Îmânın Tezâhürü; KÂMİL ŞAHSİYET

B. Cahit ÖZDEMİR bcahit@hotmail.com

 

 

Îman; hikmete kavuşturan, hakikatlerin görülebilmesini temin eden nurdur; bu olmadan sırlar ayân olmaz. 

 

Nitekim Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh-, Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i görüp, peygamberlerden sonra en üstün insan olma saâdetini kazanmıştır. 

 

Fakat, daha önce kabîlesi arasında «hikmetin babası» mânâsına gelen «Ebu’l-Hakem» künyesi ile bilinen Amr bin Hişâm, o «Varlık Nûru»nu gördüğü hâlde, Ebû Cehil lâkabıyla, «Esfel-i Sâfilîn» derekesine yuvarlanmıştır. 

 

Mevlânâ Hazretleri bu ibretâmiz vâkıayı şöyle îzah buyuruyor: 

 

“Ebû Cehil, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i gördü, ama O’ndaki güzelliği göremedi, O’nu sevmedi, getirdiklerini çirkin gördü; 

 

«–Yâ Muhammed; ne çirkinsin. Sen’in gibi çirkin adam görmedim.» dedi.” 

 

“Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh-, Peygamber -aleyhisselâm-’ı gördü ve O’nun getirdiği hidâyeti güzel görüp tâbî olarak; 

 

«–Sen bir güneşsin, parlayarak dünyayı aydınlattın.» dedi.” 

 

“Hazret-i Peygamber her ikisine de; 

 

«–İkiniz de doğru söylediniz, çünkü ben bir aynayım; kim bakarsa, ben de kendini görür.» dedi.”2

 

Fudayl bin İyaz -rahmetullâhi aleyh- Hazretleri, mü’minin vasıflarını; «susması tefekkür, konuşması hikmet, bakışı ibret, ameli iyilik» olarak sayıyor. Îmânın kazandırdığı bu keyfiyet çerçevesinde, mü’min firâset ve basîretle hakikati keşfetme istîdâdına kavuşuyor. Bu mesele; îmandan mahrum olanların, nelerden de mahrum kaldıklarını gösteren bir husustur. Nitekim; ilim adamı sayılan nice şahısların, meselelere bakış ve hakikatleri görebilme sadedindeki hayreti mûcip acziyetleri, sıkça karşılaşılan bir vâkıadır. Bu cümleden olarak ferdin; ilim tahsili için harcanan yıllardan sonra, ilimden payına düşenin faydasızlıkla malûl olması, hattâ cemiyet için zararlı hâle gelmesi bahis mevzuu olabilmektedir. 

 

Şahsiyet; ferdin cemiyette ahlâk ve muâmelâtıyla tanınan, değerlendirilen varlığıdır. Bu hem doğuştan gelen hem de sonradan kazanılan hususiyetleri ihtivâ eder. 

 

“Nurettin TOPÇU’ya göre okul, öğrenciyi hür iradesiyle düşünebilen bir şahsiyet sahibi yapmalıdır. Böyle yetişen insan; haksızlıklara başkaldıran, sorumluluk hissinde, işinin ehli, fedâkâr ve neye hizmet ettiğinin şuurunda olacaktır. Topçu, şahsiyet sahibi insan; -Mehmed Âkif’i örnek göstererek- O’nun gibi sorumluluk sahibi ve ilkeli olmalı, der.”3 

 

Kâmil îmânın tezâhürü, kâmil bir şahsiyettir. İslâm, eski tabirle; «nev‘i şahsına münhasır» bir İslâm şahsiyeti gerektirir. Kur’ân-ı Kerim’de; 

 

“Ey îmân edenler! Sizden her kim dîninden dönerse; muhakkak Allah Teâlâ bir kavmi getirir ki, onları sever, onlar da O’nu severler. Mü’minlere karşı mütevâzı olurlar, kâfirlere karşı da izzet sahibidirler. Allah yolunda savaşa atılırlar ve kınayanın kınamasından korkmazlar…” (el-Mâide, 54) beyanıyla bu keyfiyete de işaret buyurulur. Şahsiyetin en güzel örneği olan Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;

 

“Kim bir kavme benzemeye çalışırsa, o da onlardandır.” (Ebû Dâvûd, Libâs, 4/4031) buyurarak gayr-i müslimlere benzemeyi kesinlikle yasaklamışlardır. Nitekim, Kur’ân-ı Kerim’de; 

 

“…Gazaba uğrayanların ve sapıkların (yoluna) değil.” (el-Fâtiha, 7) beyanıyla, İslâm dışındakilerin yoluna sapmaya karşı îkaz buyurulmaktadır. 

 

Ancak bir içtimâî vâkıa olarak; Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesinden çekilmesinden sonra, mağlûp tarafta olmaları hâlet-i rûhiyesi ile İslâm ümmeti, önemli nisbette batı taklitçiliğine yönelmiştir. Bu, «cellâdına sevdalanmak» diye de tarif edilen «Stockholm Sendromu», maalesef İslâm coğrafyasının acı bir gerçeğidir. Bu, batının hayat tarzının taklidiyle tezâhür eden marazî hâli, merhum Cemil MERİÇ; 

 

“İzmler, idrâkimize giydirilen deli gömlekleri. İtibarları, menşelerinden geliyor. Hepsi de Avrupalı…” diye açıklıyor. 

 

Nitekim mâzîsi, mazlumlar coğrafyasını iliklerine kadar sömürüp, kan ve ateşler içerisinde çırpınmaya mahkûm etmek olan batı ile kültür ve medeniyet birliği sevdasına kapılıp, onun hayat tarzını kabul etme zilleti bahis mevzuudur. Bu marazî vaziyet; «dünyevîlik» vasfıyla içtimâî bünyede derin yaralar açmış, rahmet medeniyetinin vârislerinin gönül âlemini çoraklaştırmış, mahvetmiştir. Şanlı medeniyete can veren mukaddesleri, nişâneleri horlanarak dışlanmış; âdeta onların yerine batının dünyevî değerleri yerleştirilmiştir. İslâm âleminin en önemli derdi, bu doku uyuşmazlığının sebep olduğu buhranlardır.

 

Örnek şahsiyet olmak, başlı başına, en tesirli bir nasihattir. «Asr-ı Saâdet» cemiyeti, ahlâkı Kur’ân olan «en güzel örnek» Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’le aynîleşme gayretinin neticesidir. Onları teselsülen takip eden nesiller, asırlar süren bir rahmet medeniyetinin temsilcileri olmuşlardır. 

 

“…1992-1995 yılları arasında, dünyanın gözleri önünde katliâm ve vahşetlere maruz bırakılan Bosna’nın büyük mücâhid ve mütefekkir lideri Aliya İZZETBEGOVİÇ’e bir gün askerlerinden biri gelerek; 

 

«–Sırplar bizim namusumuza saldırıyorlar; sivilleri acımadan katlediyorlar; kadınlarımızı, yaşlılarımızı ve çocuklarımızı öldürüyorlar. Buna bîgâne kalmamalıyız!» der. 

 

Aliya İZZETBEGOVİÇ ise şu veciz cevabı verir: 

 

«–Sırplar bizim öğretmenimiz değiller. Biz de zâlimlerden olursak, zulme karşı savaşmamızın bir mânâsı kalmaz! Biz, Kitâb’a uyacağız. Savaş; ölünce değil, düşmana benzeyince kaybedilir!..»”4 

 

Uyulması gereken istikamet hususunda; Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurur: 

 

“Size iki şey bırakıyorum. Bunlara sımsıkı sarıldığınız müddetçe, asla dalâlete düşmezsiniz: 

 

•Allâh’ın Kitâbı (Kur’ân-ı Kerim) ve 

 

•Rasûlü’nün sünneti.” (Muvattâ, Kader, 3) 

 

Şüphesiz, asırlar süren şanlı medeniyetimizin şiârı bu düstur olmuştur. Kur’ân-ı Kerim’de, âhireti kazanmanın teminatı şöyle ifade buyurulur: 

 

“O gün ne mal fayda verir, ne de evlât! Ancak, Allâh’a kalb-i selîm ile gelenler müstesnâ!” (eş-Şuarâ, 88-89) 

 

Kelâm-ı kibarda; hayatın gayesi, «kesb-i kemâl edip seyri Cemâl’e ermek» olarak hulâsa edilir. Bu maksada mâtuf esas da; örnek almak değil, örnek olmaktır. Bu cümleden olarak; 

 

Cemiyetimizin, asr-ı saâdet meltemleriyle yeniden ihyâsına, ancak şahsiyetleri bu mihverde teşekkül etmiş fertlerle ulaşılabilecektir.           

 

_______________ 

 

İslamveihsan.com (Kaynak: İslâm Akāidi, Erkam Yay.)

 

Gülistan,s. 172.

 

C. Özmen-H. Öztürk: Turkish Studies, s. 2018. 

 

Osman Nûri TOPBAŞ: Altınoluk, s. 450.