MESNEVÎ -15-

Z. Özlem ABAY o.abay@hotmail.com

HAKK’A VUSLAT SIRRI

Gamlı günlerimiz uzadı, sona ermesi gecikti. / O günler ayrılıktan hâsıl ateşle arkadaş oldu.

Mevlânâ Hazretleri’nin bu beytinde «üslûb-i hâkimâne» vardır. Konuşanın; muhatabını uyarmak için söyleyeceğini, kendi nefsine atfederek nasihati dile getirmesidir. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de ashâbının bir yanlış davranışını gördüğü zaman;

“Bana ne oluyor ki ben bazılarınızı şu şu hâllerde görüyorum.” derdi. (Buhârî, Menâkıb, 25)

Kur’ân-ı Kerim’de de bu üslûp kullanılarak, Habîb-i Neccâr kıssası nakledilmektedir.

“Bana ne olmuş ki; beni yaratana ibâdet etmeyecekmişim. Hâlbuki, hepiniz O’na döndürüleceksiniz. O’ndan başka ilâhlar mı edineyim? O çok esirgeyici Allah eğer bana bir zarar dilerse (putların) şefaati bana hiçbir fayda vermez, beni kurtaramazlar. İşte o zaman ben apaçık bir sapıklığın içine gömülmüş olurum. Şüphesiz ben; Rabbiniz’e inandım, beni dinleyin.” (Yâsîn, 22-25)

Habîb-i Neccâr;

“Bana ne olmuş ki…” yani benim Rabbim’e karşı söyleyebileceğim, ileri sürebileceğim hiçbir mazeretim yok. Lütfu ve keremiyle beni yaratan Rabbime ben neden ibâdet etmeyeyim ki derken aslında muhataplarına; “Neden Rabbiniz’e ibâdet etmiyorsunuz?” nasihatini samimî bir üslûp ile dile getirmektedir. Ve yine;

“Hâlbuki hepiniz O’na döndürüleceksiniz.” diyerek tehdidi ifade etmektedir. Yani;

“Ey kavmim öldükten sonra diriltilip Mevlâ’mızın huzûruna döndürüleceksiniz ve dünya hayatının hesabını vereceksiniz. Bu döndürülme sizin iradeniz dışında Allâh’ın dilemesi ile olacaktır.” demektedir.

Mevlânâ Hazretleri de gamlı günlerin uzamasından serzenişte bulunarak Hak ile olan vuslata iştiyâkını dile getirmektedir. Bu gamı hem insân-ı kâmil hem de insân-ı nâkıslara teşmil buyurmaktadır. İnsân-ı kâmil bu âlemde Hakk’a vâsıl ise de âlem-i ervahtaki beraberliği özler. İnsân-ı nâkıs ise bu ayrılığın adını bile bilmemektedir. Oysa kemal yolunda olan insan, kalben sürekli Hakk’a vuslat derdinde olmalıdır. Gönül Allah ile beraber ise de cismânî perdeyi de aradan kaldırıp Hakk’a kavuşma özlemiyle yanmalıdır.

Sadreddin Konevî Hazretleri, Hazret-i Mevlânâ’yı son hastalıklarında ziyaret eder ve;

“–Allah Teâlâ sana acele şifâ versin.” diye duâ eder.

Hazret-i Mevlânâ da;

“–Bundan sonra; «Allah şifâ versin!» duâsı sizin olsun, âşık ile mâşuk arasında bir kıl gömlekten ziyade bir şey kalmamıştır; nûrun nûra kavuşmasını istemez misiniz?” buyurur.

Yine Mevlânâ Hazretleri Mesnevî’de der ki:

“Ben cisimden ve hayalden soyundum; visâlin nihayetlerinde salınıp gezerim.” (Mesnevî, c. 6/4639)

Allah aşkı ile dolu insanlar; bu dünya hayatının derdi, çilesi, meşakkati ile, ibâdet ve itaatlerine devam ederler. Dünya hayatının Allah ile aralarında perde olmasını istemezler. Cenâb-ı Hakk’ın rızâsı için sürekli çalışırlar. Rabbimiz’in imtihan kastıyla gönderdiği belâ ve çilelere sabrederler. Dermanı derdin içinde bulurlar. Niyazî-i Mısrî’nin mısralarında olduğu gibi:

Derman aradım derdime,
Derdim bana derman imiş.
Burhan sorardım aslıma,
Aslım bana burhan imiş.

Dünya hayatında yaşadığımız belâ ve imtihanlar nâkıs insan için derdin büyüğü iken, tasavvuf ehli içinse; Hakk’a vuslat vesilesidir, vuslat derdidir. Kemal yolunda olan insanlar da bu derde çareler arar durur. Hayatın ve ölümün mânâsını çözmek, yaratılış hikmetini kavramak ve nefsini tanımak, kişiyi Yaratan’ına yaklaştırır. Dert sandığı imtihanlara, Rabbi ile olan yakınlığı sayesinde kolayca katlanır. Abdülkādir Geylânî Hazretleri der ki:

“Kaderle cedelleşme!”

Cedel, lügat mânâsı olarak; konuşmada kavga etme, hakkı bulmak için olmayıp, galip görünmek için çekişmedir. Kâmil insan, Rabbi ile nizâ etmez. Rabbinden gelen derdin imtihan olduğu düşüncesi ile itaat ve tâatine daha fazla önem verir. Sabır, duâ ve namazla Rabbinden yardım ister. Böyle bir teslîmiyet için; cân u gönülden, dünya hayatının geçici, âhiret hayatının ebedî olduğuna inanmak gerekir. Kâmil bir îman, Rabbimiz’e ilticâ etmek ve imtihanın mükâfâtının âhirette Allah tarafından verileceğini bilmek kalbi ferahlatır. Âyet-i kerîmede şöyle buyurulur:

“Biz ona şahdamarından daha yakınız.” (Kāf, 16)

İlâhî aşk ile tutuşan gönül, dostun cemâlini görmek ister. Oysaki kâinat kitabı, O’nun varlığını haykırmaktadır. Gönül âlemi; «Hak!.. Hak!..» demektedir. Aldığı ve verdiği her nefeste Hakk’ı; «Hû!.. Hû!..» diyerek zikretmektedir. O’nun kudretiyle var olduğunu bilen insan, yolculuğunun; «Hayy’dan Hû’ya» olduğunu idrâk eder.

Allah’tan geldik. Allâh’a gidiyoruz. Taşıdığımız bir emânet var. Adı «can». Ve bu canın Rabbi ile var olduğunu bilen insan «mârifetullâh»a ulaşmıştır. Kendini bilmek Rabbi bilmek için ilk adımdır. Rabbini bilen içinse gam da dert de tasa da sevimli hâle gelir. Fuzûlî’nin dediği gibi:

Aşk derdiyle hoşem, el çek ilâcımdan, tabib,
Kılma derman kim, helâkim zehr-i dermânındadır.

İnsanoğlunun kulluk, ibâdet ve hizmet için en verimli dönemi gençlik yıllarıdır. Efendimiz’in ashâbı genellikle gençlerden oluşuyordu. İslâm’ı ilk kabul edenlerden Hazret-i Ali daha çocuk yaştaydı. Muâz bin Cebel -radıyallâhu anh- Yemen’e vali tayin edildiğinde daha 21 yaşındaydı. Genç yaşlarda yine tevbe ile hakikî kulluğa yönelenler arasında İbrahim bin Edhem Hazretleri de vardır. Ava meraklı olan Sultan, Horasan civarında avdayken bir ses duyuyor;

“–Yâ İbrahim, sen bunun için yaratılmadın!” diye. Sesin geldiği yöne baktığında sesin sahibini göremiyor;

“–Herhâlde hayalen duydum…” diyerek ava devam ediyor. Tekrar;

“–Yâ İbrahim, sen bunun içim halk olunmadın. Bunun için yaratılmadın!” diye ses duyuyor. Şeytânî bir vesvese diyerek ava devam ederken, tekrar aynı sesi duyuyor.

“–Üçüncü defa geldiğine göre bu Rahmânî bir ses…” diyerek, sultanlık libâsını çıkarıyor, oradaki çobana verip onun kıyafetlerini alıyor. Tevbe ve istiğfâr ile hakikî anlamda Rabbine yöneliyor. Sâlih kullardan oluyor.

Bizlerin de aşk derdiyle hoş olup bir an evvel hakikî tevbe ile Allâh’a kullukta mutluluğu bulan gönül erlerinden olmamız duâ ve niyâzı ile.

Yûnus Emre Hazretleri’nin mısraları ile yazımıza son verelim:

Bir nazarda kalmayalım,
Gel, dosta gidelim gönül!
Hasret ile ölmeyelim,
Gel, dosta gidelim gönül!