KÂİNAT NE KADAR BÜYÜK?

Ömer Sâmi HIDIR samihidir@gmail.com

Kozmoloji; kâinat bilimi demektir. Kâinâtın yaratılışından bugüne kadar geçirdiği safhaları, özellikleri ve davranışları modern fiziğin ışığında yorumlayan bir bilim dalıdır.

Mü’min nokta-i nazarından bakıldığında elbette kâinat sonradan yaratılmıştır ve Allah’tan başka ezelî varlık yoktur.

Gök cisimlerine tapan eski Yunan ise, uydurma tanrılarıyla yıldızları eşleştiriyordu. Bu dînî anlayışın uzantısı olarak eşyayı, yani kâinâtı ezelî görme hatasına düşüyorlardı.

Taşkın TUNA’nın Sonsuz Uzaylar adlı tefekkür mahsulü eserinden bu mevzuda şu bilgileri derleyip sizlere takdim etmek istedim:

Yorum söz konusu olduğunda, çok da objektif olamayan bilim çevrelerinde her iki görüşün sahipleri vardı. Bu iki farklı görüş uzun yıllar kıyasıya bir çatışma hâlinde idi. İlmî çevreler iki gruba ayrılmış ve her iki grup da kendi haklılıklarını ispatlamak için büyük bir yarışa girmişti.

Cambridge Üniversitesinden Fred Hoyle ve Tommy Gold gibi isimler; “Çevremizdeki bütün maddeler hep mevcuttu.” diyorlar ve bu modeli «Durgun Durum» (Steady State) olarak isimlendiriyorlardı.

İkinci grup; «Yaratılış» (Creation) modelini benimsemişti. Kâinâtın bir yaşının olduğunu, uzun yıllar önce yaratıldığını iddia ediyorlardı. Bunlar arasında Einstein, Gamow ve Lemaitre gibi isimler vardı.

Her iki grubun da kendine göre yeterli delilleri vardı. Ortak bir noktada buluşmak imkânsız görünüyordu.

Neticede elde edilen yeni deliller; «Yaratılış» tezini güçlendirdi ve galip getirdi. Hattâ o kadar güçlü deliller elde edildi ki, karşı taraf da «Yaratılış» düşüncesini benimsemek zorunda kaldı. Bugün artık «Durgun durum» tezi, ilmin tarihî akışında tatlı bir tebessümle anılan bir hâtıra olmuştur.

Prof. Dr. Paul Davies şöyle der:

“Kâinâtın yaratılmış olduğunun ispatı, asrımızın en büyük hâdisesidir!”

Zamanımızdan yaklaşık 14,7 milyar yıl önce; üzerinde doğup büyüdüğümüz, kaynakları ile beslendiğimiz bu dünya yoktu…

Güneş ve yıldızlar mevcut değildi…

Şu an içerisinde bulunduğumuz Samanyolu galaksisi de yoktu…

Bu «yokluk»tan birdenbire korkunç bir patlama ile atom altı parçacıklar yaratıldı, saniyenin trilyonda birinden daha kısa biz zamanda atomlar ve moleküller şekillendi. «Madde» dediğimiz sır dolu bir varlık oluşmaya başladı sonra zamanla galaksiler, yıldızlar ve dünyalar yerlerini alarak düzene girdiler. Kâinâtın her tarafına akıl almaz bir nizam; muhteşem bir âhenk, fevkalâde bir simetri ve güzellik hâkim oldu.

Yaratılış olayı şöyle tarif edilmekte:

Sonsuz küçük hacimde fakat sonsuz büyük yoğunluktaki madde ve enerji yumağının, birdenbire kendi hacmine sığmayarak kâinâta büyük bir hızla taşması neticesinde mekân ve zamanın yaratılmış olmasıdır.

Bu hâdiseden önce hiçbir şey yoktu. Madde, enerji, uzay, zaman ve mekân yoktu. «Bundan önce ne vardı?» sorusu mantıklı bir soru değildir. Çünkü zaman da bu hâdiseden sonra yaratılmıştır.

Büyük patlamadan sonra bütün kâinâta yayılan atomların sayısı 100 kadardır. İsmine element adı verilen bu temel atomlar, bütün kâinâtın temel yapı taşlarıdır. Yani galaksiler, güneşimiz ve dünyanın içindeki her şey sadece bu elementlerden meydana gelmiştir. Peki sadece 100 kadar yapı taşı varsa bu çeşitlilik nereden gelmektedir?

Atomlar birbiri ile öylesine âhenkle birleşmiş, öylesine nefis dizilişlerle uyum içerisinde birbirlerine bağlanmışlardır ki; bu zincirden moleküller meydana gelmiştir. Bir molekül;

Su (H2O) gibi iki çeşit ve toplam 3 atomdan da kurulabilir,

Bir kan proteini olan gamma globülin gibi 4 çeşit ve 1996 adet atomdan da oluşabilir.

Elementler birbiri ile birleşerek çevremizde gördüğümüz sonsuz sayıdaki madde çeşitliliğini meydana getirirler. Kimya ilmi bu maddelerin her türlü yapısını ve özelliklerini inceler.

KÂİNAT NE KADAR BÜYÜK?

Yapılan gözlemler neticesinde dünyanın güneşten 150.000.000 kilometre uzaklıkta olduğu hesap edildi. Işık hızı da saniyede 300.000 kilometre olduğu için güneşten çıkan ışınlar 8 dakika sonra dünyaya ulaşıyordu. Yani güneş ile dünya arası 8 ışık dakikası mesafede idi. Buna benzer olarak Jüpiter’in ışığı bize 40 dakikada ulaşmaktaydı. Peki Kutup Yıldızı? Kutup Yıldızı, bizden 45 ışık yılı uzaktaydı. 1 ışık yılı 9,5 trilyon kilometre olduğuna göre mesafeyi siz hesap edin!..

Gökyüzüne baktığınızda bir uçtan bir uca irili ufaklı yıldızların ışıltılı bir kuşak gibi gökyüzünü sardığını fark edebilirsiniz. Aslında bizim çıplak gözle gördüğümüz kuşak, Samanyolu galaksisinin kollarından birinin bir parçasıdır. Bu yıldız kümesi, sanki okyanusta bir ada misâli uzanıp giden bir kuşaktır. Bu kollardan birinde de güneş sistemimiz dönmekte. Peki ne kadar büyüklükte bir galaksimiz var?

1924’te en güçlü teleskoplarla yapılan araştırmalarda spiral disk şeklinde olan galaksimizin 100.000 ışık yılı uzunluğunda ve 30.000 ışık yılı genişliğinde olduğu % 10 hata payı ile tespit edildi. O zaman bu büyüklükler bütün gökbilimciler tarafından büyük bir hayret ile karşılandı. Çünkü ışık hızında bile ilerlesek, Samanyolu’nun bir ucundan diğer tarafına gitmemiz 100.000 yıl alacaktı.

Bu araştırmaları yapan Hubble’ın aklına bir soru geldi. Acaba kâinatta bizden başka bir galaksi de olabilir miydi?

Uzun yıllar süren araştırmalar esnasında yaptığı açıklamalar bilim çevrelerinde büyük heyecanlar uyandırdı. Ve bir gün;

“Uzayda bizim galaksimize benzer 100.000 adet yıldız adası mevcut!” dediğinde kendisine itiraz edenler oldu. Daha sonra hata ettiğini söyleyerek, bu sayının 100.000 değil 1 milyon olması gerektiğini söyledi. Emekli olma zamanının geldiğini söylediler. Fakat çok geçmeden ne kadar haklı olduğu ortaya çıkacaktı.

Bugün en modern radyo ve optik müşâhede usûlleri ile «gözlemlenebilen uzayda» 1 milyon değil, 100 milyar galaksinin olduğu biliniyor.

Her biri bir sanat eseri gibi olan bu galaksiler bize bir hakikati anlatmakta:

Her eseri yapan mutlaka bir sanatkâr vardır. Resimden önce ressam, şiirden önce şair vardır. Bu kâinât ise bütün sanatların üzerinde ulaşılmaz bir ilim ve sanat hârikasıdır.

GENİŞLİYORUZ…

Kâinat; her an, her saniye büyük bir hızla genişlemekte, şişmekte ve büyümektedir. Bu genişleme galaksiler içindeki yıldızların atom seviyesinde değil; galaksiler arasındaki bölgenin sanki lâstik gibi uzaması ile gerçekleşiyor. Yıldızların iç yapısında herhangi bir fizîkî ya da kimyevî bir tesir sebebiyle genişleme olmuyor. Bu genişlemenin bir merkez noktası veya ekseni de yok.

Bu genişlemenin ilk anlarda nasıl olduğunu ve ne kadar hızlı olduğunu hesaplamaya çalışan kozmologlar, bunu bizim anlayabileceğimiz bir örnek ile şöyle açıklıyorlar:

“Sahildeki bir kum tanesi, bir anda dünya kadar büyük bir hâle gelse, bu bile kâinâtın nasıl bir anda büyüdüğünü açıklayamazdı!”

Tabiî bunu akıl ile idrâk etmemiz mümkün değil. Zaten bu alanda çalışanlar darb-ı mesel hâline gelmiş şu sözü her zaman hatırlarında tutarlar:

“Kâinâtı anlıyorum diyen, sadece anlamış taklidi yapmaktan ileri gidemez!”

İdrâk edemeyeceğimiz bu hakikatler karşısında acziyetimizi idrâk edebilirsek, asıl maksada ulaşmış oluruz.

Sonsuz ilimle dolu şu âlem yıldız olsa, bizim bildiklerimiz onun yanında mum ışığı gibi kalırdı.

Bu kudreti görüp de hayran olan ve şükreden bir gönül ne kadar büyük bir kazanç içerisindedir…

_______________

* Kaynak: Sonsuz Uzaylar, Taşkın TUNA.