KURBAN, PAYLAŞMAK, YARDIMLAŞMAK, İNFAK, İSRAF…

Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com

Kurban Bayramı’nın bulunduğu bu güzel ayda; her ne kadar dünya ve ülke olarak ekonomik zorluklar içerisinde olsak dahî, bereket mefhumu ile pek çok güzelliklere kapı aralayabiliriz. Şu zorlu süreçte; şeytan bizi hayır-hasenattan, infaktan, sadakadan vazgeçirmeye çalışacaktır. Onun cimriliği telkin eden iğvâlarına aldırmadan, cömertlik temin eden bereket inancına sarılmak, mü’minlere çok şey kazandıracaktır. İnsan olarak neyimiz varsa hepsi Hak Teâlâ’nın mülkündendir. Hakk’a değil malımız, canımız kurban olsun!

Çağları aşan İslâm medeniyeti, muhabbet ve bereket merkezlidir. Bereket mefhumu yüce İslâm’ın temel özelliğidir. İnsanın yaptığı güzel davranışlar; hayatının, ömrünün, zamanının, malının değerini artırır. İşte bu durum yalnızca, «bereket» mefhumu ile ifadesini bulur. Bereket; kişinin işlediğinin hayrını görme faaliyetidir. Bu sebeple biz yazımızı bereket üzerine kurguladık efendim müsaadenizle.

Halk irfânında; iyilik, güzellik, hayır ve bolluk, «bereket» mefhumu ile îzah edilen özelliklerdir. Bu yönüyle «bereket»te ilâhî hayır ve kudsî bir ölçü bulunur. Bereket kelimesi «mübârek» kelimesiyle aynı muhtevâda kullanılır. Bunun temelinde, Kur’ân ve Sünnet’e dayanan ölçüler vardır. Şerefli Kur’ân; bereket ölçüsüyle, insanları, «Bir» olan Allah -celle celâlühû-’ya îmân etmeye, helâl kazanca, ortak değerleri korumaya teşvik eder. Îman, şükür, istiğfar, infak, zekât ve sadaka, bereketi artıran çok önemli mefhumlardır. Allah -celle celâlühû-, Kur’ân, peygamberler ve Kâbe, kudsî bereket kaynaklarıdır.

Bereket, insanların dünya ve âhiretlerine ait kazanç ve kayıplarıyla alâkalıdır. Müslümanlar; her çeşit hayrın, iyiliğin, güzelliğin ve bolluğun Cenâb-ı Hakk’ın ikram ve ihsânı olduğuna inanırlar. Az şeyden çok şey hâsıl olması, berekettendir. Bereketli mal; hayra kullanılan, insanların faydasına olan maldır. Bazı mallar da var ki; bereketsizliği sebebiyle sahibinin, dünya ve âhiretinin felâket ve hüsranına yol açar. Kişi için rızık bellidir; azalmaz, çoğalmaz. Herkes sadece kendi rızkını yer. Helâl yoldan kazanılan rızık, hayra harcanır. Haram yoldan kazanılanda zaten hayır olmaz, bereket olmaz; ezâ ve cefâ olur.

Günlük yaşanan hayatta bereketten izler bulunur. Meselâ; toplu yenen yemekte, balda, sütte, sirkede, sahur yemeğinde, seher vaktinde bereket vardır. Rızkına râzı olanın, şükredenin bereketi artar, tersinde ise bereketsizlik hâsıl olur. Evde yaşlı büyüklerin barınması, misafir bulunması, selâmın verilmesi, kız çocuğunun olması berekettir. Evlenmek berekettir. Namaz kılmak, Kur’ân okumak berekettir. Bunlar sünnet-i Rasûlullah’tır.

Tevbe-istiğfârın yapılması, sadaka verilmesi, cömertlik ve yumuşaklık bereket sebebiyledir. Yüce Kur’ân’da bunlar belirtilir:

“Dedim ki:

«–Rabbinizden mağfiret dileyin; çünkü O çok bağışlayıcıdır. (Mağfiret dileyin ki,) üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin, Mallarınızı ve oğullarınızı çoğaltsın, size bahçeler ihsân etsin, sizin için ırmaklar akıtsın.»” (Nûh, 10-11-12)

Yine, yüce Yaratıcımız şükredilmesini istiyor:

“Hatırlayın ki Rabbiniz size;

«–Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) artıracağım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azâbım çok şiddetlidir!» diye bildirmişti.” (İbrâhim, 7)

Şikâyetlenmek, nankörlük etmek bereketsizliktir. Duâ almak, duâ etmek berekete vesiledir. Her işe besmeleyle başlamak, işleri abdestli yapmak berekettir.

Fedâkârlık, iyilik, ihsan, infak, îsâr (başkasını kendine tercih etmek), sadaka ve zekât, bereketle îzah edilen hayırlı işlerdir. Cimrilik, bencillik ve israf, bereketin dışında şeylerdir. Helâl malda bereket, haram malda bereketsizlik vardır. Çalışmanın, üretmenin yani alın terinin olduğu yerde bereket hâsıl olur. «Harekette bereket vardır.» denir.

Bereket, Allah Teâlâ’dandır. O sebeple her işe O’nun ismiyle başlamak, o işin bereketli olmasına sebeptir. Bereketin olduğu yerde huzursuzluk olmaz, sıkıntı olmaz. Bereketin olduğu yerde, gönül zenginliği ve rahatlığı vardır. Müslüman toplumlarda ilk karşılaşmada; «Allâh’ın selâmı, rahmeti, bereketi üzerine olsun!» şeklinde bir selâmlaşma âdâbı vardır. Bu ne engin bir muhabbet ifadesidir!

Kendi örnek davranışlarıyla, dînî kaideleri, sosyal hayatın bütünüyle içine sunan, İnsanlığın Rehber Şahsiyeti Peygamber -aleyhisselâm-, her işin bereketle yapılması için çeşitli duâlar etmiştir. İlim, cihad, doğum, evlilik ve pek çok hayır işlerini duâyla başlatmış ve duâyla devam ettirmiştir. Yeme-içme, giyim-kuşam, ticaret, zanaat ve alışverişte hep bereketle duâlar yaparak etrafındakilere duâlı bir hayat telkini öğütlemiştir.

Bereket mefhumu Peygamber sünnetinde her dâim mâkes bulduğundan dolayı, bu kudsî mefhum, İslâm kültürüne kök salarak yerleşmiştir. Alışveriş örfünde;

«–Allah bereket versin!» diyen satıcıya, müşteri;

«–Bereketini gör!» der.

Yine sabah ilk müşteriye;

«–Siftah sizden, bereket Allah’tan!» denmesi, bereketi ne güzel anlatır!

Bereketin şu boyutları da vardır; ilmin bereketi, o ilmi başkalarına öğretmektir. Ömrün bereketi, sâlih amel işlemektir. Bazı insanlar vardır, kısacık ömürlerine nice hayırları sığdırırlar. Bu konuya verilecek çok misaller vardır. Ama biz sadece, elli üç yaşında hayatına vedâ eden İmâm-ı Gazâlî Hazretleri’nin o kısacık ömrüne nice hayırlı eserler sığdırmasını misal vermek isteriz. Kıymetli âlimimiz, dünyada bıraktığı onca yararlı ilim ile hem bize faydalı olmuş hem de kendisine iyi bir âhiret azığı hazırlamıştır. Kimileri de uzun ömürlerini boşa geçirerek; şükürsüz, fikirsiz yani bereketsiz bir ömür yaşamışlardır. Yapılan hayır-hasenat, sadaka, sıla-i rahim, duâ ömrün bereketini artırır. Nankörlüğün bereketi olmaz.

Malın şükrü vermektir, paylaşmaktır, infaktır. Bu hâl; malı azaltmaz, bilâkis çoğaltır, bereketlendirir.

“De ki:

«–Rabbim, kullarından dilediğine bol rızık verir ve (dilediğinden de) kısar.

Siz hayra ne harcarsanız, Allah onun yerine başkasını verir.

O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.»” (es-Sebe, 39)

Cenâb-ı Hak;

“Allah fâizi tüketir (fâiz karışan malın bereketini giderir), sadakaları ise bereketlendirir. Allah küfürde ve günahta ısrar eden hiç kimseyi sevmez.” (el-Bakara, 276) buyuruyor. Âyette bahsedilen sadakalar gerek farz olan zekâtlar, gerekse nâfile olarak verilen bağışlardır. Hak Teâlâ, sadakaların pek çok sevâbı olduğunu ve sadakası verilen malın bereketlendiğini bildiriyor.

Nitekim Âlemlere Rahmet Peygamber Efendimiz -aleyhisselâm-; paylaşmada bereket bulunduğunu, zira bereketin kişi için bir tür hayır yarışı olduğunu, malı saklamada bereket olmadığını ifade sadedinde;

“Bereket cemaatle birliktedir.” buyurmuşlardır. (İbn-i Mâce, Et‘ime, 17)

Günümüz dünyasında maalesef, malı mülkü ilk sıraya koyan yani maddeyi önceleyen bir sistem hâkimdir. Ama İslâm’da mal-mülk, Cenâb-ı Hakk’ın insanlara verdiği emânetlerden ibarettir. Müslümanın mala sahip olması ve onu nerede harcadığı, onun kullanış gayesini belirler. Şuurlu bir müslüman; mutlak gidileceğinden şüphe olmayan, her şeyin hesabının sorulacağı bâkî bir âlemde, sahip olduğu malın hesabını vereceğinin şuuruyla hareket eder:

“Andolsun ki, mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana çekileceksiniz; sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve müşriklerden birçok üzücü sözler işiteceksiniz. Eğer sabreder ve takvâ gösterirseniz, muhakkak ki bu, (yapılacak) işlerin en değerlisidir.” (Âl-i İmrân, 186)

Allah Teâlâ, insanların mal ve mülklerini Hak yolunda infâk etmelerini istiyor. Bu husus insanın mala ve mülke düşkünlüğünün kırılması ve fakir ile fukarânın ihtiyaçlarının görülmesi adına İslâm toplumlarında büyük ehemmiyet arz eder.

“Sana (Allah yolunda) ne harcayacaklarını soruyorlar.

De ki:

«–Maldan harcadığınız şey; ebeveyn, yakınlar, yetimler, fakirler ve yolcular için olmalıdır. Şüphesiz Allah yapacağınız her hayrı bilir.»” (el-Bakara, 215)

İnfâk etmek; toplumda sosyal adâleti temin eder, insanlar arası kardeşlik bağını güçlendirir. Aslında insanların sahip oldukları mal ve mülkte, muhtaç ve düşkünlerin hakları vardır. (Bkz. el-Meâric, 22-25) Ama tabiî bu hayır işi icrâ edilirken, başa kakılır şekilde olmamalıdır. Çünkü bu miktar, varlıklıların zaten ödemesi gereken bir borçtur. Bu güzel vazife, fakire mahcubiyet hissi vermeyecek nezâket ve zarâfette îfâ edilmelidir. Zira infâk etmek, Cenâb-ı Hakk’ın mü’mine ikrâm ettiği mal nimetine şükrün ifadesidir.

Bilhassa içinde bulunduğumuz; kurban bağışlarının yapıldığı, zekâtların ödendiği şu güzel mevsimde, yapılan hayırlar, hem ferdî olarak insanın kibrinin kırılmasında hem de toplum olarak büyük bir sorumluluğun yerine getirilmesinde etkilidir. Şuurlu müslüman harcamada keyfîlik yapamaz. Çünkü o, her şeyin hesabının verileceği büyük bir mahkemede hesap vereceğini bilir. Mü’min, Kārun gibi toplayıcı, biriktirici değil; Harun gibi dağıtıcı olur. Onlar; «Allah için verirler.» Onlar;

“…Siz Allah için bir şey verdiğinizde, Allah onun daha iyisini verir. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (es-Sebe, 39) derler.

Ancak, bir bereket medeniyetinin mensupları olan müslümanlar, bugün maalesef isrâfın göbeğinde yaşıyorlar. Bilindiği üzere israf bereketi yok eder. Çağdaş toplumlar israf toplumlarıdır. O sebeple bugün ne yüreklerde, ne evlerde bereket kalmıştır. Dökerek, atarak, yakarak hattâ öldürerek zevkle eğlenenler var. Bir zamanlar itlâf edilen develeri, kümes hayvanlarını düşünün! Böylesi toplumlar iflâh olur mu? Şöyle herkes önce kendi evinden başlayarak bir israf tablosu çıkarsa, kim bilir kaç muhtacın ihtiyacı giderilirdi, değil mi? Bırakın Afrika’nın açlarını, bizim ülkemizde açlık sınırında yaşayan nice insan var. Hâl böyleyken; memleketimizde bir günde üretilen 205 milyon ekmeğin ne yazık ki, on milyonu çöpe atılıyor. Bilhassa sofrada söz sahibi olan hanımların bu konuya ciddî olarak eğilmeleri beklenir.

Yüce İslâm, isrâfı asla hoş görmez:

“Ey Âdemoğulları! Her secde edişinizde güzel elbiselerinizi giyin; yiyin, için, fakat isrâf etmeyin; çünkü Allah isrâf edenleri sevmez.” (el-A‘râf, 31)

Bereket bolluğa vesileyken, israf yokluğa sebeptir. Berekete ulaşmak, isrâfı yok etmekle sağlanabilir. Asrımızın en büyük problemi israftır. İsraf, ancak bereketle ortadan kalkar. Bugün ne yazık ki isrâfın, her hususta fazlasıyla yapıldığına şâhit oluyoruz. Oysaki yüce Yaratıcı tarafından bize takdim edilen her bir şey, bize emânettir. Mal ve mülkle beraber; ömür, aile, sağlık, zaman hepsi bize emânettir.

Çok yiyerek obeze dönüşmüş olanlar,

Sigara, içki ve uyuşturucu ile hem paralarını hem sağlıklarını isrâf edenler,

Suyu gereksiz yere harcayanlar,

Zamanlarını boş yere tüketenler, bir gün bunların hesaplarını nasıl vereceklerini düşünmeliler…

Asrımız insanlarında -ileri derecede- hâlinden sürekli şikâyet etme hastalığı gelişmiştir. Nedir bu? Efendim, bu şükürsüzlüğün ta kendisidir. Bugünü, eskiyle kıyas edin bir. Eskiden insanlar çok az şeye sahip olsalar dahî şikâyet etmez; «Şükür, hamdolsun!» derler, hâllerine râzı olurlardı. Şimdi her şeyi olan insanlar, daha çoğunu isteyerek, devamlı hâllerinden şikâyet ediyorlar. Bir de şu var; insanlar öyle bencilleştiler ki, evlerin bereketi yaşlılarını tıpkı Avrupalılar gibi huzurevlerine göndererek, onları evlerin dışında bir başlarına yaşamaya terk ettiler. O zamandan beri, evlerden bereket kesilmiştir. Yine topluma emânet olan dul-yetim-ihtiyar ve düşkünler ihmal edildiği için ve daha başka pek çok sebepten dolayı toplumlardan bereket kalkmıştır.

Bereketi ihsân eden yüce ve Azîz Allah Teâlâ’dır. O Rezzâk-ı Hakîm’dir, Zü’l-Celâli ve’l-İkram’dır. Yeter ki biz O’nun yoluna râm olalım, Kitâbullâh’ını hayatımıza rapt edelim:

“Şüphesiz ki Allah; rızık verendir, güçlüdür, çok kuvvetlidir.” (ez-Zâriyât, 58) O’na dayanan aldanmaz, O’na güvenen yanılmaz. Kimse rızık endişesinde olmasın, Allah vekil olarak herkese yeter vesselâm.