İÇTİMÂÎ DAYANIŞMANIN ESASI PAYLAŞMAK

B. Cahit ÖZDEMİR bcahit@hotmail.com

Bütün canlılardaki müşterek hususiyet; aynı türdekilerin birlikte, beraber yaşama ihtiyacında olmalarıdır. Hususiyle de, en mütekâmil canlı olan insan; fıtrat olarak, bu hususiyeti sevk-i tabiî ile değil, şuurla icrâ eder. Bu hususa işaretle, Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurulur:

“İyi işler ve takvâ konusunda yardımlaşın; günah ve düşmanlık hususunda yardımlaşmayın…” (el-Mâide, 2)

Her insanın bedenî ve rûhî hususiyetleri bakımından farklı olması, onu beraber yaşamaya icbâr eder. İçtimâî bir varlık olarak tarif edilmesinin mesnedi de budur. Cemiyet içinde; güç-kuvvet, içtimâî mevki, istîdat… gibi farklı vasıfların îcâbı olarak, herkes birbirine muhtaç, hattâ zimmetli durumdadır. Bu beraberlikte, bazı fertlerin üzerlerine düşen mes’ûliyetlere riâyet etmemeleri sebebiyle, içtimâî hayatta aksaklıklar, buhranlar ortaya çıkar. Buna meydan verilmemesi için, Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;

“Sizin en hayırlınız, insanlara faydalı olandır.” (Beyhakî, Şuab, VI, 117) buyurur. Dünyanın cezbedici nimetleri, insanı bu mes’ûliyetten gafil bırakmamalıdır. Nitekim, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, gördüğü güzel bir vâdiye yerleşmek için izin isteyen bir sahâbîyi, şöyle îkaz buyurur:

“Sizden birinin Allah yolundaki (cihad, tebliğ ve benzeri) faaliyeti; evinde (cemaatten uzak şekilde kendi kendine) yetmiş sene kılacağı namazdan daha fazîletlidir.” (Tirmizî, Fedâilü’l-Cihâd, 17)

Bir cemiyetin devamlılığı için gerekli olan dayanışmanın en önemli esaslarından birisi, «paylaşmak» mefhumudur. Bu mükellefiyet ihlâsla yerine getirildiği takdirde, fertler huzura kavuşur; cemiyetin bütün engelleri aşarak, selâmete çıkması mümkün olur.

Paylaşmakla alâkalı olarak Kur’ân-ı Kerim’de;

“O (takvâ sahipleri); gayba îmân eder, namazlarını dosdoğru kılar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan infâk ederler.” (el-Bakara, 3) buyurulur. Bu paylaşmanın keyfiyeti de şöyle ifade buyurulur:

“Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe, siz birre (hayrın kemâline) eremezsiniz…” (Âl-i İmrân, 92)

Tarihte kardeşlik hukukunun en muhteşem şekilde teessüs ettiği emsalsiz örnek, «Asr-ı Saâdet»tir. Kur’ân-ı Kerim’de, Mekke’den gelen muhâcirlerle, yerli ensar arasında tesis edilen bu kardeşlik;

“Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine îmânı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri sever; onlara verilenler karşısında içlerinde bir çekememezlik hissetmezler; kendileri zarûret içinde bulunsalar bile, onları kendilerinden önde tutarlar…” (el-Haşr, 9) diye ilâhî iltifata mazhar kılınmıştır. Allah Teâlâ için her şeylerini Mekke’de bırakarak gelen muhâcirlerle, sahip oldukları her şeyi onlarla cân u gönülden paylaşan ensar arasındaki bu emsalsiz kardeşliğe bir misal şöyledir:

“Sa‘d bin Rebî -radıyallâhu anh- kendisiyle kardeş ilân edilen Abdurrahman bin Avf -radıyallâhu anh-’a şöyle dedi:

«–İşte mallarım, onların yarısını sana veriyorum.»

Abdurrahman bin Avf -radıyallâhu anh- ise;

«–Allah mallarını bereketli kılsın. Aile halkına da afiyet versin. Sen bana Medine çarşısını göster kâfî.» karşılığını verdi.”*

Cemiyetteki dayanışma şuuru zor günlerde sınanır; bâdirelerle baş edilip edilemeyeceği, böyle günlerde belli olur. Ülkemiz; son birkaç yıldır maruz kaldığı birtakım sıkıntılar karşısında, maalesef iyi bir imtihan verememiştir. Bu vaziyet, batıdan esen dünyevî (seküler) cereyanların içtimâî bünyemizi nasıl ifsâd ettiğinin, mânevî yönümüzü ne kadar çoraklaştırdığının bir alâmetidir. Şüphesiz, aynı menfî vaziyet bütün İslâm ülkeleri için de bahis mevzuudur. 2019 yılında baş gösteren, Covid hastalığı salgınının ülkemize de ulaşması ihtimali kuvvetlenince; maske, kolonya gibi en basit malzemelerin tezgâhlardan çekilip derhâl fâhiş fiyatlarla karaborsaya düşmesini ibretle hatırlıyoruz.

Kezâ; belli aralıklarla sokağa çıkma yasağı uygulanabileceği söylentileri ile beraber, gıdâ maddelerinin elde fazlasıyla bulunduğu açıklanmasına rağmen, satış yerlerinin âdeta yağmalanması; Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasıyla beraber ve sonrasındaki ekonomik istikrarsızlıklar bahanesiyle yağ ve diğer temel ihtiyaç maddelerinin yine kapışılması, halka hayat pahalılığı olarak aksetti.

Diğer taraftan fiyatların düşmesini önlemek için, çeşitli yerlerde tonlarca sebze çöplere döküldü. Ekonomik sıkıntılar içindeki halkı nisbeten rahatlatabilmek için; ev alacak olanlara, devlet yardımı yapılması kararının açıklanması ile beraber ânında, daire fiyatlarının çok yüksek nisbetlerde artırılması, bir türlü doymayan nefislerin âkıbetini hatırlatıyor. Bu bencillik ve küfrân-ı nîmet hâlet-i rûhiyesi ile, -maâzallah- bir de zor günlere maruz kalsak hâlimiz nice olur diye düşünmeden edilemiyor.

Hâlbuki; Medine’de vâkî olan bir kıtlıkta, getirttiği yüz deve buğdayı, teklif edilen yüksek fiyatlara rağmen satmayıp, develeri ile birlikte infâk eden Hazret-i Osman -radıyallâhu anh- gibi hamiyet âbideleri, tarihin akışında hiç solmadan kıyâmete kadar parıldar.

İslâm âlemi, bir mübârek vakte, bir Kurban Bayramı’na daha kavuşuyor; kutlu olsun. Bu bayram, dünya ölçeğinde, «paylaşmak» fazîletiyle müşahhaslaşan bir zaman dilimi. Çok şükür ki; gönüllü kuruluşlar ve vakıflar vasıtasıyla, dünyanın her tarafında, hususiyle muhtaç bölgelerde kurban vecîbesi yerine getirilebiliyor. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz; normal olarak kurban etinin, bir kısmının kendi evi, bir kısmının fakirler, bir kısmının da komşu, akraba ve tanıdıklar arasında paylaşılmasını tavsiye buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, Dahâyâ, 10) Ancak, muhtaçların çoğaldığı bir zamanda, kesenin durumu iyi ise; çoğunun veya tamamının dağıtılmasının daha uygun olacağı da belirtilmiştir.

İçtimâî dayanışmanın esâsı olan paylaşma mefhûmunun hayata geçirilmesi ile ortaya çıkan vakıf müesseseleri, şanlı medeniyetimizin alâmet-i fârikası olmuştur. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in, bizzat iki hurmalığı vakfetmesini örnek alan sonraki nesiller, bu müesseseleri fevkalâde geliştirerek medeniyetimizin «vakıf medeniyeti» olarak da vasfedilmesine vesile olmuşlardır. Bu sûretle, kurulan on binlerce vakıf müessesesi ile içtimâî hayattaki bütün zayıf noktalar tahkim edilerek rahmet iklimine kavuşturulan çok geniş bir coğrafyada, emsalsiz bir medeniyetin inşâsına muvaffak olunmuştur.

Maalesef, birkaç senedir yaşanan hâdiseler; ihtiyaçların karşılanmasında medeniyetimizde «îsâr» olarak belirtilen, «başkasını kendine tercih etmek» yerine, «başkasının mağduriyeti üzerinde safâ sürmek» anlayışının tesirli olmaya başladığını göstermektedir.

Hâlbuki;

Şanlı medeniyetimizin yeniden ihyâsı ancak, bu vahim anlayışın bir zihniyet inkılâbı yapılarak tersine çevrilmesi ile mümkün olacaktır.

_________________________________________________________________

* Osman Nûri TOPBAŞ: Hazret-i Muhammed Mustafâ-2,
Erkam Yay. 221 İst. 2008, s. 20