ŞABAN AYININ SULTANI

Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com

Müslümanların mânevî baharı, üç ayların kutlu ikliminde, «Aşkullah» ayı olan Receb’in ardından teşrif eden Şaban ayı; mü’minlerin «Muhabbet-i Rasûlullâh»a erişmelerine en uygun zemindir. Bütün İslâm ümmetinin Şaban ayı mübârek olsun, korktuklarımızdan emîn, umduklarımıza nâil olalım inşâallah.

Hayatı müslümanca yaşamak için en kâmil model, Şaban ayının sultanı Rasûl-i Zîşân Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-’dır. O güzel Nebî, bizzat kendi adına tahsisli olan bu ayı nasıl geçirirdi? Önce ona bakmak lâzımdır:

Peygamberimiz -aleyhisselâm- Receb ayından itibaren;

“Allâh’ım! Receb ve Şaban’ı bizim için mübârek eyle! Bizi Ramazân’a kavuştur!” (İbn-i Hanbel, Müsned, 1/2559) diye duâ ederdi.

Ramazan’dan sonra, en çok Şaban ayında oruç tutardı. Hayır ve hasenatları bolca olurdu. Bilindiği üzere Şaban ayının tam ortasında, Berat Kandili var. On beş gün sonra da, Ramazân’a erişilecek nasip olursa. Yüce ve Azîz olan Rabbim bizlere, bu sevapları bol günlerden en kâmil mânâda istifâdeler nasip etsin.

Hatimler yalnızca Ramazan ayında değil, diğer aylarda da yapılmalı. Müslümanlar şerefli Kur’ân ile her dem, hemhâl olmalıdır. Hem; ebedî bir âlemde bize sermaye biriktirmek adına böylesi güzel bir girişime, hayır denemez.

«–Rasûlümüz’e ait olduğu bildirilen Şaban ayında, O’na olan muhabbet ve sevgilerimizi, O şerefli Peygamber’e nasıl arz edebiliriz?» suâline cevap aranırsa deriz ki;

«–Kâinâtın Eşsiz Nebîsi’ne hatimlerin yanı sıra, salât ü selâmlar yollayabiliriz.»

Bu çalışma; bâkî bir âlemde bizi, Peygamberimiz’e tanıtacak, en akıllı çalışmadır. Zaten yüce Kur’ân bize bunu emretmektedir:

“Muhakkak ki Allah ve melekleri Peygamber’e salât ederler. Ey îmân edenler! Siz de O’na teslîmiyetle salât ve selâm getirin.” (el-Ahzâb, 56)

Âlemlere rahmet olarak gönderilmiş olan Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm-’a salât ü selâm getirmek, O’nu sevmenin alâmetidir.

Son Peygamber Hazret-i Muhammed -aleyhisselâm-, bütün insanlık için en mükemmel ahlâkî nümûneleri üzerinde toplamış bir insân-ı kâmil yani «üsve-i hasene»dir. Tarih boyu, bu güzel insanı karalamalar hep olmuştur. Kalpleri ve zihinleri kara olanlar elbette ki, ak ve pak olanları anlayamazlar. Halk arasında bir söz vardır; “Altının değerini sarrafı bilir.” diye, bu söz, doğru bir sözdür. Burada, Mevlânâ Hazretleri’nin;

“Kişi aynaya bakar, kendini görür.” sözünü de unutmayalım. Nasipsizlere sadece acırız, ancak ümmet-i Muhammed, O güzeller güzeli Peygamber’in kıymetini hep bilmiş, uğruna canlar vermiştir.

Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz’in pratik hayatı, O’nun sergilediği örnek ahlâkı, açık ve net bir şekilde tarihte kayıtlıdır. O yüce Rasûl’ün, müslümanlar ve diğer din mensuplarıyla olan münasebetleri gözler önündedir. İnsanlarla olan münasebetleri; yumuşaklığı, azmi, dürüstlüğü, mücadelesi, cömertliği hep takdirle bilinir. Savaş stratejisi, savaşlarda uyguladığı hakperest uygulamalar, çocuk-kadın-yaşlı insanlara olan muameleleri, esirlere gösterdiği âdilâne yumuşak tavırları tarih kitaplarında kayıtlıdır. O zamanki tarihin akışını değiştiren Mekke’nin fethinin, sulh ile kan dökülmeden gerçekleştirilmesi, O’nun büyük kumandanlığına ve Gönül Fethi Peygamberi olmasına delildir.

O -aleyhissalâtü vesselâm-, gönülleri fethetmeye gelmiş bir âhiret elçisidir. İslâm gelmezden evvel Araplarda, kabîleler arasında çekişmeler ve huzursuzluklar vardı. Peygamberimiz’in getirdiği ulvî prensiplerle, bu huzursuzluklar son bulmuştur. Medine’de kurulan İslâm devletinden, Mekke’nin fethine kadarki olan dönemde, Allah Rasûlü -aleyhissalâtü vesselâm-’ın çevresindekilerle yaptığı mücadelelerde, insan hayatına verdiği değerin tarihte bir benzeri yoktur.

“Kolaylaştırınız güçleştirmeyiniz, müjdeleyiniz nefret ettirmeyiniz.” (Buhârî, İlim, 12; Müslim, Cihâd, 6) düsturuyla hareket eden Peygamber -aleyhisselâm-, kısa zamanda çok zor ve büyük bir coğrafyaya hâkim olmuştur.

Rasûl-i Zîşân Efendimiz; bir insanın başına gelebilecek en sıkıntılı problemlerle karşılaşmasına rağmen, hiçbir şekilde; «Ah!.. Vah!..» etmemiş, her zaman sabır ve metânetle aşılması kolay olmayan durumların, sükûnetle üstesinden gelmiştir. Evet, O da bir insandır. Ancak en güzel hasletleri üzerinde bulunduran, bütün «müslümanlar için tartışmasız en müstesnâ modeldir.» Ve her müslümanın hedefi; O’na benzemek ve O’nu örnek almaktır. Çünkü en güzel misaller O’ndadır, -aleyhissalâtü vesselâm-.

Mukaddes kitâbımız da bunu söylüyor:

“Andolsun ki; Rasûlullah sizin için, Allâh’a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allâh’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.” (el-Ahzâb, 21)

“ve Sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.” (el-Kalem, 4)

Yüce ve Azîz Kur’ân’dan öte ne var, değil mi?

Müslümanların hayatındaki ilâhî sevgi, kâinâtın mutlak sahibi Allah Teâlâ’ya ve kâinâtın eşsiz Nebîsi’ne olan muhabbette odaklanır. Allah -celle celâlühû- sevgisi, muhabbet kapısının anahtarıdır. O kapıdan girilince, Peygamber sevgisi ruhları sarar. İşte bu ruh, ulvî âlemlere kanat açar. Sevgide ölçü, Allah Teâlâ’yı ve Rasûlü’nü sevenleri ve onların yolundan gidenleri sevmektir. Gönüllerinde yüce sevgileri bulunduranlar yücelirler.

Rûhun gelişmesi, neşv ü nemâ bulması, olgunlaşması için, ilâhî sevgilerle beslenmesi şarttır. İnsan rûhu ilâhî sevgilerle beslenince, gönül iyilere-iyiliklere, hayra ve hayırlılara meyleder. Ahlâk güzelleşir, zaman içinde kâmilleşir. En güzel davranışları seçkin şahsiyetinde derc etmiş olan, O en mükemmel insan modeli Peygamber -aleyhisselâm-’ı sevmek, yüreğimizi O’nun nezih sevgisine açmak, şu mübârek Şaban ayında biz müslümanlara çok şey kazandıracaktır.

O ki, Şaban ayının Sultanı; insanlara daima sevgi ve merhametle davranan, düşmanlarına dahî şefkatli olan bir sevgi âbidesiydi. O -aleyhissalâtü vesselâm-, âlemlere rahmetti. Öfkelerin kızıştığı, dehşet veren kinlerin ortalıkta dolaştığı, anlaşmazlıkların artık son noktasının koyulacağı anda; O Rahmet Peygamberi’nin üç-beş cümlesi, öylesi sert ve haşin ortamları yumuşatmaya ve yatıştırmaya yetiyordu. Medine’de yıllarca birbirlerine düşmanlık etmiş olan Evs ve Hazrec kabîleleri, O güzîde Peygamber’in rehberliğinde kardeşliğe ve dostluğa inkılâb etmişlerdi. Âlemlere rahmet Peygamber’in rahmet tecellîleri her yere, her insana, her canlıya nüfûz ediyordu.

O ki, Şaban ayının Sultanı; her türlü maddî-mânevî hususiyetlere sahip olmasına rağmen asla övünmemiş, kibirlenmemiş, sade bir kul olarak hayatını devam ettirmiştir. Soy ve nesebiyle gururlanmamış, kendi kimliğini unutmamış;

“Ben ne bir kralım, ne de zorbayım. Bilâkis Kureyş’ten kurutulmuş et yiyen kadının oğluyum.” (İbn-i Mâce, Et‘ime, 30) buyurmuştur.

O’nun insanlara olan sevgisi âlemşümul olduğu gibi, bu sevgi rahmetinden hayvanlar dahî nasiplenmiştir.

İlâhî sevgilerin başköşesinde yer alan, Allâh’ın Sevgili Rasûlü’ne sevgi ve muhabbet göstermek; mü’mini Hak sevgisine ulaştırır. İçinde bulunduğumuz üç ayların şu güzel zemininde, bilhassa da Rasûl-i Zîşân Efendimiz’in ayı olduğu bildirilen Şaban ayı, O’na olan sevgi ve muhabbetlerimizi tazelemek için münbit bir zemindir. Allah -azze ve celle-’yi seven; O’nun Sevgili Habîbi’ni de sever, O’na uyar, emirlerine itaat eder. Bunu zaten Hazret-i Kur’ân söylüyor:

“De ki: Eğer Allâh’ı seviyorsanız bana uyun. Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah affeder ve merhamet eder.” (Âl-i İmrân, 31)

O hâlde şerefli Rasûl’ü seven, O’na uyan, O’na tâbî olan bağışlanır.

Bu ne büyük bir müjdedir mü’min için!

Âlemlere hidâyet üzere; bütün bir insanlık için rahmet olarak gönderilen, insanlığa kitâbı ve hikmeti öğreten, dünya ve âhiret saâdetine erişmenin hakikatlerini bildiren bir yüce Peygamber’e, bir bedel ödemeden ümmet olma şerefini lutfeden Rabbimiz’e ne kadar şükretsek azdır. Kâinatta en mükemmel insan modeli olan, ilim-irfan ve hikmet sahibi, ümmetinin hakikatleri kavraması için, cansiperâne gayret gösteren Nebiyy-i muhterem, nasıl sevilmez? O’nu çok sevmemiz gerek. O -aleyhissalâtü vesselâm-, insan sevgisinin taçlandığı yegâne şahsiyettir. O’nun sevgisi müslümanlara hem dünya, hem âhiret sermayesidir. Bu sebeple şu mübârek ayda, Peygamber sevgisini kalbimizde derinleştirmenin tam da zamanıdır. Bunu zaten kendisi de istiyor;

“Sizden biriniz; ben kendisine babasından, çocuklarından ve bütün insanlardan daha sevimli olmadığım müddetçe îmân etmiş olamaz.” (Buhârî, Îmân, 8; Müslim, Îmân, 69-70)

“Üç özellik vardır ki; bunlar kimde bulunursa, o kimse îmânın tadına varmıştır:

•Allah ve Rasûlü’nü her şeyden fazla sevmek.

•Sevdiğini yalnızca Allah için sevmek.

•Allah; kendisini küfür bataklığından kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmeyi, ateşe atılmak gibi çirkin ve tehlikeli görmek.” (Buhârî, Îmân, 9-14, İkrâh, 1, Edeb, 42; Müslim, Îmân, 67)

Demek ki;

Sevgili Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm-’ı seveceğiz, hem de öyle çok seveceğiz ki, dünya ve âhirette değer adına ne varsa her şeyden daha fazla seveceğiz. O’nu candan aziz bileceğiz. Dahası yok, ötesi yok. O’nu sevmek, îman alâmetidir.

Şefaatine erişmek, cennette O’nunla buluşmak niyazıyla…