UYANDIRICI ÜÇ AYLAR NEFESİ

H. Kübra ERGİN hkubraergin571@gmail.com

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e de nisbet edilse de, Hazret-i Ali’ye ait olduğunu bildirilen hikmetli bir söz vardır:

“İnsanlar uykudadırlar, ölünce uyanırlar.” (bkz. Aclunî, Keşfu’l-hafâ, 2/312)

İnsan; bu dünyada kendisine emâneten verilmiş şeyleri birer oyuncakmış gibi görüp, oyun ve oyalanma içinde vakit harcar gider. Hâlbuki asıl hayata uyandığı vakit; o fânî ömrün ne kadar kısa olduğunu, âdeta bir rüya gibi geçici olduğunu görecektir. O zaman dünya hayatının âdeta bir kuşluk uykusu, hayal meyal hatırlanan bir rüya gibi olduğunu fark edecektir.

Âlimler, âyet-i kerîmede;

“Yeryüzünü sizin için bir beşik yaptık.” (ez-Zuhruf, 10; en-Nebe’, 6) buyurulmasını açıklarken, insanın bu dünyada doğup büyüdüğünü ve buradaki durumunun, bir döşekteki bebeğin hâline benzediğini söylerler.

İnsan şuuru; bu dünya hayatında uyku, dalgınlık, dikkatsizlik, dikkatini bir şeye odaklayıp diğer gerçeklerden gafil kalmak gibi kesintilerle malûl bir hâldedir. Uyumayan, uyuklamayan, hiçbir şeyden gafil kalmayan bir şuur hâlinden mahrum olan insan; kendi durumunu bile tam olarak idrâk edemez.

Allah -Zülcelâl-’in bize indirdiği uyarıcı kitaplar ve rehberler; bu uykulu, mahmur hâlimizde bizi biraz kendimize getiren, ne hâlde olduğumuzu fark etmemizi sağlayan îkazlardır.

“Andolsun ki; size öyle bir kitap indirdik ki, (zikruküm) bütün şânınız ondadır; hâlâ akıllanmayacak mısınız?” (el-Enbiyâ, 10)

Elmalılı merhumun «şânınız ondadır» diye meal vermeyi tercih ettiği «zikruküm» ifadesi, çok çeşitli mânâları ihtivâ ettiği için farklı farklı açıklanmıştır. Bu açıklamaları bir araya getirdiğimiz zaman;

“Size kendi durumumuz hakkında bilgi veren, en faydalı öğütlerle kendinizi bu durumdan kurtarmanızı, şeref sahibi olmanızı sağlayan hatırlatmalar” demek mümkündür.

Bize indirilen zikir ve öğütleri anlayıp, kıymetini bilip istifâde etmemiz için de yine bu mahmurluğun dağıtılmasına ihtiyacımız vardı. Çünkü dünya hayatı; aynı zamanda bizi korkularımızla, arzularımızla, türlü türlü duygularımızla yüzleştiren ve meşgul eden bir rüya gibidir.

İşte böyle aldatıcı bir rüyanın içinde bizim yüzümüze serpilen gül suyu gibidir, mübârek aylar ve günler. İçinden geçtiğimiz üç aylar ve yaklaşmakta olan Ramazan bize aslında bir rüyada olduğumuzu hatırlatır inşâallah.

İnkârcı çevreler; sürekli modern bilim ile dînî ilimleri birbirine zıt göstermeye çalışsa da aslında dikkatli bakanlar görür ki, modern bilim de deneme yanılmalarının sonunda ekseriyetle dînin sâbit doğrularını tasdik eder noktaya gelmektedir.

Meselâ yakın zamanlara kadar psikoloji ilmi; kökenini Roma hedonizm felsefesinden alan bir zihniyetle hep insanın gayesini, mutlu olmak, hoşuna giden, güzel duygular hissetmek gibi gösteriyordu. Ama şimdi geldikleri noktada, insanın yaratılışının hiç de mutlu olmaya elverişli olmadığını görüyor ve bunun gaye hâline getirilmesinin başlı başına hastalık kaynağı olduğunu itiraf ediyor.

Dînimizin kaynağı olan âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerifler ise bunu bize asırlar öncesinden haber veriyor. İnsanın hoşlanmadığı şeylere sabretmesinin, dayanıklılık kazanmasının ne kadar faydalı olduğunu öğreten ve bu yolda temrinler yaptıran dînî hükümler, âdeta bizi zamanın getireceği yeni imtihanlara hazırlıyor.

Üç aylar ve Ramazan deyince ilk akla gelen oruç ibâdeti tam da bu dediğimiz dayanıklılığı kazandıran bir temrin gibi…

Zaman akıp geçtikçe, insanın önüne birbirinden daha zor imtihanlar çıkıyor. İnsan, sevdiklerinden birer birer ayrılıyor. Kendisini karşılıksız seven, merhamet edenler dünyayı terk ediyor; ölümünü bekleyenlerin eline kalıyor. Gençliği, sıhhati, makam ve mevkii elden gidiyor; âcizleşiyor, muhtaç hâle geliyor.

Dünya nüfusu kalabalıklaşıyor ve yaşlanıyor. Bu yaşlı nüfusa bakacak olan nesil bile yaşlanıyor. Seksen, doksan yaşına kadar yaşayanlar; evlâtlarının ya yasını tutuyor veya onların da yaşlandığını görüyor. Onlara bakması beklenen nesil ne âlemde?

Zamanımızda X, Y, Z kuşağı, milenyum kuşağı gibi tabirlerle gençlerin durumu hakkında çeşitli yorumlar yapılıyor. Peki, orta yaşlıların durumu çok mu farklı? Yapılan araştırmalar; internet ve sosyal medya kullanıcısı orta yaşlıların sayısının da hiç az olmadığını gösteriyor. Bilhassa hiç evlenmemiş veya boşandıktan sonra bir daha evlenmemiş, aile mes’ûliyeti yüklenmemiş, yalnız yaşayan, üret-tüket kısır döngüsü içinde maddî hazlarla ömür tüketenlerin sayısı arttıkça, bu oran daha da yükselecek gibi görünüyor.

Psikologlar toplumda en yaygın sıkıntılardan birinin; çocuk gibi, ergenlik çağına takılıp kalmışçasına, vazife ve mes’ûliyetlerden hoşlanmayan, hep hoşuna giden şeyleri isteyen, hemen isteyen, dayanıksız, uyum sağlamayan, kimseyle geçinmeyi beceremeyen, hissî ve zayıf iradeli insan tipinin çoğalması olduğunu söylüyor.

Kişilik bozukluğu diye isimlendirilen psikiyatri problemleri yaygınlaşıyor. Hâlbuki bunlar şizofreni ve psikozlar gibi genetik ve yaratılıştan gelen hastalıklar değil, kişilerin zihin gelişimlerindeki geri kalmaya bağlı olan ve kötü eğitim ile tetiklenen bozukluklar.

Bu bozukluklar, her türlü bağımlılığa ve sıkıntılı davranışlara yatkın karakterler ortaya çıkarıyor. Bu zayıf karakterli insan yığınını; metaverse dedikleri, çok boyutlu sanal âlemin içinde oyun, eğlence ve bilumum sapkınlıklarla uyuşturmak, geleceğin en kârlı sektörleri olacak gibi görünüyor.

Kısacası yetişkin olmadan yaşlanan bir nesil ile karşı karşıyayız. Güya ömür uzuyor ama belki de gönül huzursuzluğuna sabredemeyip intihar edecek bir nesil için bu neye yarayacak?

Bir yandan teknoloji gelişiyor, imkânlar alabildiğine çoğalıyor. Ama bu imkânları hayra kullanma iradesinden mahrum, en kötü ve çirkin şekilde kullanabilecek kadar sefil bir yığın için ne ifade edecek?

İşte böyle bir dünyaya giderken; üç aylar ve Ramazân’ı bize ihsân eden, bize insanlaşma, kâmil insan olma yolunu öğretip, teşvik edip, nasip ve müyesser eden Rabbimiz’e ne kadar hamd ü
senâ etsek azdır.

Kıymetini bilerek ihyâ etmek niyâzıyla…