Müstesnâ Bir Gecede İnen Yüce Kelâma MÜSTESNÂ BİR MUSHAF!

Hasan TOPBAŞ hasantopbas87@gmail.com

 

 

Küçük, büyük; gencinden yaşlısına mü’min gönüllerin her sene teşrîfini büyük bir iştiyakla beklediği, mağfiret iklimine bir kez daha kavuşmuş olmanın sürûr ve bahtiyarlığı içerisindeyiz. 

 

O, öyle bir iklimdir ki; günahların katılaştırdığı kalplerimizi îman vecdi ile tekrar yumuşatacak, gafletin çoraklaştırdığı gönülleri tekrar yeşertecek, sene içerisinde, fuzûlî meşguliyetlerle tıkanan idraklerimizi yine o muhteşem tesiri ile pırıl pırıl coşan bir nehir kıvâmına getirecek ve en nihayetinde bizi, dünyaya geliş ânımızdaki gibi pîr ü pak bir hâlde bayram sabahına vâsıl eyleyecek… 

 

Ne mutlu; bu kıymeti yüce vakitleri hakkıyla değerlendirip, yüz akı ile bayram sabahına ulaşabilenlere…

 

Yine o lutfu bol Rabbimiz; «sultânü’ş-şühûr» (ayların sultanı) olan Ramazan ayı içerisine bir de «efdalü’l-leyâl» (gecelerin en fazîletlisi) nâmıyla mâruf Kadir Gecesi’ni ihsân eylemiştir ki, mü’minler için son derece mühim bu iki fırsatın kıymetini idrâk etmek hususunda Muhterem Osman Nuri TOPBAŞ Hocaefendi’nin şu ifadeleri ne kadar mânidardır: 

 

“Cenâb-ı Hak, çok cömerttir. O’nun muazzam kereminin en güzîde şâhidi, kullarına ikrâm ettiği Kadir Gecesi’dir. Kerîm olan yüce Allah; bu geceyi ihyâ edene, 1.000 aydan daha fazla ecir bağışlamaktadır. 1.000 ay; 80 küsur sene, nicesinin bir ömründen fazlası… 

 

Düşünmeli; 

 

O’nun bu muazzam cömertliğine bizim nasıl bir hamd ve şükür ile mukabelede bulunmamız îcâb eder! 

 

İKİ BÜYÜK KIYMET 

 

Cenâb-ı Hak, bu büyük mükâfâtı kime ve hangi vesile ile ihsân eyledi? Yüce Allah; bu müstesnâ lutfu, Rasûlullah Efendimiz’e ihsân eyledi ve Kur’ân-ı Kerim vesilesiyle ikrâm eyledi… Demek ki, Cenâb-ı Hak katında en kıymetli iki varlık; Fahr-i Kâinât Efendimiz ve yüce Kelâmullah’tır. Öyleyse, bizler de; 

 

•Kur’ân-ı Kerîm’i gönlümüzde ve hayatımızda bütün ihtişamıyla hem yaşayıp hem de yaşatırsak,

 

•Hayatımızı Kur’ân ve Sünnet’in tâlimatlarıyla tezyîn edebilirsek, 

 

•Evlâtlarımızı Kur’ân ve Sünnet ikliminde yetiştirip, onlara İslâm şahsiyet ve karakterini mîras bırakabilirsek, Allah katında değerli oluruz. 

 

Çünkü; 

 

•Cibrîl Kur’ân’ı indirdi, meleklerin en fazîletlisi oldu. 

 

•Kur’ân, Peygamber Efendimiz’e indi. O, bütün rasûllerin seyyidi oldu. Âlemlere rahmet oldu.

 

•Kur’ân; ümmet-i Muhammed’e geldi, o ümmet, ümmetlerin en hayırlısı oldu.

 

•Kur’ân; Ramazan ayında indi, o ay, ayların en hayırlısı oldu. 

 

•Kur’ân; Kadir Gecesi’nde indi, o gece, bin aydan daha hayırlı oldu. Bütün gecelerin en hayırlısı ve en fazîletlisi oldu. 

 

Ey mü’min!.. Eğer Kur’ân senin kalbine ve hayatına rehber olursa, insanların en hayırlısı olursun!”  (Osman Nûri TOPBAŞ, Kur’ân ve Sünnet İki Cihanda Rahmet, Yüzakı Yay., İstanbul-2021, s. 383-385)

 

Böylesi müstesnâ bir vakit içerisinde inzâl olup, teşrif eylediği her mevkii eşref ve efdal hâle getiren «Sözlerin En Güzeli»ni, medeniyetimizin ihtişamını en güzel şekilde tezâhür ettiren sanatlardan biri olan «Hüsn-i hatt»ın temsilcileri de mükemmel bir sûrette yazmayı kendilerine şiâr edinmiş ve neticede bakmaya doyum olmayan nice muhteşem «Mushaf-ı Şerif»ler meydana getirmişlerdir.

 

İşte, bu kıymetli mushaflarımızdan, eşine belki de hiç rastlanamayacak nâdîde bir tanesini de; hezarfen diye tabir edebileceğimiz; unvânından da anlaşılacağı üzere devlet adamı, büyük hattat ve aynı zamanda mûsıkîşinas Kazasker Mustafa İzzet Efendi (1801-1876) medeniyetimize kazandırmıştır.

(Mushaf kapağına ait görüntü)
(Orta kısmı sarı, kırmızı, yeşil tonunda altınla boyanmış; saz yaprakları ve buketlerle süslenmiş; arta kalan kenarlar ise altın zencirek ile çevrelenmiştir.)

 

 

ESERE DAİR;

 

Mevzubahis Mushaf’ımız hicrî 1253, mîlâdî 1873 tarihinde yazılmış olup; 17,5 x 10,7 cm ebatlarında, 308 yaprak ve her sahîfede on beş satır olacak şekilde tertip edilmiştir. Esere yukarıda belirttiğimiz nâdîdelik özelliğini katan nokta ise;

 

Kur’ân-ı Kerim yazıcılığı hususunda bugüne kadar hattatlarca hiç kullanılmamış olan ve İran’da îcat edilmekle beraber, usta hattatlarımızın elinde Türk âhengine kavuşmuş «tâlik hattı» ile yazılmış olmasından ileri gelmektedir. 

 

Bahsedilen yazı türünde hareke işaretleri kullanılmadığı için, mushaf yazımında tercih edilmemiş; ancak, Kazasker Efendi’nin, harekeleri eserine büyük bir maharetle yerleştirmesi ve bununla beraber, tâlik hattının zarif görünüşünün de göz önünde bulundurulması neticesi, estetikte mükemmellik sağlanmıştır.

(Eserde, Kadir Sûresi’nin yer aldığı sahife)

 

ESERDEKİ TEZYÎNÎ UNSURLAR:

 

Kur’ân-ı Kerimlerde Fâtiha Sûresi ve Bakara Sûresi’nin ilk dört âyetinden müteşekkil olan ve «Serlevhâ» diye adlandırılan kısmında, yazı alanının etrafından başlayarak, sayfa kenarına kadar yayılmış ayrıntılı bir tezhib işlemi ile keskin sınırlardan kurtulmuş ve eserin giriş kısmındaki letâfeti temin etmiştir. 

 

Yine, sanatlı nüshalarda gelenek olduğu üzere; okuyana kolaylık sağlayan, sayfa kenarındaki işaretlerin her biri renk renk çiçekli buketler, bol çiçekli vazolar şeklinde yapılmış, sûre başı çerçeveleri de akantus yaprakları ve çiçeklerle süslenmiştir.

 

ESERİN SANATKÂRLARINA AİT İMZA KAYITLARI:

Hattatımız imza kısmını;

Mustafâ İzzet-i tahrîre olunca tevfîk,

Eyledi Mushaf’ı tâ Arş-ı berîne tâlik…

 

“Mustafa İzzet’in yazması için Allah’tan yardım ulaşınca, Mushaf’ı göğün ta en yüksek katına astı.” şeklinde bir beyit ile desteklemiş ve; «Sene 1253 Muharrem» (m. 1837) tarih kaydını düşürmüştür.

 

Tezhib imzası ise, sümbül çiçeğinin dip kısmında yer alan altınlı çerçeve içinde «Zehhebehû Hasan 1256» şeklinde (m. 1840) yazılıdır. Dolayısıyla, eserin yazımı ile bezemesinin yapıldığı tarih arasında, üç yıllık bir fark olduğu dikkati çekmektedir.