MÂNEVÎ HASTALIKLARIMIZ -2-

Ali ÖZBEK aliozbek1997@outlook.com

HASET

Haset, kişinin başkasında olan maddî veya mânevî bir özelliğin kendisinde de olmasını ve haset ettiği kişide de olmamasını istemesine denir. Bir başka ifade ile Allâh’ın takdir etmiş olduğu taksime rızâ göstermemek demektir. İslâm âlimleri hasedi, mânevî bir hastalık olarak kabul ederler. Bu hastalık, kişinin rûhunu ve gönlünü daralttığı gibi bedenî olarak da ârızalara sebep olur.

İnsanı maddî ve mânevî bunalıma sokan bu hastalığın temelinde, kişinin tabiatındaki bencillik duygusunun yattığı söylenmektedir. Bencillik; kişinin sadece kendini düşünmesi, hayatı ve hâdiseleri sadece kendi açısından değerlendirmesidir. Bunun yanında, bu hastalığa yakalanmış kimseler; kendilerinin hâricinde başkasının kendisinden daha üstün bir konumda olmasından da rahatsızlık duyarlar. Onlara göre sadece «ben» ve «ötekiler» vardır. Hâlbuki dînimizin bizden istediği, mü’min kardeşimizi kendi «ben»imize tercih etmektir. Önce «ben» değil, önce «o» demektir. Ancak böyle yaparak «ben»in var olacağını bilmektir.

Daha önce hasedin Rabbimiz’in taksimini beğenmemek olduğunu ifade etmiştik. Hâlbuki şu kâinatta zerre konumunda olan insan düşünmelidir ki; beni, bizi, haset ettiğim o kişiyi, sahip olduğum ve sahip olunan her şeyi yaratan ve yaşatan, bu taksimi daha anne karnında iken takdir eden Allah Teâlâ’dır. Ben haset ettiğim zaman, Rabbime âsî gelmiş oluyorum. Şeytan da;

“Âdem’e secde edin!” emrine hasedi sebebi ile boyun eğmemişti. Nitekim Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

اَمْ يَحْسُدُونَ النَّاسَ عَلٰى مَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۚ …

“Yoksa, insanları; Allâh’ın lutfundan kendilerine verdiği şey dolayısıyla kıskanıyorlar mı?..”1

Bundan dolayıdır ki haset, Rabbimiz ile olan bağımızı ve amellerimizi mahvettiği gibi sosyal münasebetlerimizi ve kardeşliğimizi de bozmaktadır. Efendimiz -aleyhisselâm- şöyle buyurmaktadır:

“Haset etmekten sakının. Zira, ateşin odunu (veya otları) yiyip bitirdiği gibi haset de iyilikleri yer bitirir.”2

Haset; yaptığımız iyilikleri silip götürdüğü gibi, içimizdeki iyilik yapma isteğini ve azmini de alıp götürür. Tesirinin bu kadar büyük oluşundan dolayıdır ki; âlimlerimiz, hasedin haram olduğunu söylemişlerdir.

Peki bu hastalıktan nasıl kurtulabiliriz?

Hasedin temelinde yatan ana sebep; kâinâtı var eden ve düzenleyen Allâh’ın, insanlar arasındaki bu farklılıkları yaratmadaki murâdını tam olarak anlamamaktır. Bununla alâkalı olarak Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَكُمْ خَلَٓائِفَ الْاَرْضِ وَرَفَعَ بَعْضَكُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَبْلُوَكُمْ ف۪ي مَٓا اٰتٰيكُمْؕ اِنَّ رَبَّكَ سَر۪يعُ الْعِقَابِؗ وَاِنَّهُ لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ

“O; sizi yeryüzünde halîfeler (oraya hâkim kimseler) yapan, size verdiği nimetler konusunda sizi sınamak için bazınızı bazınıza derece derece üstün kılandır.

Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır.

Şüphe yok ki O; çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”3

Şunu bilmeliyiz ki âyette zikredilen üstünlük, dünyevî bakımdan bir üstünlüktür. O zaman; insanlar arasındaki zenginlik, ilim ve sahip olunan diğer bütün farklılıkları yaratan Allah Teâlâ’dır. Taksimâtı O’nun yaptığını bilen bir kişi; diğer kardeşini kıskanmaz, onun sahip olduğu ve kendi sahip olamadığı şey için üzüntü ve keder duymaz. Sahip olunan her şeyin imtihan olduğunun şuurunda olan kişi, aslında haset ettiği şeyin kendisinde olmamasını da bir fırsat olarak görür. Eğer kendisi o nimete sahip olup da hakkını veremese, bu onun için çok daha tehlikeli olacaktır çünkü.

Bunun yanında şu da akılda tutulursa haset ile çok daha etkili bir mücadele verilebilir:

“Benim yaratılış gayem; sahip olduğum şeyler nisbetinde iyilik yapıp, iyi bir insan olmaktır. Başkasının sahip olduğu şeylerin çetelesini tutacağıma; kendi sahip olduğum imkânları, ne kadar iyilik yolunda harcadığımı hesap etmem gerekir.”

Böyle demek ve düşünmek; Allâh’ın rahmetinden kovulmuş şeytanın, haset ile ilgili fısıltılarını duymamak demektir.

Rabbim sahip olduğu ve olamadığı her şey için «rızâ» gösteren kullarından eylesin…

__________________________________________________________________________

1 en-Nisâ, 4/54.

2 Ebû Dâvûd, Edeb, 44. Ayrıca bkz. İbn-i Mâce, Zühd, 22.

3 el-En‘âm, 6/165.