GERÇEK TAHSİL NEDİR?

M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

Hayat;

İnsanoğlunun hayal ve zihninde tasarladıklarına göre karşılaştığı bir macera ve oyun değil, bilâkis ilâhî programın müfredâtına göre sadece hakikatlerle karşılaştığı bir imtihan sahasıdır.

Bu gerçek;

İnsanı, her gün bir başka çileyle de karşılaştırır. Sayısız hastalıklarla da karşılaştırır. Dermanı olan veya olmayan nice dertlerle de karşılaştırır. Türlü mazhariyetlerle de her çeşit engellerle de karşılaştırır. En sonunda ecel ve ölümle karşılaştırır. Sonra kabirle karşılaştırır. Sonra dirilişle ve ebedî kıyâmetle karşılaştırır. Sonra sıratla, hesapla ve nihayet ya cehennem ya da cennetle karşılaştırır.

Heyhat!

Gafil insan bunlarla hiç karşılaşmayacak sanır. Lâkin en münkir olanın bile karşılaşacağı yegâne hakikat ve âkıbet her zaman Allâh’ın dediği gibi olur. Herkes bu ilâhî programı yaşar sadece.

Dolayısıyla;

Sonsuz gerçekleri yok saymaya bağlı yığınla bilgi lâkırdıları, zavallı gaflet erbâbının kendi kendilerini aldatmak için oluşturdukları nâfile uğraşmalardır. Onların tahsil zannettiği şey, nâr-ı cahîme fosil olmaktır.

Şu hakikat hiç değişmez:

Her doğan ölüyor.

Ölecek bir kimsenin en mühim tahsili, hem dosdoğru bir yaşayış, hem de en güzel şekilde ebediyete hazırlanmak.

Eğer bu hazırlık ihmal edilirse, gerçek bir tahsilden söz edilemez. Çünkü ölümlü insanı buna hazırlamamak, sadece aldatmaktır.

Bu itibarla;

İnsanlığı aldatmayan, taze dimağları kandırmayan, tecrübesiz akılları yanıltmayan ve beşeriyeti ebedî kayba uğratmayan bir eğitim, gerçek tahsildir.

Hayatın baharındaki fidanlara;

–Boş ver tomurcuk açmayı, onlarla hiç uğraşma!

–Boş ver her şeyi, sadece senin heveslerin mühim!

–Senin özel dünyandan başkasını salla gitsin! deyip de;

•Gerçekleri çöplüğe, atıkları da tabağa servis ettiren,

•Bugünüm! diye diye yarınları perişan ettiren,

•Yanlışlara, gafletlere ve hatalara özendiren bir tahsil, sadece tuzaktır.

Önce;

“–Vay vay!”lar ile mest eden,

Sonra;

“–Eyvah!”lar içinde kafaları kabir taşlarına toslatan bir tahsil, felâkettir.

Onun için;

Beşikten mezara uzanan tahsil yolculuğunda şu muhasebe vaktinde lüzumlu:

Yerden alkış alacak diploma çoktur sende,
Gökten alkış alacak karnelerin var mı gönül?

Yoksa;

Tahsil yarım ve noksan demektir.

Unutulmamalı ki;

Eğer tahsil, geniş ve engin mânâ ufuklarından çekilip de sadece maddî buutların daracık çıkmazlarından müteşekkil hâle getirilirse, zâhiren ve bâtınen çok yönlü bir varlık olan insanın yetişmesi için asla kâfî gelmez. Çünkü kâinâtın gözbebeği olan bir kıymet, sayısız özelliğe sahipken bu özellikleri budaya budaya birkaç taneye düşürülerek yapılan bir tahsil, -ay ve Mars’ın üstüne sıçratsa da- insanoğlunu değerli olmak bâbında hiçbir yere yükseltemez. Bilâkis esfel-i sâfilîne yuvarlar. Bu batışı, aymaz bir aptal inadıyla yükseliş zannetmek, ancak acı bir gaflettir ve elbette ki, gerçek bir tahsil değildir.

Yani fânî bir tahsil;

Belki aya götürür, ama cennete götürmez.

Aya çıkmak;

İlimde çok güzel bir merhale. Fakat oradan mîrâca ulaştırmadığı takdirde ne fayda! Mâlûm, yarınki gün / kıyâmet günü, ay da dünya da olmayacak. Bu durumda bugün bizi aya çıkarıp da o gün ne yazık ki ortada bırakacak olan bir tahsil, acaba ne kadar ilimdir, ne kadar cehâlet?

Bütün mesele;

Ezel ve ebed arasındaki yolculuğu, kulluğu ve sonsuz neticeyi bi-hakkın idrâk edip de bizi kurtaracak gerçek bir hayatı en doğru şekilde ve ebedî güzellikler ekseninde yaşayabilmek.

Bu da;

Sadece gerçek bir tahsil ile mümkün.

Bu tahsil;

İki cihanı bir gönülde harman ederek fânîliği de bâkîliği de hem sır ve hikmetleriyle öğretebilen, hem de son nefese kadar müstakîm olarak yaşatabilen bir eğitimdir. Bu, en nihayet ilâhî rızâyı ve cenneti hâsıl eden bir eğitimdir.

Âhirzaman hengâmında;

Böyle bir tahsile âmâ kesilen vicdanlar, insafla tefekkür etmeli:

Fazîletleri yok etmek, neyi hâsıl etmektir? Bu bir başarı mı? Hani?

Bizi ahsen-i takvîm yapan özellikler ve güzelliklerden vazgeçmek, neyi elde etmektir? Bu bir saâdet mi? Hani?

Hidâyeti söndürmek, neyi tutuşturmaktır? Bu bir ufuk mu? Hani?

Cehâleti beslemek, neyi aç bırakmaktır? Bu bir ilim mi? Hani?

Basîreti, gözü, kulağı ve kalbi köreltmek, neyi cilâlamaktır? Bu bir irfan mı? Hani?

Samimiyet ve takvâyı öldürmek, neyi diriltmektir? Bu bir hayat mı? Hani?

İlâhî emâneti sırtımızdan atmak, neyi yüklenmektir? Bu bir ferahlık mı? Hani?

Ahlâkı bozmak, neyi düzeltmektir? Bu bir ustalık mı? Hani?

Doğruluğu devirmek, neyi kaldırmaktır? Bu bir duruş mu? Hani?

Cömertliği yıkmak, neyi yapmaktır? Bu bir inşâ mı? Hani?

Merhameti çiğnemek, neyi baş tâcı etmektir? Bu bir vicdan mı? Hani?

İdrâki yitirmek, neyi bulmaktır? Bu bir akıl mı? Hani?

Şuuru kaybetmek, neyi kazanmaktır? Bu bir mantık mı? Hani?

Şîrâzeyi dağıtmak, neyi toparlamaktır? Bu bir terazi mi? Hani?

İnsaniyeti mahvetmek, neyi mâmur etmektir? Bu bir kişilik mi? Hani?

Muhabbet damarlarını koparmak, neyi bağlamaktır? Bu bir bağ mı? Hani?

Edebi, âdâbı ve zarif ölçüleri zayıflatmak, neyi sağlamlaştırmaktır? Bu bir incelik mi? Hani?

Yüce gerçekleri cüce sanmak, neyi yüceltmektir? Bu bir hassasiyet mi? Hani?

Mazlumlara, yetimlere ve feryatlara karşı duygusuzluğu artırmak, neyi azaltmaktır? Bu bir selâmet mi? Hani?

Mübârek bir kalbi üzmek, neyi sevindirmektir? Bu bir sürur mu? Hani?

Mâneviyâtı harap etmek, neyi ihyâ etmektir? Bu bir hakikat mi? Hani?

Mikroplu hayallere dalmak, neyi gerçekleştirmektir? Bu bir şifâ mı? Hani?

Günahtan günaha, haramdan harama, vebalden vebâle savrulmak, neyi ispat etmektir? Bu bir sebatkârlık mı? Hani?

Hevâ ve hevesleri putlaştırmak, neyi istemektir? Bu bir hak mı? Hani?

Şeytânî ve nefsânî bir hürriyet, neyi esârete vurmaktır? Bunun sonu, güzel bir âkıbet mi? Hani?

Gönlü girdaplarda boğmak, neyi kurtarmaktır? Bu bir mahâret mi? Hani?

Ebedî hüsrânı tercih etmek, neyi tepmektir? Bu bir karar mı? Hani?

Kısacık ömrü ve bir kez verilen fırsatı berbat etmek, neyi âbat etmektir? Bu bir çare mi? Hani?

Cennetlere elvedâ, neyin merhabâsıdır? Bu bir vuslat mı? Hani?

Hâsılı;

Dönüp de telâfîsi olmayan ebedî bir kayıp, neyin kazancıdır? Bu bir kazanç mı? Hani?

Mâlûm;

Tahsilât yapılmadan alışveriş gerçekleşmiş sayılmaz. Lâfta ve hayalde kalır. Ticarette bu ihmal edilirse iflâs kaçınılmaz olur. Yani gerçek bir malın gerçek bir karşılığı, ticaretin gerçekliği açısından değişmez bir kaidedir. Bu bozulduğu durumlarda nice aldatmalar, aldanmalar, dolandırıcılıklar vesaire türlü türlü kötülükler devreye girebilmektedir. Bu yüzden günümüzde AVM denilen yerlerde önce tahsilât sonra mal teslimatı yapılıyor.

Malı satan;

“–Hani?” diyor, mutlaka tahsilâtı yapıyor.

Ödeme yapan;

“–Hani?” diyor mutlaka malını alıyor.

Eğer;

İki taraftan biri boş bulunur da;

“–Hani?” demezse, kendini batırmış oluyor.

Aslında bu;

Ticaretin temelini oluşturduğu gibi tahsilin de temelini oluşturan bir ifadedir:

“–Hani?”

Tahsil yuvalarında ne okutulsa, ne öğretilse hepsinin sonunda ille bir imtihan var. Tüm imtihanların hikmeti de sadece şu:

“–Öğrendiklerin hani? Göster bakalım!”

Sınıfların birer birer geçilebilmesi için bu şart. Bir bakıma herkese böyle bir «Hani?»ye göre not veriliyor. Sonra bu «Hani?»ler toplanıyor, karneye dönüşüyor, sonra da bunlar diplomayı oluşturuyor.

Dolayısıyla bir talebe;

“–Hani?” suâline gerekli cevapları yeterli seviyede veremezse, tahsil ilerlemiyor. Verebilirse, ilerliyor.

Şayet;

Bu olmadan tahsil gerçekleşti sayılsa, kimse yetişmiş olmaz.

Lâkin;

Şimdiki tahsil hayatında dünyevî ve maddî sahalarında bu «Hani?»lerin sayıları gittikçe artmasına rağmen uhrevî ve şahsiyet hususlarında gittikçe azalmaya başladı.

Tekrar çoğalması için sormalı:

Sahih bir îtikāda dair;

“–Dünkü «Hani?»ler bugün var mı?

Edep ve âdâba dair tahsil müfredâtında;

“–Kâfî derecede «Hani?»ler var mı?”

İslâm ahlâkının muhteşem muhabbet ve merhametine dair;

“–Hani?”ler var mı?

Kendi muhtaç iken diğergâmlık göstermeye dair;

“–Hani?”ler var mı?

Mazlumları, masumları, mahrumları kucaklayacak samimî yürekler olmaya dair;

“–Hani?”ler var mı?

Dünya çapında egoizmin cirit attığı bir ortamda sarsılmaz bir kardeşliği sergilemeye dair;

“–Hani?”ler var mı?

Tek dişi kalmış canavar medeniyetlerin tuzaklar kurduğu bir devranda o tuzakları bozacak mâhiyette îman ve vatan ekseninde her şeye rağmen vefâ, yine vefâ, yine vefâ demeye dair;

“–Hani?”ler var mı?

Yüce değerleri cüce lâkırdılarla bulanıklaştırmaya çalışan ve cücelikleri de yüce göstermek için türlü maskeler kullananların en kötü yaftalamalarına aldırmadan Hazret-i Allâh’a ve Hazret-i Peygamber’e muhteşem bir sadâkat ve teslîmiyet âbidesi olarak yaşamaya dair;

“–Hani?”ler var mı?

İlâhî intikam tablosunun fosilleri hâline gelmiş bâtıl fikirlerin, bâtıl zevklerin, bâtıl felsefelerin ve bâtıl inanışların tamamını zâil eden yegâne «hakk»ı haykıran bir muvahhid aşkıyla bir ömür canlı bir Kur’ân olarak yaşamaya dair;

“–Hani?”ler var mı?

İşte;

Bunları ve bu mâhiyette gerçek «Hani?»leri var kıldığı nisbette tahsil, gerçek bir tahsil hüviyetindedir. Şanlı tarihimizi dolduran kahramanlar, medeniyetimizi emsalsiz yapan Mevlânâlar, Yûnuslar, Fuzûlîler… Akşemseddinler, Fatihler… Selimler, Sinanlar, Süleymanlar… Şâh-ı Nakşibendler, Geylânîler, Üftâdeler, Hüdâyîler… Şeyh Gālibler, Âkifler… Necip Fazıllar… her biri ve daha niceleri hep o tahsilin çürümez meyveleri.

Gerçek meyveler.

Maalesef;

Günümüzde balon şişirmeler öne geçti:

–Şöyle kaliteli dersler yapıldı,

–Şöyle seminerler verildi,

–Şu konferanslar gerçekleştirildi,

–Kaliteyi artırıcı şu ilâve çalışmalar devreye konuldu,

–Şöyle güzel oldu, böyle güzel oldu.

Hepsi çok iyi.

Fakat;

“–Hani?”ler devreye girince cevapların çoğu şu oluyor:

“–Orasını sorma!”

Oysa;

Tam da bu noktayı göz önünde bulundurduğumuzda gerçek tahsilin gerçek meyveleri devşirilecek. Şahsiyetler, kişilikler, dirâyetler, dehâlar böyle yetişecek.

Unutmamalı ki gerçek tahsil;

Kuru kuruya bilgileri çoğaltmak değil «Hani?»lerle ilgileri çoğaltmaktır. Daha doğrusu «Hani?»lerin içini doldurmaktır.

Her eğitimci kendisine sormalı:

Gece-gündüz mutfaktan çıkmayan bir aşçı «Hani?» dendiği vakit sofraya bir tabak bile yemek koyamıyorsa, bu vaziyet, onun ustalığı ve mahareti hakkında neyin ifadesidir?

Eyvallah;

Devrimizdeki tahsil anlayışı «akademik başarı» sloganını bayrak yaparak zâhirî ve maddî plânda yığınla «Hani?»lere sahip. Fakat toplumda yaşanan bozulmalar, ailede yaşanan çöküntüler, inanç ve ahlâkta yaşanan sarsıntılar, şahsiyet ve kişilikte yaşanan çözülmeler karşısında «Hani?»ler ne durumda?

Mühim nokta, burası.

Bugün genç nesle dair hiç durmadan şikâyet çok yanlış bir yaklaşım. Biraz da haksızlık. Çünkü onlar hangi istenmez rüzgârlar altında olsalar da hepsi birer evlâd-ı fâtihandır. Sadece gerekli «Hani?»ler etrafında verilecek sabırlı ve samimî emekler ile;

“–İşte!” dedirtecek güzelliklerin âbideleri olacaklardır.

Birileri, bunu temin edecek olan «Hani?»leri değersizleştirmeye kalkışsa da, onları heves çöplüğünde boğmaya uğraşsa da, egoizm ve dürtüler içerisinde yok etmeye çırpınsa da onlar, mukaddes ecdâdımızın ve mübârek tarihimizin «Hani?»lerini duyacak ve;

“–İşte yeni bir Mevlânâ!” dedirtecekler.

“–İşte yeni bir Akşemseddin!” dedirtecekler.

“–İşte yeni bir Fatih!” dedirtecekler.

“–İşte yeni bir Ali Kuşçu!” dedirtecekler.

“–İşte yeni bir Sinan!” dedirtecekler.

“–İşte yeni bir Âkif!” dedirtecekler.

Yâ Rab!

Nasîb et!

Âmîn…