TASAVVUFTAN ÖĞRENDİKLERİM

Dr. Naif ÖZKUL

Talebelik yıllarımdan beri zihnimi meşgul eden bir hakikati aktarmak istiyorum.

İki şahsiyet tanıyorum:

Birincisi İmâm-ı Gazâlî; mîlâdî XI’inci asırda yaşamış, fıkıh, kelâm, felsefe, eğitim ve ahlâk gibi zâhirî ilimlerde çok ileri, Nizâmiye Medreselerinin çok değerli hocası, bugünün ifadesiyle rektörü durumunda. Akıl ve ilimde bir dehâ olan bu büyük âlim; «el-Munkizu mine’d-Dalâl» adlı eserinde ifade ettiği gibi, sorgulayıcı şüphe ve isyana varan ağır bir bunalım geçirir, sonrasında ancak tasavvufla huzur, sükûn ve sekîneye kavuştuğu Şam’a gider, inzivâya çekilir, sonrasında «İhyâu Ulûmi’d-Dîn» adlı şâheseri kaleme alır.

Diğeri Necip Fazıl KISAKÜREK… Akıl ve zekâda bir dehâ… Şiir, fikir ve hitâbette zirve bir insan… Kendi ifadesiyle, üstün zekâsının hemen bir üst seviyesinin tecennün / cinnet olduğu bir anda, tasavvuf kervanına katılıp huzur ve sükûna kavuştuğunu dile getirir.

Burada vurgulamak istediğim şey; dehâ derecesinde akıl sahibi bu iki şahsiyetin tercihi tasavvuf olmuş, bununla huzura ve saâdete kavuşmuşlardı. Sonrasında çok değerli şâheserler vermişlerdir.

Şimdi gerçek tasavvufla alâkalı sözleri sizinle paylaşmak istiyorum:

•Tasavvuf; tebliğ ile değil, temsil ile bilinir.

•Tasavvuf; kulu (abdi), kulluk (ubûdiyet) makamına eriştirme usûlüdür.

•Tasavvuf, kulu ihsan makamına ulaştırmak için vardır. Yani; «Allâh’ı görüyormuşçasına bir ihlâs içinde» kulluk edebilmek.

•Tasavvufta esas olan huzur ve huşûu yakalamaktır. Eğer huzur ve huşû yoksa ibâdetin lezzeti olmaz.

•Tasavvuf bize Allâh’a kalbî olarak nasıl yaklaşımda bulunacağımızı öğretir.

•Bir hocamızın ifadesiyle;

Allâh’ı ciddîye alarak ibâdet etmeliyiz ki buna takvâ denir. Maalesef birçoğumuz bundan uzak bir ibâdette bulunuyoruz.

•Tasavvuf kalbin inkişâfına çok îtinâ eder. Buna kalbin tasfiyesi (saflaştırılması, menfî duygulardan ve kötü huylardan arındırılması) denir. Seküler eğitimde bedenin ve zihnin inkişaf ve açılımı önemsenir. Ona odaklanılır. Kalbin inkişâfı âdeta yok sayılır.

•Hayat kitâbımız Kur’ân’dır ve Kur’ân olmalıdır.

•Mevlânâ Hazretleri der ki:

“Kur’ân-ı Kerîm’in zâhirini bir miktar mürekkep ile yazmak mümkündür. Onun sırlarına ise, misilsiz deryâlar, sahilsiz denizler mürekkep olsa kifâyet etmez!”

•Âyette belirtildiği üzere; denizler mürekkep olsa, denizdeki mürekkep biter. Allâh’ın sözleri bitmez. Bir o kadar daha ilâve edilse bile… (Bkz. el-Kehf, 109; Lokmân, 27)

•Tasavvuf; kâmil insan yetiştirmeye tâliptir.

•Allah dostları; mahlûkata, Hâlık’ın şefkat ve merhamet nazarıyla bakarlar. Onların canlılara yönelik muhteşem merhamet tablolarına dair nice menkıbeler vardır.

•Hak dostları, O’na tevekkül ve teslîmiyetle yaşarlar. Kalpleri birer dergâhtır.

•Gerçek tasavvufun hedefi kerâmet değil, istikamettir.

Ubûdiyet (kulluk) makamı kerâmetle değil, istikametle kazanılır.

•Tasavvuf, ehil olmayana sorulmamalıdır.

Meselâ ehil olmayan, tasavvufla hiç iştigal etmemiş, onun mânevî tadını almamış sadece şerîat öğrenmiş bir âlime;

“–Tasavvuf gerekli midir?” diye soruluyor.

O da ehil olmadığı için;

“–Gerekli değil, İslâm’da yok!” vs. deyip geçiyor.

Herkese kendi ihtisasına göre sual sorulmalıdır.

•Tasavvuf İslâm’da yok gibi lâkırdılar temelsizdir.

Zira;

•Kur’ân’ı yaşamak, tasavvufla mümkündür.

•Tasavvuf, İslâm’ı ve Kur’ân’ı Peygamberimiz’in yaşadığı şekilde yaşamaya çalışmaktır.

•Gerçek mürşid, Rasûlullâh’a en güzel itaat edenidir. Gerçek mürşidler, her türlü şartta muvâzenelerini muhafaza ederler. Darlıkta ve ferahlıkta, hastalıkta ve sağlıkta her türlü ahvâlde onlar en güzel ahlâkı ve şerîat-i Muhammediyye’yi en güzel şekilde temsil ederler.

İmâm-ı Rabbânî Hazretleri ne güzel söyler:

“Tasavvuf (tarîkat), şerîati yaşamak için vardır.”

Bir başka ifadeyle;

“Tarîkate intisâb etmekten maksat, şerîati mükemmel bir şekilde yaşamaktır.”

•Gören gözler için, tasavvuftaki esaslar Kur’ân âyetlerinde mevcuttur.

Meselâ tevessülün meşrûiyetini şu âyette görüyoruz:

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَابْتَغُٓوا اِلَيْهِ الْوَس۪يلَةَ وَجَاهِدُوا ف۪ي سَب۪يلِه۪ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

“Ey îmân edenler! Allah’tan korkun. O’na yaklaşmaya yol arayın ve yolunda cihâd edin ki kurtuluşa eresiniz!” (el-Mâide, 35)

Şu âyette de, Cenâb-ı Hakk’a bazı esmâ ile duâ edip yakarmak tavsiye ediliyor ki, bu da tasavvuf yollarında sistemleştirilmiştir:

وَلِلّٰهِ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰى فَادْعُوهُ بِهَاۖ

“En güzel isimler Allâh’ındır. O hâlde O’na o güzel isimlerle duâ edin!..” (el-A‘râf, 180)

Yine âyet-i kerîmelerde;

“Namaz ve sabırla yardım isteyin.” (Bkz. el-Bakara, 45, 153) buyuruluyor.

Allah için, ihlâs ile edâ edilen hasenat ve iyilikleri vesile kılarak Allah’tan yardım istemek hakikati, âyet-i kerîmede «Ashâb-ı Rakîm» diye anılan ve Buharî ile Müslim’de Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz tarafından anlatılan kıssada bildirilmektedir.

Kıssa meşhurdur:

Ehl-i kitap zamanında üç kişi; şiddetli bir yağmurdan kaçarak, bir mağaraya sığınırlar. Ancak onlar girdikten sonra, itmeye güçlerinin yetmediği bir taş yuvarlanıp, mağaranın ağzını kapatır.

Onlar da çaresiz bir şekilde, Allah rızâsı için yaptıkları amellerle tevessül ederler.

Birincisi, anne-babasına gösterdiği fedâkârlıkları anlatır. Mağaranın ağzındaki taş bir miktar açılır.

İkincisi; çok arzuladığı bir kadının, zor zamanından istifade etmeyerek, Allah’tan korkmasını anlatır. Mağaranın kapısı bir miktar daha açılır.

Üçüncüsü, alacağını almadan ayrılan bir işçisinin parasını işletip büyük bir sürü hâline getirdiğini ve yıllar sonra kendisine verdiğini anlatır. Mağaranın ağzındaki taş iyice açılır ve kurtulurlar.

Evet, Kur’ân ve Sünnet’teki nice emirler var ki, neredeyse sadece tasavvuf ehli, bu vazifeleri yerine getiriyor. Dedikleri gibi, -Allah korusun- tasavvuf İslâm dışı sayılsa ve yok edilse, bu vazifeleri yerine getirecek kimse kalmazdı.

Meselâ Kur’ân-ı Kerimde;

•Allah Teâlâ’yı çokça zikretmemiz emrediliyor.

•Seherlerde istiğfar, geceleri ihyâya dair çok sayıda âyet ve hadis var.

•Muntazaman salât ü selâm getirmek,

•Ölüm tefekkürü,

•Nefis tezkiyesi,

•Kalb-i selîmi elde etmeye gayret etmek gibi nice Kur’ân ve Sünnet hakikati vardır ki, bugün tasavvuf / tarîkat âlemi bunları ihyâ etmekte, yani yaşatmaktadır.

Ne mutlu yaşayanlara!..

Cenâb-ı Hak, gerçek tasavvufla yaşamayı cümlemize nasip etsin.

Âmîn…