RAHMÂN ve RAHÎM

Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com

Yüceler yücesi Rabbimiz’in Zâtını, bu dünyada ne gözler görebilir, ne de akıllar O’nu tasavvur ve tahayyül edebilir. Zâtı itibarıyla Bâtın / gizlidir, lâkin sıfatlarıyla Zâhir’dir. Hattâ her şey O’ndan olduğu için, bu zuhurun şiddeti bile O’nu görünmez kılar.1

Bir sır ki âşikâre!.. (Necip Fazıl)

O -celle celâlühû- ise, o gizli hazine vasfıyla, bilinmeyi arzu etmektedir. Zâtını tanımaya («mârifetullâh»a) istîdatlı bir varlık yaratmayı murâd eder. Yeryüzünde yaratacağı halîfenin niçin beşerden seçildiğine taaccüb eden meleklere, Âdem’in istîdâdını göstererek cevap verir. Ona bütün isimleri öğretir. Bütün isimler, Zâtının isimlerini de ihâta etmektedir elbette. O’nu ilmin, mârifetin, yakînin dereceleriyle tanıyabilecek bir kabiliyet vardır Âdem’de ve zürriyetinde. Muhtemelen nefha-i ilâhiyye ile remzedilen bir istîdat.

“Esmâ-i Hüsnâ / en güzel isimler, O’nundur, onlarla Allâh’a duâ edin.” (el-A‘râf, 180)

Cenâb-ı Hak; O isimlerle zikredilmeyi, yardıma çağırılmayı da seviyor. Onlarda derinleşmemizi arzu ediyor.

Allâh’ı zihnen, aklen bilmek mümkün değil. Ancak kalben anlar gibi olmak var:

Anlamak yok çocuğum, anlar gibi olmak var,
Akıl için son tavır saçlarını yolmak var! (Necip Fazıl)

«Mârifetullâh»ı büyüklerimiz, Cenâb-ı Hakk’ı kalpte tanımak şeklinde tarif ediyorlar. Kalbî bir tanıyış; hissediş ve yaşayışla zuhur edebiliyor. Esmâ-i Hüsnâ üzerine birçok âlim eserler kaleme almışlar. İmâm-ı Gazâlî de el-Maksadü’l-Esnâ adlı eserinde Mevlâ Teâlâ’nın güzel esmâsını inceliyor, tarif ediyor ve her isimde, kulun o isimden yaşayış nasîbini tarif ediyor:

Meselâ «Rahîm / merhametli» kimdir?

“Rahmet, bir merhamet edilene ihtiyaç gösterir. Yani muhtaca.

Muhtacın ihtiyacını; niyet, irade ve yardımıyla gideren kişi «merhametli» kişidir.”

Yani tarif, his üzerinden değil, fiil üzerinden kurulmakta. Hissiyat ve fiiliyat varsa, merhamet tamam. Fakat biri eksik ise ya merhamet yoktur ya nâkıstır.

Merhamette, muhtacın ihtiyacının «niyet ve iradeyle» giderilmesinin şart koşulması da bundan. Çünkü bambaşka bir gaye ile muhtaca yardım edenler oluyor.

Meselâ batıdaki bazı liberal fonlar; şark ülkelerindeki, çeşitli dezavantajlı gruplara yardım ederek, eğiterek, teşkilâtlandırarak onları yaşadıkları ülkenin baş belâsı hâline getiriyorlar. Bunu merhamet hissiyle değil, o ülkeye düşmanlık için yapıyorlar. Dolayısıyla yaptıkları merhamet değil.

Gelelim, fiiliyatın eksik olmasına:

“Muhtaca acıyan, ona yardım etmeyi isteyen; fakat gücü yettiği hâlde, bunu gerçekleştirmeyen kimseye «merhametli» denilemez.”

Hem acıyorsun, hem de yardım etmiyorsun. Bunun sebepleri:

•Cimrilik olabilir.

Mevlânâ Hazretleri, açlıktan kıvranan köpeğine ağıtlar yakan bir adam tasviri yapar. Adama;

“–Madem bu kadar üzülüyorsun, heybendeki ekmeğinden zavallı hayvancağıza versene!” dediklerinde, cimri adam;

“–Ekmek parayla alınıyor, gözyaşı bedava!” diye cevap verir.

Gülünecek ve ağlanacak bir hâl değil mi? Hem acıyor, hem de kılımızı kıpırdatmıyorsak, hepimizin manzarası bu değil mi?

•Korkaklık olabilir.

İşte Ukrayna. Rusya’nın hışmına uğrayan bu ülkeye, sözde acıyan çok, lâkin yardım etmeye kalkmak cesaret istiyor. Bu sebeple düne kadar Ukrayna’yı tahrik edenler, ekonomik yaptırımlar dışında ellerini taşın altına sokmadılar. Aslında ortaya çıktı ki; o tahrik edici hissiyat da, acımak değil, düşmanına (Rusya’ya) zarar vermek için ortaya atılmış provokasyonlar imiş.

Gerçek merhamet; mazluma yardım ederken, zâlimin hışmını üzerine çekmeyi de göze alabilmektir.

•Tembellik olabilir.

Tembellik, vücut enerjisinden cimrilik demek. Seni yattığın yerden kaldıramayan merhamete merhamet denmez elbette.

Hazret-i Musa; iki kızcağızın, koyunlarının başında çaresiz bekleştiklerini görünce, bütün zahmetine katlanıp onların hayvanlarını suladı. Oradaki merhametsiz çobanlar, kendisine yardımı esirgediler.

•Bencillik olabilir.

Bencillik de cimriliğin sebebi veya şubesi. “Önce can, sonra cânan!” da bunun bahanesi. Bu sebeple hakikî merhamet, candan koparmaya kadar gidebilmeli.

Hazret-i Musa; bir menkıbesinde, kendisine sığınan güvercini; “Rızkıma mâni olma!” diyen şahinden korumak için, kendi etinden koparıp şahine vermeye azmeder. Bu iki hayvanın aslında birer melek olup, Hazret-i Musa’nın merhametini test etmeye geldikleri anlaşılır.

İmam Gazâlî merhametin hissiyattan ibaret kalabileceği hâli de ifade eder:

“Muhtacın ihtiyacını gidermeyi arzu eden; fakat gücü yetmediği için bunu gerçekleştiremeyen kişiye ise, hissiyâtı sebebiyle «merhametli» denilir. Ancak bu da nâkıs bir merhamettir.”2

Mehmed Âkif’in;

Ya hamiyyetsiz olaydım, ya param olsaydı!

diye hayıflandığı hâl, parasızlık yüzünden merhametin nâkıs kalmasıdır. Çünkü elinden geleni yapmak, gönlündeki hamiyet ateşini serinletmemektedir.

“Merhametin tam olması için; şu ayrımları yapmamak gerek:

•Dünyevî ihtiyaç, uhrevî ihtiyaç diye ayırmayacaksın, hepsini gidereceksin.”

Açlık iki türlü: Maddî ve mânevî. Her iki açlığı da gidermek, merhametlilerin boynunun borcu. Zarûret seviyesindeki dünyevî ihtiyaçlar, dînî telkinlerden mutlaka önce gelmeli. Temel gıdâ ve emniyet ihtiyacının, inanç ve ibâdetten önceliğine işaretler vardır.3

Bu noktadaki hassâsiyetimiz; müslüman hayırseverliğinin, misyonerlikten farkını da ortaya koyar: Müslüman; dîne girmesi, dindar olması şartıyla mahruma yardım etmez. Yardımını bir rüşvete çevirmez.

Ancak sırf böyle olmasın, böyle görünmesin diye; uhrevî ihtiyacı da görmezden gelemez, ihmal edemez. Bu da müslüman hayırseverliğinin, seküler yardımseverlikten farkıdır. Yukarıda bahsettiğimiz fonlar; içine düştükleri marjinal durum sebebiyle toplumdan dışlanan kesimlere, âdeta öyle kalmaları, o hâli bir kimlik hâline getirmeleri şartıyla yardım eder. Müslüman ise; nefreti günahkâra değil, günaha tevcih ederek, o kişileri merhametten mahrum bırakmayacaktır. Ancak seküler fonları taklit ederek, onların günahlarını hoş görür ve desteklercesine bir hâle de giremez. Çünkü günahta yardımlaşmak yasaktır. Sarhoş ağzı silecek kadar merhametli zâhidlerimiz vardır. Ancak sarhoşa içki tedarik edeni yoktur.

“Yine gerçek merhametli kişi; merhameti hak eden ve etmeyen diye ayırmamalıdır.”

Hazret-i Ebûbekir’in, öz kızına iftira eden kişiyi bile merhametinden mahrum etmesine râzı olmamıştı Rabbimiz. Peygamberimiz, Hudeybiye Musâlahası döneminde, Mekke’ye yardımlar göndermişti.

Öncelik vermek ise, ayrım olarak görülmeyebilir. Hattâ akrabadan, kendi yaşadığın şehrin muhtaçlarından başlamak kuvvetli bir tavsiyedir.

“Yine gerçek merhametli kişi, zarûretin dışında kalan ihtiyaçları da karşılamaktan erinmez.”

Merhametin zarûret seviyesi; açı doyurmak, çıplağı giydirmek. Lâkin bir de; «yediğinden yedirmek, giydiğinden giydirmek» seviyesi var. Kendi nefsimize, zarûretin ötesine geçip ihtiyaç ve ziynetlenme noktasında ihtimam gösteriyoruz. Nefsimiz için istediğimizi kardeşimiz için de istememiz gerektiğine göre, hakikî merhamette bunları da imkân nisbetinde sepete koyabilmeliyiz.

İmâm-ı Gazâlî, «Rahmân ve Rahîm» isimlerinden kulun nasîbini ise şöyle ifade etmektedir:

“Kulun Rahmân isminden nasîbi; Allâh’ın gafil kullarına da merhamet etmesidir.

Yani onları öğüt ve nasihatle, sertlikten uzak durup yumuşak bir şekilde, gaflet yolundan Allâh’a döndürmeye çalışmasıdır. Âsîlere tahkir edici bir sûrette değil, acıyarak bakmalıdır. Âsîlerde gördüğü her günahı, kendi başına gelmiş bir musîbet gibi bilmeli; o mücrimin, Allâh’ın gazabına dûçâr olup, Hak’tan uzaklaşmaya müstehak olmaması için, o günahı var gücüyle bertaraf etme gayretini ihmâl etmemelidir.

Kulun, Rahîm isminden nasîbi; imkânı nisbetinde, nerede bir yoksul görse ihtiyacını gidermektir. Civarında, beldesinde fakir bırakmamalı, hâl hatırlarını sormaya, hâllerini takip etmeye devam etmeli, imkânına göre ya malıyla, ya bulunduğu mevkiin imkânlarıyla, kendi gücü yetmiyorsa, gücü yetenlerin yardım etmesine aracılık ederek o ihtiyacı gidermelidir.

Bunların hiçbirine gücü yetmiyorsa, muhtaç kardeşi için duâ eder, o yokluk kendi başına gelmiş gibi hüzünlenir, onun acısını paylaşır.” (Gazâlî, el-Maksadü’l-Esnâ, Rahmân-Rahîm)

Ne mutlu rahmet mevsiminde, Rahmân ve Rahîm isimlerinden nasîb alabilenlere!..

_____________________________________________________________________________

1 Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri.

2 Merhamet üzerine bir başka yazımızda da hissiyat ve fiiliyat buudlarına temas etmeye çalışmıştık: https://www.yuzaki.com/2009/09/merhametinizi-aktiflestirdiniz-mi/

3 https://www.yuzaki.com/2015/09/rizik-derdiyle/