin, dünyevî ihtirasların peşinde dünyanın ve insanlığın hayrına çalışmadıkları kanaati hâsıl olacaktır. Hâlbuki; «Dünyaya nereden ve niçin gelindiği, nereye ve niçin gidildiği…» gibi ufuk açıcı tefekkürle muhakeme edildiğinde, bu gidişâtın yanlış olduğu anlaşılabilecektir. Nitekim, Kur’ân-ı Kerim’de bu hususa işareten; 

 

“Biz, gökleri, yeri ve bunlar arasındakileri oyun olsun diye yaratmadık.” (el-Enbiyâ, 16) buyurulur. Bununla alâkalı hikmet, defalarca; 

 

“O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için, ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak gāliptir, çok bağışlayıcıdır.” (el-Mülk, 2) diye îkaz buyurulur. Bu cümleden olarak; günümüzün yoğun câhiliyye karanlığına rağmen, kendisine ihsan buyurulan istîdatların hakkını vererek tefekkürde derinleşebilenlerin, hidâyet nûruyla saâdete kavuştuklarına sık sık şâhit olunuyor.

 

Bugün insanlık; fevkalâde büyük ve önemli bir imtihan olan ve kurtuluşunu Kudüs’ün kurtuluşuna bağlayan Filistin meselesiyle karşı karşıya. O Kudüs ki; defalarca hak ile bâtılın mücadelelerine sahne olan ve müslümanlar için pek çok açıdan mânevî değere sahip mübârek bir şehirdir. 

 

Mescid-i Aksâ ilk olarak tahminen (M.Ö. 965-926) yılları arasında Hazret-i Süleyman -aleyhisselâm- tarafından inşâ ettirilmiştir. Hicretten on altı ay sonraya kadar müslümanların kıblesi olan Mescid-i Aksâ, aynı zamanda İslâm’ın üç mukaddes mekânının da üçüncüsüdür. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- burada «mîrâc»a çıkarken, bütün peygamberlere de namaz kıldırmıştır. Bu husus Kur’ân-ı Kerim’de şöyle beyan buyurulur:

 

“Kulunu (Muhammed -aleyhisselâm-’ı); gece vakti, âyetlerimizden bazılarını göstermek için Mescid-i Harâm’dan, çevresini mübârek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir. O, her şeyi işitir ve görür.” (el-İsrâ, 1)

 

Kudüs, Hazret-i Ömer devrinde fethedilmiştir:

 

“Suriye seferinde, fetihten sonra Şam’a gelen Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- Kudüs’e de uğrayıp Mescid-i Aksâ’yı ziyaret etti. Telbiye ile gece vakti Mescid’e girdi; namaz kıldı. Sabah da, cemaatle namaz kıldırdı. Daha sonra Kudüs halkı ile beraber, asırlardan beri kendi hâline terk edilen Mescid-i Aksâ’da biriken ve etrafını kirleten çöpleri, pislikleri temizledi. Orada yahudilere de, Mescid’e emniyetle girme hakkını tanıdı. Kudüs’teki kiliselere dokunulmaması için emir verip, hıristiyanlarla sulh anlaşması yaptı.”*

 

Altıncı Emevî Halîfesi Velid (666-715); daha önceleri defalarca tamir edilen Mescid-i Aksâ’yı, bugünkü hâline benzeyen şekliyle yeniden yaptırdı. Haçlılar; müslümanların idaresinde huzurla geçen dört asırdan sonra, 1099’da Kudüs’ü işgal ettiler. Haçlılar; işgalden sonra, kadınlar ve çocuklara varıncaya kadar halkı kılıçtan geçirdiler. O zamanki vesikalarda; «Cesetlerin dağlar gibi yığıldığı; atların dizlerine kadar kan deryâsında yürüdükleri» zikredilir. Haçlı çapulcular, Mescid’i de yağmalayıp kiliseye çevirdiler. Sultan Salâhaddîn-i Eyyûbî, 1184’te, şehri kan dökmeden geri alarak adâlet ve huzuru sağladı; Mescid’e aslî hüviyetini tekrar kazandırdı. Kudüs’ün 1517’de Osmanlı idaresine geçmesiyle de, Mescid-i Aksâ’nın şânına lâyık bir şekilde bakım ve tamiratına devam edildi. Devletin en buhranlı son zamanlarında, Filistin’i tahtı ve canı pahasına yüksek dirayet, firâset ve basîretiyle koruyan Sultan Abdülhamid Hân’ı rahmetle hatırlamak gerekir.

 

Birinci Dünya Harbi’nde Filistin’i müdafaa eden 25 bin kişilik Osmanlı kuvveti; çarpıştığı düşmanın devamlı takviye alması sebebiyle, daha fazla dayanamadı. İngilizlerin 1917’de Kudüs’e girmeleriyle, Filistinlilerin «büyük felâket» diye adlandırdıkları kara günler başlamış oldu. Batılı ülkelerin her türlü destekleri ve Siyonist terör teşkilâtlarının ağır baskı ve katliâmları ile Filistin, zamanla tamamen istîlâ edilmiştir. Bu barbarlık, elde kalan son dilim olan Gazze’nin de yutulması ile devam ettirilmek istenmektedir. Bu maksatla 7 Ekim 2023’te etrafı kuşatılıp; su, gıdâ, elektrik, iletişim ve yakıt girişi kesilen Gazze’de; denizden karadan ve havadan gece-gündüz devamlı bombalanarak, dünyanın gözleri önünde, belki de tarihin bir örneğini daha görmediği fecaatte bir soykırım vahşeti irtikâb ediliyor. Öyle ki; milletlerarası mevzuata göre korunması gereken mâbedler, hastahâneler, okullar, yardım kuruluşları, Birleşmiş Milletler ofisleri, basın mensupları ve bütün siviller… yasak silâhlar da kullanılarak pervâsızca bombalanıyor.

 

1948’de, İslâm âleminin bağrına, batının mûtemedi hükmünde ve haçlı kininin sevkiyle bir hançer gibi saplanan bu Siyonist teşkilât, devlet olma vasfından bile mahrumdur. Hiçbir milletlerarası karara uymayan, estirdiği teröre isyan eden dünya kamuoyunu hiç umursamayan, siyâsî sınırları hayalindeki «arz-ı mev‘ud» ihtirasında saklı olan, fırsat buldukça etrafındaki devletlerden parça parça koparıp yutan ve sadece yahudi olanların temsilcisi olduğunu beyan eden bu gürûha, ancak bir terör çetesi denebilir. Allah Teâlâ’nın inzal buyurduğu dîni, nankörlük ve ihtiraslarının tatmini için tahrif ederek hususî dinleri hâline getirmişler ve Allah Teâlâ’ya -hâşâ- yalan ve iftira isnâd etme alçaklığını irtikâb ederek, dünyanın başına belâ olmuşlardır.

 

Bu Siyonist gürûhun hezeyanlarına göre; imtiyazlı millet olan kendileri dünyanın efendisi olup, -hâşâ- hayvan mesâbesinde olan bütün diğer insanlar onların hizmetçisidirler. Eğer itaat etmezlerse; «kedilerine, köpeklerine varıncaya kadar» yok edilmelidirler. Bu koyu taassupları sebebiyle; tarih boyunca baskı altında tutulmuşlar, kendilerine gönderilen; onları terbiye edip selâmete çıkarmakla vazifeli peygamberleri de dinlemeyip, bazılarını şehîd etmişlerdir. Kirli emellerine ulaşmak için; sayıları az olmasına rağmen, bulundukları cemiyetin idare, eğitim, finans, sermaye, ilim, sanat, basın… gibi cemiyete yön veren ve içtimâî bünyeyi inşâ eden müesseselerine hâkim olmaya çok önem vermişlerdir. Bugünkü birkaçı hâriç bütün batılı devletler ve onların dümen suyundaki başkaları, aralarındaki ezelî düşmanlığı unutup, bu çetenin zulümlerine kayıtsız şartsız destek vermektedirler. Demokrasinin beşiği olma iddialarına rağmen; kamuoylarının isyanları, onları bu zilletten kurtaramamaktadır. Son günlerde ortaya çıkan yeni bir habere göre; tesirli makam sahiplerinin yüz kızartıcı hâllerini kaydedip, şantaj yaparak kendi kirli emelleri istikametinde kullandıkları da ortaya çıkmıştır.

 

Filistin bir ibretler meşheridir. Filistin halkı vatan bağlılığı ve müdafaası, cihad, şehâdet, Kudüs aşkı, insanlık… gibi yüksek değerler için bütün dünyaya nümûne-i imtisal teşkil etmektedir. Yalnız başlarına kalsalar da, cihad rûhuyla ve şehâdet aşkıyla şahlanıp, canlarını dişlerine takarak vatanlarını ve mübârek mekânı, Siyonist teşkilât ve destekçilerine karşı müdafaa etme mücadelesini yürütmektedirler. Vatanlarından sürülme zulmüne karşı, Filistin dışında olanlar bile, şehîd olmak için dönüp, direnmektedirler. Esir edilen İsrail vatandaşları; kurtulduktan sonra, kendilerine misafir muâmelesi gösteren Filistinli savaşçılarla vedâlaşmakta, nezâketlerinden dolayı onlara teşekkür etmektedirler. Bugünlerde, Filistin’de tarihin en şanlı destanlarından birisi yazılıyor. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz; 

 

“Îmân iki kısımdır yarısı sabırda, yarısı şükürdedir.” (Süyûtî, el-Câmiu’s Sağîr, s.186, H. No: 3106) buyuruyor. Kadınlar, çocuklar, ihtiyarlar dâhil ebedî saâdet için, vatan ve Kudüs uğruna dünyadan vazgeçen; 

 

“Allah bize yeter; O ne güzel vekildir!” diyen Filistin halkı, -Allâhu a‘lem- bu fevkalâde zor imtihanı kazanmıştır. Onların bu hasbîliğinin bereketiyle, bu sabrın ve şükrün kaynağını inceleyen dünyanın her tarafından çok sayıda insan, hidâyet nûruyla şereflenmektedir. Dünyada, yahudiler de dâhil, her milletten vicdan sahibi insanlar gerçekleri anlayarak; tutuklanmak, işlerinden atılmak, tehdit ve saldırılara mâruz kalmak pahasına büyük nümâyişlerle Siyonist teşkilâtı ve destekçilerini tel‘in etmektedirler. 

 

Siyonist teşkilât, muharref kitaplarına atıfta bulunarak zulmünü icrâ ediyor. Kur’ân-ı Kerim’de;

 

“Kim Allâh’a karşı yalan uydurandan daha zâlim olabilir? Onlar (kıyâmet gününde) Rablerine arz edilecekler, şâhitler de; «İşte bunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir.» diyecekler. Bilin ki, Allâh’ın lâneti zâlimlerin üzerinedir!” (Hûd, 18) buyuruluyor. 

 

İdare mevkiindekilerin; 

 

“Onlar insan değiller; çocukları öldürmemizi Tanrı emrediyor; askerler kadınlara tecavüz edebilir…” gibi akla ziyan hezeyanlarla Allâh’a -hâşâ- iftira atmaları, havsalanın almayacağı bir zulümdür, alçaklıktır. 

 

«Haçlı» kinlerini din edinen batılı devletler, İslâm düşmanlığı sâikiyle, Siyonist zulmü bütün imkânlarıyla desteklemektedir. Bu uşaklık, ulemânın; «Küfür tek millettir.» (Ebû Dâvûd, Ferâiz, 11) tesbitinin bir tezâhürüdür. Gazze’de, takrîben dörtte üçü çocuk ve kadın olmak üzere on binlerce sivil katledildi, dikili bir taş kalmamacasına bütün binaları bombardımana tâbî tutuldu, su kaynaklarının bulunduğu bölgelere -bir daha kullanılmasın, diye akla ziyan bir nefretle- deniz suyu basıldı… Bu, sadece bütün varlıklarıyla Gazze’nin, Filistin’in yeryüzünden silinmesi değil; Allah Teâlâ’nın en güzel kıvamda yarattığı insana, onun fazîletlerine, güzelliklerine, yüksek değerlerine, hulâsa Allah Teâlâ’ya -hâşâ- açılmaya cür’et edilmiş bir savaştır.

 

«Arz-ı Mev‘ûd» ihtirasıyla dünyayı bir kıyâmet savaşına çekmeye uğraşan Siyonist teşkilât ve onun zulmüne ortak olan bu küfür milletinin zulmünü umursamayanlar, Filistin’in derdini dert edinmeyenler, ellerindeki mevcut imkânları kullanmayanlar, mazlumların yanında olabilmek için gerekli her türlü tedbirleri almaya ve hazırlıkları tamamlamaya gayret etmeyenlerin; yapabildikleri, yapamadıkları ve yapmadıkları ile bu dehşetli imtihanda değerlendirilecekleri şüphesizdir. Siyonist teşkilâtın «Arz-ı Mev‘ûd» ihtirası, yapılan zulümler, akan kan, Mescid-i Aksâ’yı yıkma yolundaki faaliyetler, dünyanın umurunda değil. Birleşmiş Milletler teşkilâtı, sömürgeci beş dâimî üyenin oyuncağı vaziyetindedir. İslâm dünyası ise; birlik hâlinde olamayıp, başlarına musallat edilmiş meselelerle oyalanmaktadır. Bu cümleden olarak; Kudüs’ün ve Filistin’in maruz kaldığı terör, işkence ve katliâm, İslâm dünyasının gündeminde yeteri kadar yer alamamaktadır. 

 

Kudüs’ün müdafaası, yalnızca, çok zor şartlara mahkûm Filistinlilerin meselesi değildir. Kudüs ve Filistin meselesi; İslâm âleminin olduğu kadar bütün insanlığın da itibarıdır, haysiyetidir, şerefidir. İslâm âlemi; bir taraftan kendisi bu hakikate hazırlanmakla, diğer taraftan insanlığı uyandırmakla mükelleftir. 

__________________

* Rehber Ansiklopedisi, c. 12, s. 22.