RASÛLULLAH (S.A.S.)’İN HİCRETİ -17-

Âdem SARAÇ vardisarac@yahoo.com.tr

Rasûlullah -aleyhisselâm- ile yol arkadaşları, bunca kötü takipçileri atlatıp hicret yolunda ilerliyorlardı.

Harrâr’da kısa bir mola verip, orada bulunan Harrâr suyundan kanasıya içtiler. Orada fazla oyalanmadan ilerleyip, Seniyetü’l-Mere denen yere vardılar. Râbiğ vadisinde Ecya diye anılan suyun yakınında olan Seniyetü’l-Mere’de mola verip dinlendiler. Su ihtiyaçlarını da karşılayıp, tekrar yola koyuldular.1

Hicret yolculuğu, plânlandığı gibi sürüyordu. Sevr Dağı öncesinde olduğu gibi, sonrasında da büyük bir dikkat ve îtinâ ile yollarına devam ediyorlardı.

Mekke’den ayrılırken, müşrikler tarafından yakalanmamak için, çok başka ve bir hayli de sapa yolları tuttular. Yol boyunca, sürekli takipçiler olduğu için, onlar da sürekli sapa yollara saparak gidiyorlardı. Bu şekilde bir hayli yol almışlardı, tamamıyla olmasa da epeyce bir güvenliğe kavuşarak nihayet Cuhfe’ye vardılar.2

Cuhfe, Mekke ile Medine arasında bir yer olup, Mekke’ye gidiş istikameti ile tanınıp bilinirdi. Bunca yolculuktan sonra burada güvenli bir şekilde mola verdiler. Bu aynı zamanda; «Mekke’den ayrıldık artık…» anlamına da geliyordu!3

Rasûlullah -aleyhisselâm-; Cuhfe’den Mekke istikametine öyle bir bakışla baktı ki, durumun nezâketini görüp anlayan Hazret-i Ebûbekir, gözyaşlarını tutamadı:

–Mekke’den ayrıldığımıza çok üzülüyorsun, değil mi ey Allâh’ın Rasûlü!4

–Eğer onlar beni çıkmaya mecbur etmeselerdi, ben Mekke’den asla çıkmazdım!5

Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın da çok üzüldüğünü gören Hazret-i Ebûbekir, başka bir soru sormadı. Ama gözyaşlarına hâkim olamıyordu bir türlü.

Mekke istikametine bakan Rasûlullah -aleyhisselâm-; uzun yıllardan beri ayrılmış gibi, daha şimdiden Mekke’yi çok özlemişti. Harem-i Şerif, Kâbe, Beytullah gözlerinde tüter olmuştu. Hem o kadar ki… O’nu hem tesellî etmek ve hem de o büyük müjdeyi vermek için, Cenâb-ı Hak -celle celâlühû-
vahiy meleği Hazret-i Cebrâil’i gönderdi. Hazret-i Cebrâil sordu:

–Mekke’yi özlüyor musun yâ Rasûlâllah?

Rasûlullah -aleyhisselâm-, tek kelimeyle cevap verdi:

–Evet!

Bir anda gözden kaybolan vahiy meleği, tekrar geldi. Ama bu sefer sadece bir hâl-hatır sorup, tesellî vermek için değil, müjde vermek için gelmişti:6

اِنَّ الَّذ۪ي فَرَضَ عَلَيْكَ الْقُرْاٰنَ لَرَٓادُّكَ اِلٰى مَعَادٍۜ قُلْ رَبّ۪ٓي اَعْلَمُ مَنْ جَٓاءَ بِالْهُدٰى وَمَنْ هُوَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ

“Kur’ân’ı Sana (indiren ve onu okuyup onunla amel etmeyi ve onu tebliğ etmeyi) farz kılan Allah, elbette ki Sen’i (yine) dönülecek yere döndürecektir. De ki (ey Rasûlüm):

«Rabbim (elbette) daha iyi bilir; hidâyet ile geleni (doğru yolda yürüyeni) de, apaçık bir dalâlet (sapkınlık) içinde olanı da (en iyi bilen Rabbim’dir).»”7

Cenâb-ı Hak -celle celâlühû-; her şeyi görüp bildiği gibi, her şeye gücü de yetendir. Ancak; diğer her şeyde olduğu gibi, şimdi de Rasûlü’ne bu kutlu yolculuğu, «Hicret»i takdir etmişti. İşin özü buydu. Yani her ne oluyorsa; birilerinin baskısıyla değil, sadece Allâh’ın takdiri ile tecellî ediyordu.

Âyet-i kerîmede ifade edilen, Rasûlullâh’ın döndürüleceği yerden maksadın ne olduğu konusunda farklı rivâyetler vardır. Bunları özetle şöyle sıralayabiliriz. Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın döndürüleceği yer cennet, kıyâmet günü ve âhiret, ölüm, Mekke ve Mekke’nin fethedileceğidir…8

“Allah, elbette Sen’i yine dönülecek yere döndürecektir.” ifadesi, müşrikler tarafından zulme maruz kaldığı için, Mekke’den hicret eden Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın, bir gün büyük bir zaferle tekrar oraya döneceğinin bir işaretidir. «Döndürülecek yer» ifadesi; «ölüm, cennet, âhirette en yüksek makam…» olarak da yorumlanmıştır.9

Âyet-i kerîmenin nâzil olduğu yer ve zamana baktığımızda; buradaki meâd, ölüm; döndürmekten maksat ise, Mekke’ye geri döndürülmedir. Yani;

“Âhirete irtihal etmeden önce, Sen’i bu çıktığın yere geri getirecek, Mekke’yi fethettirecek.” demektir!10

Âyet-i kerîmenin, âhiret mükâfâtı yanında, dünyaya dönük bir işareti de vardır. Kur’ân sayesinde Rasûlullah -aleyhisselâm- ve O’na inananlar, O’nu izleyenler, Allâh’ın murâd ettiği sona, fıtratın imkân verdiği kemâle ulaşacaklardır.11

Yukarıda geçtiği gibi, Rasûlullah -aleyhisselâm-; Cuhfe denilen yere varınca, vatanından ayrılmanın verdiği hüzünle derinden sarsıldı. Cenâb-ı Hak da; Rasûlü’nü hem tesellî etmek ve hem de ileride tahakkuk edeceği dönüş müjdesini vermekle, sürekli yanında olduğunu ve olacağını açıkça ortaya koymuştu.12

Cenâb-ı Allah; Rasûlü’nü müşriklerin insafına terk etmeyecekti, etmemiştir. Kur’ân’ı indiren ve Kur’ân’ın içerdiği mesajı tebliğ etme sorumluluğunu omuzlarına yükleyen O’dur. O, Rasûlü’nü çok sevdiği memleketinden çıkarandır. Rasûlü’ne baskı yapan, davet hareketine karşı zorluk çıkaran, çevredeki mü’minleri dinlerinden döndürmeye çalışan müşriklerin eline bırakmamıştı, bırakmayacaktı. Bugün oradan hicret etmek zorunda kalsa da, yarın zafer kazanarak oraya geri dönecektir.

Hiç şüphesiz ki; yüce Allâh’ın bu vaadi, O’nun yolunu izleyen herkes için geçerlidir. Allah yolunda eziyet gören, baskılara uğrayan, buna karşılık sabreden ve Allâh’ın vaadine güvenen kimselere; yüce Allah, mutlaka yardım etmiş ve en sonunda tâğutlara karşı onlara zafer vermiştir. Bunlar ellerinden gelen bütün gayreti sarf ettikten, üstüne düşeni yapıp vazifesini yerine getirdikten sonra, tahakkuk edecek olan Sünnetullah’tır.13

Allah ve Rasûlü’ne kulak verip, hak ve hakikate yönelmek varken; karşı koyup dalâlet uçurumuna yuvarlanan müşrikler, Rasûlullah -aleyhisselâm- ve sevgili ashâbına çok eziyet ediyorlardı. Metinden de anlaşılacağı üzere âyet-i kerîmenin son bölümü, Rasûlullah -aleyhisselâm- ile tartışan ve;

“Sen apaçık bir sapkınlık içindesin.” şeklinde sözler sarf eden, nasipsiz hâin müşriklere cevap olarak inmiştir;

“Onlara de ki, Rabbim doğru yolda olanı ve yolunu şaşıranın ben mi yoksa siz mi olduğunu daha iyi bilir. O, güzel iş yapanla kötü iş yapanı bilir ve her birine yaptığının karşılığını verir!”

Rasûlü’ne insafsızca saldıranlara karşı, bizzat Cenâb-ı Hakk’ın verdiği reddiyedir bu!14

Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın bu büyük ve kutlu yolculuğu olan hicret hâdisesini anlatan eserler; bu sahneye geldiklerinde, üzerinde durduğumuz âyet-i kerîmeyi genişçe tefsir ederler. Sonra da;

“Bu âyet-i kerîme ne Mekkî ve ne de Medenî olup, bilâkis her ikisini de içine alan bir yerde durmaktadır.” derler.15

Her ne olursa olsun, Peygamber Efendimiz hicret yolundaydı.

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-

_______________________

1 İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 2, s. 136; İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 1, s. 233; Taberî, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk, c. 2, s. 246.

2 Ebu’l-Fidâ İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 3, s. 189; Diyârbekrî, Târîhu’l-Hamîs, c. 1, s. 331.

3 Semhûdî, Vefâü’l-Vefâ bi Ahbâri Dârî Mustafâ, c. 4, s. 1200.

4 Zehebî, Târîhu’l-İslâm, s. 323.

5 Beyhakî, Delâîlü’n-Nübüvve, c. 2, s. 518.

6 Fahreddin er-Râzî, Tefsîru Garîbi’l-Kur’âni’l-Azîm, c. 25, s. 21; Kurtubî, el-Câmî li Ahkâmi’l-Kur’ân, c. 13, s. 321.

7 Kur’ân-ı Kerîm, Kasas Sûresi, 28/85.

8 Taberî, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli’l-Kur’ân, c. 6, s. 341, c. 20, s. 123-126.

9 Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, c. 4, s. 184.

10 Elmalılı Muhammed Hamdi YAZIR, Hak Dîni Kur’ân Dili, Kasas, 28/85.

11 Heyet, Kur’ân Yolu Tefsîri, Kasas 28/85.

12 İzzet Derveze, et-Tefsîru’l-Hadîs, c. 2, s. 318-319.

13 Seyyid Kutub, Fî Zilâli’l-Kur’ân, Kasas 28/85.

14 Ebu’l-Ferec İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, c. 6, s. 26; Ebu’l-Fidâ İbn-i Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, c. 3, s. 26; Muhammed Ali es-Sâbûnî, Safvetü’t-Tefâsir, c. 4, s. 455.

15 Fahreddin er-Râzî, Tefsîru Garîbi’l-Kur’âni’l-Azîm, c. 25, s. 21; Kurtubî, el-Câmî Li Ahkâmi’l-Kur’ân, c. 13, s. 212; Ebu’l-Fidâ İbn-i Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, c. 6, s. 27.