MİLLETÇE İSTİKBÂLİMİZ

Dr. Naif ÖZKUL

Eskiden rastlanmayan deizm, ateizm ve agnostisizm gibi inkâr cereyanlarının yeni nesilde çoğaldığından bahsediliyor. Bunlar nasıl zuhur etti?

Merhum bir siyasetçimiz ile bir vesileyle karşılaşmıştık. Şu suâle cevap arıyordu:

–Gençliğe, yeni nesillere bu kadar seminerler yapıyoruz, sohbetler veriyoruz. Onları bir türlü kazanamıyoruz? Niçin tesirli olmuyor?

Âcizâne şöyle demiştim:

–İlkokuldan başlayıp orta, lise ve hattâ üniversite olmak üzere takrîben on beş senelik bir zaman diliminde zihni karışık bir evlâdımızı; bir konferans, seminer ve bir vaazla kazanmak mümkün olur mu? Nesildeki bozulma yine bir o kadar zaman içinde yine okul disiplininde edep ve ahlâkî kaidelerle hem maddî (fizik ve matematik gibi) ve hem mânevî (metafizik) eğitim verilmesiyle mümkün olur.

Esasen, deizm ve ateizm de seküler bir eğitimin sonucudur. Bu seküler eğitimde Türkiye’de ve dünyada yaratıcının adı geçmez. Lâdînî (din dışı) bir eğitim şeklinde uygulanır.

Müslümanca okunmayan hâdiseler ve musîbetler bizimle Allah arasında perde olurlar. Bize Allâh’ı unuttururlar.

Pozitivist anlayışa sahip kimseler; musîbetlerin sebeplerini sadece zâhirde ararlar. Allah Teâlâ yerine sebeplere taparlar. Allah ile bağı koparırlar.

Câlib-i dikkattir ki;

Bir âyet-i kerîmede şöyle buyurulmakta:

وَمَا يُؤْمِنُ اَكْثَرُهُمْ بِاللّٰهِ اِلَّا
وَهُمْ مُشْرِكُونَ

“Onların çoğu, ancak ortak koşarak Allâh’a îmân ederler.” (Yûsuf, 106)

İnanç var; fakat ortaklarla beraber, şirkle beraber. Yani tevhid üzere değil. Allâh’ın yanında, dûnunda; başka mâbudlara, nefsânî cereyanlara tavizlerin verildiği sakat ve yarım bir inanç arayışı… Asla makbul olmayan bir inanma şekli.

Allâh’ın gönderdiği din ile, emir ve yasaklarla, şerîatla hiç alâkalanmadan bir Müslümanlık olur mu?

Maalesef günümüzde böyle; hayata dokunmayan, mâbede hapsolmuş bir inanç istenmekte.

Bu anlayışın üretim merkezi olarak, hâlâ eğitim alanında ciddî ve derin bir tekelleşme yaşanmaktadır. Ehil insanların yıllar süren iktidarına rağmen gizli bir el hem Türkçemizle hem de inancımızla oynamaktadır.

Maalesef uydurma kelimelerin işgali, aslî kelimelerimizi unutturuyor. Batı felsefesi kaynaklı eğitim anlayışı da inanca tuzaklar kuruyor.

Hâlbuki;

•Müslümanın temel eğitimi Kur’ân’dır.

•Batının temel eğitimi felsefedir.

Seküler eğitimde, bedenin ve zihnin inkişaf ve açılımı önemsenir. Ona odaklanır. Kalbin inkişâfı âdeta yok sayılır.

Muhterem Osman Nûri TOPBAŞ Hocamız, «mârifetullâh»ı, «kalpte Allâh’ı tanımak» şeklinde tarif ederler. Çok anlamlı bir sözdür.

Seküler bilim insanı tatmin etmediği için, modern dünyada en çok yayılan din İslâm dînidir. Bu, onun fıtrî ve tabiî gerçek bir din oluşunun delilidir.

Bu sebeple;

Ders müfredatları, pozitivist ve dinsiz anlayış yerine; bize, tarihimize, kültürümüze, yapımıza muvâfık olan İslâm inancına uygun yazılmalıdır.

Öyle ki;

•Kafamıza / zihnimize kazıdıkları seküler şablonu zihnimizden atmadıkça gerçek îmâna sahip olamayız. Bu da tasavvufla mümkündür.

Prof. Dr. Erol GÖKA bir yazısında şöyle demişti:

“Moderniteye, kapitalizme o kadar esir olduk ki irademizi kullanamaz hâle geldik.”

Hakikaten;

Maalesef bizler de evrim safsatasını bilgi diye alıp, yaratılışı gözden uzak tutan bir eğitimden geçtik. Bu eğitimle, kâinatın mükemmel sistemi ve düzeni ve bu düzenin mükemmel düzenleyicisi ve programlayıcısı olan Rabbimiz unutturuluyor. Maalesef dînine yabancı bir nesil yetiştirildi.

Niçin eğitim bu hâle geldi?

•Maalesef yabancı kültürlere karşı eziklik yahut da özenti yaşıyoruz.

Tabiî meselenin kökünde kendi tarihimizdeki bazı ihmal ve hatalar var. Necip Fazıl;

“İkinci asırdan sonra Şark’ta ezbercilik âlemi başlamıştır. Derin düşünce ve tefekkürden uzak, bir eğitim oluşmuştur.” derdi.

Hem bu sebeple hem başka âmillerle İslâm dünyası, izâfî olarak, dünyevî olarak batının gerisinde kaldı.

Hâlbuki;

Batı ilim ve teknolojide ileri gitti. İnsanlıkta değil! Bilim ve teknolojide üstünlüğü dünyayı sömürgeleştirmede kullandı. Akıl almaz katliâmlar yaptı ve yapmaya devam ediyor. Yani bu hâlleriyle hayranlık uyandıracak bir medeniyet tesis etmiş değillerdir.

Buna rağmen biz de onları taklitle, aynı teknolojik üstünlüğe sahip olacağımızı zannettik.

Oysa, bir yazarımızın ifadesiyle;

“Taklitle soytarı olunur, kral olunmaz.”

Eğitim, bir milletin ve ülkenin varlık ve yokluk meselesidir.

İstikbâlin nesillerini yetiştiren eğitim dünyasının; müfredâtıyla, temel anlayışıyla, dinamikleriyle ve kullandığı lisan ile «biz» olması, bizim tarihimiz ve medeniyetimizle barışık olması, milletimizin bekāsı adına büyük bir zarûrettir.

Başaramazsak telâfisi yok!

Başarabilirsek ne mutlu!