Yeryüzünün Felâhı ve Çaresi AİLE SAÂDETİ

Dr. Ahmet Hamdi YILDIRIM

Cenâb-ı Allah, bütün insanlığı bir tek aileden meydana getirdi. Âdem -aleyhisselam- ve Havvâ Vâlidemiz’den müteşekkil ilk aileden. Böylelikle «mikro aile»den «makro aile»ye yol açılmış oldu. Aynı şekilde, bugün bütün ümmet-i Muhammed’i de bir aile olarak görebiliriz.

Aile müessesesi çok mühimdir. Onu korumak, muhafaza etmek gerekiyor. Mikro aileyi de, makro aileyi de. İkisini de himaye ve muhafaza için alınması gereken tedbirler vardır.

Bir âyet-i kerîme ve bir hadîs-i şerif, iki dînî tâlimat var ki, ikisi de aynı îkazla sona eriyor:

“Yapmazsanız sonu fesat olur, bozgunculuk olur, anarşi olur…”

Bu tâlimatların biri büyük ümmet ailemizle alâkalı, diğeri küçük fert fert kurulacak ailelerle alâkalıdır. Demek ki bu iki aileyi birbirinden bağımsız olarak tasavvur etmek mümkün değildir.

Rivâyetlere göre Hazret-i Peygamber -aleyhisselâm- Efendimiz, Medîne-i Münevvere’ye hicret ettiğinde üç farklı zamanda nüfus sayımları yaptırmıştır.

•Medine’ye geldiklerinde yapılan sayımda müslümanların sayısı 1.500 kadar iken şehrin toplam nüfusu on bin civarındadır. Buna göre müslümanlar azınlık durumdalar.

•Efendimiz -aleyhisselâm- ikinci sayımı yaptırdığında ortalama müslümanların sayısı 10.000’e ulaşmış durumda. İşte bu esnada yani yeryüzünün, Arap Yarımadası’nın bir bölgesinde, Medîne-i Münevvere’de bulunan on bin müslümana Cenâb-ı Allah şu âyetlerle hitap ediyor:

“Îmân edip de hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihâd edenler ve (muhâcirleri) barındırıp yardım edenler var ya, işte onların bir kısmı diğer bir kısmının dostlarıdır…” (el-Enfâl, 72)

Hulâsası;

Muhâcirler ve ensar, birbirinin velîsidir, dostudur. Büyük bir aile gibi, birbirine destek olur. Barındırır, yedirir, içirir, korur, kollar, yardım eder…

Müteâkip âyet; müşriklerin de, tek bir millet gibi hareket eden ehl-i küfrün de birbirleriyle böyle bir dayanışma içinde oldukları bildirilerek başlıyor:

“Kâfir olanlar da birbirlerinin yardımcılarıdır…”

Görüyoruz ki; İslâm düşmanları, yeri geldiğinde aralarındaki bütün anlaşmazlıkları bırakıp müslümanlara karşı birleşebiliyorlar, birbirlerine destek oluyorlar. Hak ve hakikat düşmanlığının sponsoru oluyorlar.

“Mü’minler bu büyük aileyi korumazlarsa, ne olur?”

Âyet-i kerîmenin devamında, Cenâb-ı Allah; bunun cevabını veriyor:

“…Eğer siz onu (Allâh’ın emirlerini) yerine getirmezseniz yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesat olur.” (el-Enfâl, 73)

O tek zamiri açmalıyız:

•Îmân etmezseniz,

•Dîninizi yaşayabilmeniz için hicreti göze alamazsanız,

•Sonra dînini yaşamak için hicret eden kimselere evinizi yurdunuzu açmazsanız (bir başka ifadeyle);

•Kardeşlik hukukunu korumazsanız, birbirinize velî / dost / destekçi olmazsanız,

•Eğer siz, müslümanlar ailesinin fertleri olarak birbirinize kucak açmazsanız;

Yeryüzünde anarşi çıkar ve büyük bir yozlaşma meydana gelir. Yeryüzünün sulh ve selâmeti için, güvenliği ve esenliği için siz Medine’deki bir avuç müslümanın bu vazifeleri yerine getirmeniz lâzımdır.

Koca dünyanın güvenliği için, anarşiye düşmemesi için can simidi vazifesi görecek bu bir avuç müslüman…

Eğer bugün yeryüzünde terör ve anarşi varsa demek ki barınamayan insanlar var demektir. Aç olan, açıkta olan insanlar var demektir. Kendini yalnız hisseden, kendini mutsuz hisseden insanlar var demektir.

Nitekim bir hadîs-i şerifte;

“İslâm’da kimse ümitsiz, mutsuz, çaresiz bırakılmaz.” (İbn-i Hacer, el-Metâlibü’l-Âliye, Riyad: 1418, 2/112) buyurulur.

Fert ve toplum, tıpkı yekvücut hâle gelmiş bir ailede olduğu gibi, tek bir nabızda birleşmiştir. Biri mesut değilse, hepsi üzülür, ateşlenir. Hepsi afiyet içindeyse, hepsi huzurlu olur.

Salgın hastalık dönemi, toplumun bu hakikatini de bize hatırlattı.

Meselâ ait olduğunuz toplumda bir kişi hasta ise, siz de karantinaya giriyorsunuz. «Bana ne ondan!» diyemiyorsunuz. Başkalarının sıhhati için dikkat ediyorsunuz. Maske takıyorsunuz. Mesafeye riâyet ediyorsunuz.

Aramızdaki bir mutsuz kişi de yaymış olduğu negatif enerji ile hepimizi mutsuz ediyor.

Mutluluk da tıpkı hastalık gibi bulaşıcıdır. Mutlu olan insanlar gittikleri yere mutluluk götürürler, saâdet götürürler. Mutsuz, ümitsiz, bedbaht kimseler de gittikleri yerlere o kasâveti, o negatif duyguları taşırlar.

Hazret-i Peygamber -aleyhisselâm- Efendimiz’in bildirdiği müjdeli bir hadîs-i kudsî var:

“Allah Teâlâ’nın yollarda dolaşıp zikredenleri tespit eden melekleri vardır. Bunlar Cenâb-ı Hakk’ı zikreden bir topluluğa rastladıkları zaman birbirlerine;

«–Gelin! Aradıklarınız burada!» diye seslenirler ve o zikredenleri dünya semâsına varıncaya kadar kanatlarıyla çevirip kuşatırlar. Bunun üzerine Allah Teâlâ, meleklerden daha iyi bildiği hâlde yine de onlara;

«–Kullarım ne diyor?» diye sorar.

Melekler;

«–‘Sübhânallah!’ diyerek Sen’i ulûhiyyetine yakışmayan sıfatlardan tenzih ediyorlar; ‘Allâhu Ekber!’ diye tekbir getiriyorlar, Sana hamdediyorlar ve Sen’in yüceliğini dile getiriyorlar.» derler.

Konuşma şöyle devam eder:

«–Peki onlar Ben’i gördüler mi ki?»

«–Hayır, vallâhi Sen’i görmediler.»

«–Ben’i görselerdi ne yaparlardı?»

«–Şayet Sen’i görselerdi Sana daha çok ibâdet ederler, şânını daha fazla yüceltirler, ulûhiyyetine yakışmayan sıfatlardan Sen’i daha çok tenzih ederlerdi.»

«–Kullarım Ben’den ne istiyorlar?»

«–Cennet istiyorlar.»

«–Cenneti görmüşler mi?»

«–Hayır, yâ Rabbi! Vallâhi onlar cenneti görmediler.»

«–Ya cenneti görseler ne yaparlardı?»

«–Şayet cenneti görselerdi onu büyük bir iştiyakla isterlerdi, onu elde etmek için büyük gayret sarf ederlerdi.»

«–Bunlar Allâh’a neden sığınıyorlar?»

«–Cehennemden sığınıyorlar.»

«–Peki cehennemi gördüler mi?»

«–Hayır, vallâhi onlar cehennemi görmediler.»

«–Ya görseler ne yaparlardı?»

«–Şayet cehennemi görselerdi ondan daha çok kaçarlar, ondan pek fazla korkarlardı.»

Bunun üzerine Allah Teâlâ meleklerine;

«–Sizi şâhit tutarak söylüyorum ki, Ben bu zikreden kullarımı bağışladım!» buyurur.

Meleklerden biri:

«–Onların arasında bulunan falan kimse esâsen onlardan değildir. O buraya bir iş için gelip oturmuştu.» deyince Allah Teâlâ şöyle buyurur:

«–Orada oturanlar öyle iyi kimselerdir ki, onların arasında bulunan kötü olmaz.»” (Buhârî, Daavât 66. Ayrıca bkz. Ahmed, II, 251-252, 358-359)

Bu müjdeli hadîs-i şerifteki son ifade çok mühim:

Öyle güzel bir topluluk ki; içindeki farklı niyetli, ham, gafil kişiyi bile dönüştürüyor. Mutsuzu mutlu ediyor. Ümitsizi ümitvar kılıyor.

Yani dönüştürücü bir toplum. Meselâ yüz kişi var. İçlerinden üç-beş kişi ümitsiz, kaygılı, endişeli, tereddütleri var, sıkıntısı var. Bunlar; o mesut topluluğun arasına girdiğinde onların ümitsizliği, umutsuzluğu, endişeleri kaybolur gider.

Bu müjdenin bir de tehdit tarafı var:

Eğer bizim topluluğumuza giren kişiler; ümitvar olamıyorsa, mutlu olamıyorsa, bizim rengimizi almıyorsa, gözleri ışıl ışıl parıldamıyorsa demek ki o dönüştürücü kavim biz değiliz. O anlatılan, o arasına tesadüfen katılanları bile kendi boyasıyla boyayan insanlar biz değiliz.

Müslümanlar, dönüştürücü bir nesil olmalıdır. Onların girdiği mecliste ümitsizlik kaçmalı. Mü’min saîd insandır. Saîd hem mutlu, hem de cennetlik demektir. Buna karşılık şakî, ümitsiz, bedbaht ve cehennemlik demektir.

Biz işte bu saâdeti, cennetlik eyleyen mutluluğu yayabilirsek büyük bir iş yapmış oluruz. Yayamazsak o zaman o mutsuzluk -ne kadar uzakta olursa olsun- bize musallat olur.

Bakın bugün dünyanın bir ucunda koronanın yeni bir varyantı çıkıyor. Tâ oradan buraya gelmez demiyor insanlar, hemen sınırlarını kapatıyor.

Mânevî mikroplar ve devâlar da böyle.

Bugün o hâle geldik ki dünyanın bir yerinden bir gâvurluk çıkıyor, bütün dünyayı istîlâ ediyor.

Dolayısıyla biz de, mutluluğun ticaretini yapmaya mecburuz.

Yukarıdaki âyette buyurulduğu gibi; büyük ailemizin fertlerinden bize sığınanları barındırmak, kucaklamak ve sarılmak. Bu bir îman şartı aynı zamanda. Hadîs-i şerifte buyurulur:

“Siz, îmân etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de îmân etmiş olamazsınız…” (Müslim, Îmân, 93)

Demek ki birbirimizi sevmeye mecburuz.

«Îman» kelimesi de «emniyet / güven» kökünden geliyor. Bu, aynı zamanda; «Dünyanızı cennete çevirmek istiyorsanız emniyet içerisinde olmanız lâzım, etrafınıza güven telkin etmeniz lâzım.» mânâsına geliyor.

Bugün dünyada iki güvenlikten bahsediliyor:

•Biri can güvenliği,

•Diğeri gıdâ güvenliği.

İkisi de varsa insanlar; mutlu, mesut, bahtiyar insanlar oluyorlar.

Şimdi herkeste bir kaygı var. Nedir o kaygı?

–Ne olacak bu memleketin hâli?!.

Birbirimizi seversek; birbirimizin velîsi, dostu, destekçisi, yani tıpkı bir ailedeki gibi, küçüklerimizin ağabeyi / ablası, babası / annesi, amcası / teyzesi, dedesi / ninesi olabilirsek, o kaygılar silinir gider. Bunun için sevgi şart.

Sevgiyi de Rabbimiz şu şartla lutfedeceğini buyuruyor:

“Îmân edip, sâlih ameller işleyen, güzel işler yapanlar için; Rahmân, bir sevgi halk eder.” (Meryem, 96)

Cenâb-ı Hak, 15 asır evvelki, o bir avuç müslümana âdeta;

“Dünyanın kaderi size bağlı!” dedi. Onlar da gerçekten kenetlendiler, birbirilerine dost / velî oldular. O büyük aile kısa zamanda dünyanın büyük kısmına hâkim oldu. Düne kadar; «baldırı çıplak Arap» diye görülen o insanlar nasıl üç kıtaya yayıldı? Hangi silâhla? Hangi güçle? Tamamen o büyük aile hâline getiren, birbirine sevme ve sahip çıkma duygusuyla muvaffak olundu.

Tersi de aynı. Bugün Amerika, batı kültürü bütün dünyaya nasıl hâkim oluyor? Algı operasyonlarıyla. Dünyanın dört bir yanında barınmaya, sevgiye, desteğe, yardıma yani şefkatli bir aileye muhtaç milyonlar, Avrupa’ya ve Amerika’ya doğru hücum ediyor. Kitleler; ölümü göze alıyor, denizlerde boğuluyor, sahtekâr kaçakçılara elindeki son kuruşları kaptırıyor, ama illâ da oraya gideceğim diye uğraşıyor. Hâlbuki karşısında, bağrını açmış, kendisini sevgiyle kucaklamaya hazır bir dünya yok! Dikenli teller var. Soğuk suratlar var.

Mahrumların, mazlumların asıl kurtulacağı yer, müslümanların arası. Mü’minler ancak o büyük ailenin içinde mutlu olabilir,

O büyük aileyi barındırmak için paramız yetmez demeyin. Mesele para meselesi değildir.

Efendimiz -aleyhisselâm- buyuruyor:

“Siz; insanların hoşnutluğunu, mallarınızla kazanamazsınız. (Paranızla onları kuşatamazsınız.) Onların hoşnutluğunu, ancak (gönüllerinizle), güler bir yüz ve güzel bir ahlâkla kazanabilirsiniz.” (Ebû Yâlâ, Müsned, XI, 428 [6550]; Deylemî, I, 392)

Eğer onların gönüllerine girerseniz, bir sevgi ihdas ederseniz, sevginin koordinatları üzerinde ittifak ederseniz, işte o zaman sarsılmaz kaleler hâline gelirsiniz.

Yok öyle yapmazsanız; sevgiyi aranızdan çıkarır, nefreti, düşmanlığı, birbirinize karşı kine odaklanırsanız yeryüzünde anarşi ve büyük bir yozlaşma meydana gelir.

Hazret-i Peygamber Efendimiz de diyor ki:

“Dînini ve ahlâkını beğendiğiniz bir kimse size (dünür olarak) geldiğinde onu (kızınızla) nikâhlayın. Böyle yapmazsanız, yeryüzünde fitne ve bozgunculuk çıkar…” (Tirmizî, Nikâh, 3)

Bir delikanlı geliyor, kızınıza talip oluyor. Dîni ve dindarlığı ile alâkalı, Allâh’a karşı sorumluluğu, takvâsı ile ilgili bir probleminiz olmadığı hâlde müslümanca bir evliliğin kurulmasına engel olursanız, yeryüzünde anarşi çıkar. Böyle fert fert, enine boyuna büyüyen, genişleyen bir yozlaşma meydana gelir.

Mikro ailedeki îkaz ve makro ailedeki îkaz, aynı ifadelerle geliyor.

Takvâ temelli aileler kurulmazsa, o büyük aileyi kuracak şuur da gelişmez.

Prof. Dr. İrfan GÜNDÜZ Hocamız anlatmıştı:

Oturdukları apartmanda sürekli münakaşa eden yaşlı bir karı koca varmış. Bir gün amca gelip sormuş:

“−Ya hoca! Sizde hiç kavga gürültü olmuyor mu? Kimin sözü geçiyor sizin evde?”

İrfan Hoca demiş ki:

“−Bizim evde ne benim sözüm geçer ne hanımın sözü geçer. Bizim evde Allâh’ın ve Peygamberi’nin sözü geçer.”

Hakikaten Allâh’ın ve Peygamberi’nin sözünün geçtiği yuvalar kurmalı. Evlilik fırsat, teklif ve imkânları ortaya çıktığında;

“–Aday zengin değil, çalışmıyor, parası yok, güzelliği bana göre eksik, şusu yok, busu yok…” diye o işten vazgeçerseniz, sadece kendi hayatınızı mahvetmezsiniz, yeryüzündeki akışı da mahveder, fesâda yol açarsınız.

Her başarısız evlilik, her problemli evlilik, yeryüzünde huzura karşı atılmış bir nükleer bombadır. Sokakta birine tekme atan, öbürüne çelme takan ne kadar ârızalı kişi varsa bakın problemli ailelerin çocuklarıdır. Onun için her bir ailenin düzgün kurulması, toplumun mutluluğu için gereklidir. Nitekim topluluğun da birbirini sevmesi, yeryüzünde huzurun hâkim olabilmesi için olmazsa olmaz şarttır.

Küçük ve kendimize ait ailelerimiz için de, o büyük, devâsâ ailemiz için de duâ edelim:

İşte Rabbimiz’in öğrettiği duâ yine iki aileyi nasıl da birleştiriyor:

Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla.

Bizi müttakîlere imâm eyle, takvâlı bir topluma önder kıl!” (Bkz. el-Furkān, 74)

Küçük bir aileyi eğer göz aydınlığı bir şekilde mutlu, mesut, bahtiyar, sevgiyle yetişen çocukların olduğu bir aile hayatına getirebilirsek toplum, takvâ temelli inşâ edilmiş olur.

Dolayısıyla; «Bir aile» deyip geçmemek lâzım. Bir aile, bir dünyayı kurtaracak müessesedir. Onun için İslâm düşmanları, ailelerle uğraşıyor. Erkeklerimizle, kadınlarımızla uğraşıyor. Böldüğü, kopardığı ve baltaladığı her aile, aslında dünyanın temeline konulmuş birer dinamittir. Onun için «aile» derken, «aileleşmek» derken, «aile kurmak» derken bir dünya inşâ etmekten bahsediyoruz.

“Evleneyim, balayına gideyim, heveslerimi tatmin edeyim, o bir maaş alsın, ben bir maaş alayım, akşam gelince ayaklarımızı uzatalım televizyona, internete dalalım…” Bir müslümanın evlilik hayali bu olmamalı.

“Yeryüzünü değiştirecek bir nesil inşâ etmek üzere ben bir ahit yaptım, ben bir akit yaptım!” demektir gerçek evlilik.

Ârif Nihat ASYA’nın dediği gibi:

Yürü! Hâlâ ne diye oyunda oynaştasın?
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın.

Kızım! Sen de Fatihler doğuracak yaştasın!

Kendimizi asla basit görmeyelim. Rabbimiz’in Âdem -aleyhisselâm-’a verdiği sır aynen bizde de mevcut. Onun için, bir insan olarak taşıdığımız potansiyel, cihanı değiştirecek bir potansiyeldir. O potansiyeli kullanalım. Kullanabilmemiz için de Allâh’a yalvaralım, duâ edelim.

Ümmet olarak da potansiyelimizi küçük görmeyelim. Medine’deki bir avuç müslümanın dünyayı değiştirdiği gibi, bugün de o büyük mü’minler ailesi, bütün dünyaya saâdeti yayabilir. Yeter ki bütün cihanı saâdetle kucaklayabilecek ümit ve ufka sahip olsun…