Toprak Nimetine Şükür: ÖŞÜR
Dr. Ahmet Hamdi YILDIRIM
Cenâb-ı Allah, insanı Zâtına kulluk için yarattı. Kulluk yani ibâdetin çeşitleri var: Bedenî ibâdetler, mâlî ibâdetler, hem mâlî hem bedenî ibâdetler…
Mâlî ibâdetler içinde, farz olan, İslâm’ın rükünlerinden, temel direklerinden biri de zekât. Zekâtın da çeşitleri var: Madenlerin zekâtı ayrı, besiciliği yapılan hayvanların zekâtı ayrı, toprak mahsullerinin zekâtı ayrı…
Bu yazımızda toprak mahsullerinin zekâtından yani öşürden bahsedeceğiz.
Âyet-i kerîmede buyurulur:
وَاٰتُوا حَقَّهُ يَوْمَ حَصَادِه۪ۘ
“Çardaklı ve çardaksız (üzüm) bahçeleri, mahsulleri çeşit çeşit hurmaları, ekinleri, birbirine benzer ve benzemez biçimde zeytin ve narları yaratan O’dur.
Her biri meyve verdiği zaman meyvesinden yiyin.
•Devşirilip toplandığı gün de hakkını (öşrünü yani zekâtını) verin, fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez.” (el-En‘âm, 141)
Maalesef öşür diğer ibâdetlere göre toplumumuzda daha az bilinen, daha az tatbik edilen bir ibâdet. Hâlbuki ticaret mallarının zekâtını vermek nasıl farz ise, öşür de öyle farz. Bu ihmalin arkasında tarihî sebepler var. Onlara da kısaca temas edelim.
Hazret-i Osman -radıyallâhu anh-’ın hilâfeti döneminden itibaren, fukahâ; serveti, emvâl-i zâhire ve emvâl-i bâtına diye iki kısma ayırmış.
•Emvâl-i zâhire: Görünen servet. Meselâ; kişinin çiftliğindeki hayvanları, tarlaları, mahsûlü. Bunlar görünüyor. Yastık altı edilebilecek bir şey değil.
•Emvâl-i bâtına: Görünmeyen servet. Kasadaki para, yastık altı tabir edilen altın vs.
Bu tasnifi niçin yapmışlar? Hazret-i Osman zamanına kadar, İslâm ahkâmının tenfîzini, yerine getirilmesini deruhte eden devlet, bütün malların zekâtını zenginlerden alıyor, fakirlere ulaştırıyor.
Ancak Hazret-i Osman döneminden itibaren, devlet artık sadece emvâl-i zâhirenin zekâtını almaya başlıyor, diğer kısmı ferdin kendisine tevdî ediyor;
“Gizli mallarını sen daha iyi bilirsin, sen onu hesapla, kendin fukarâyı ara bul ve öde!” diyor.
Öşür, emvâl-i zâhireden olduğu için onu müslüman devletler almaya devam etmiş. Yani bu zekât, tabiri câizse kişinin kendi inisiyatifine bırakılmamış. Devlet kontrolüyle alınagelmiş. Osmanlı da devlet olarak öşrü almış; şerîatımızda, dînimizde sarf edilmesi gereken yerlere sarf etmiş.
Bu yönüyle öteden beri müslüman çiftçiler, devletin gelip öşür almasını beklemişler.
Malûm lâiklik anlayışından sonra, devlet, öşür almayı bırakmış.
Bu ne demektir? Kişilerin vicdanlarına havale edilmiş bu farzın ikame edilmesi. Fakat alışkanlık olmadığı için bu yönüyle ihmale uğramış.
Fakat şunu bilmek gerekiyor ki; namaz neyse, oruç neyse zekât da odur. Öşür de odur. Binâenaleyh müslüman bir kimsenin, öşrünü verme mecburiyeti vardır.
–Öşür kime verilir?
–Zekât kime verilirse ona verilir. Çünkü öşür bir zekâttır. Anlattığımız üzere eskiden devlet toplayıp yerine sarf edermiş. Şimdi ise bu zekâtın da diğer malların zekâtı gibi bizzat verilmesi gerekiyor. Zekât verilecek adresler âyet-i kerîmede sayılmış:
•Fakirler,
•Yoksullar,
•Zekât toplama vazifelileri (vekâleten),
•Müellefe-i kulûb / kalpleri İslâm’a ısındırılacak kişiler,
•Köleler,
•Borçlular,
•Allah yolunda cihâda, İslâmî tahsile kendini adayanlar,
•Yolda kalmış, garipler… (et-Tevbe, 60)
–Öşür; Kur’ân kursu, cami derneği, vakıf-dernek gibi yerlere verilebilir mi?
–Bu suâlin cevabı da zekât ile aynı. Mânevî şahsiyetler / tüzel kişilikler yukarıdaki maddelere girmiyor ve onlara verilen yardımda temlik yani o muhtaçların mülkü hâline getirme şartı yerine gelmiyor. Bu sebeple aslında bu müesseseler zekâtı kendileri almazlar. Yani öşür parasıyla minare yaptıramazsınız, duvar boyatamazsınız.
Ancak hayır müesseseleri; zekâtın verileceği fakir, yoksul talebe, yolda kalmış / mültecî ve benzeri kişilere ulaştırmak üzere vekâleten öşür alabilirler. Yani yerine ulaştırma hizmetini üstlenmek üzere alır ve yerine ulaştırırlar.
Söz gelimi Yalova’da şeftali üreticisi, bin kasa şeftali üretmiş. Bunun yüz kasasını veya sulama el ile yapılıyor ise bunun yirmide birini, elli kasasını vermiş bir vakfa, bir derneğe;
“–Siz fakirlere erzak dağıtırken işte benim adıma da her bir fakire bir kasa şeftali bırakın.” demiş. Böylelikle vakıflar, dernekler, bu tür zenginlerin mallarını, zekâtlarını alıp, onlar adına fakire fukaraya ulaştırırlar.
–Hangi mahsullerden öşür verilir?
Hasat edilen her türlü bitkinin, meyvenin, sebzenin ve hububatın zekâtı vardır.
–Öşürde bir nisap var mıdır?
Meselâ hayvancılıkta 40’tan az sayıdaki koyuna zekât düşmez. Öşürde Ebû Hanîfe Hazretleri dışındaki birçok âlim, «5 vesk»in altındaki zirâî mahsullere zekât düşmeyeceğini bildirmiş. Vesk bir hacim ölçü birimi. 5 vesk, yaklaşık 600 kilograma tekabül ediyor. Bir tona kadar farklı hesaplamalar da var.
Ancak öşrün farz olması için Ebû Hanîfe bu sınırı koymamıştır. Günümüzde safran gibi çok değerli ve pamuk gibi çok hafif zirâî ürünler olduğunu biliyoruz. Bunlarda 600 kilogram şartı, zekât verilmemesine sebebiyet verebilir. Bu sebeple Ebû Hanîfe Hazretleri’nin içtihâdını ehemmiyetli buluyoruz.
Tabiî ki; evinin etrafına 2-3 demet marul, 1-2 tane soğan dikmişsin, ufak bir alana çilek ekmişsin. Öyle birkaç kiloluk istihsal için zekât gerekmez.
–Öşür ne kadar verilir?
–Öşür «‘uşr» yani «onda bir» mânâsına gelen bir kelime. Zekâtlar malın türüne göre farklı nisbetlerde veriliyor. Topraktan biten meyve, sebze ve hububat gibi mahsullerin zekâtında da iki nisbet / oran var:
•Eğer toprağın sulaması kendiliğinden ise onda bir başka bir ifadeyle yüzde 10.
•Eğer toprak insan emeğiyle sulanıyorsa, yirmide bir başka bir ifadeyle yüzde 5.
Günümüzde, tamamen tabiî sulama neredeyse kalmamış gibidir. Artezyen kazmak, sulama teşkilâtı kurmak gibi zahmetler devreye girmektedir.
–Öşrün, istihsâl edilen malın kendisinden verilmesi şart mıdır?
–Hayır. İster hasadını yaptığımız meyvenin, sebzenin, bitkinin kendisinden veririz. İstersek de tarla fiyatından nakit olarak öderiz. Zirâî ürünlerin tüccar, komisyoncu, nakliye derken markete vardığında birkaç kat pahalandığını biliyoruz. Tabiî ki o son kullanıcı fiyatından değil, tarladaki fiyatından verilmesi yeterlidir.
–Öşrü hesaplarken; tohum, ilâç, gübre ve işçi ücreti gibi masraflar düşülebilir mi?
–Bu suâle esprili olarak şöyle cevap veriyorum:
Bunları düşerseniz, bırakın öşür vermeyi alacaklı duruma da geçebilirsiniz!
Hayır, öşür Cenâb-ı Hakk’ın lutfettiği toprak nimetinin bir şükür bedelidir. O bedelin verilmesi gerekiyor. Dînimiz sulama masrafı varsa, zaten % 10’u % 5’e düşürüyor. Başka bir düşüm yapılması mümkün değil.
Meselâ bir adamın bir dönüm arazisi olduğunu düşünün. Sabahtan akşama kadar aylarca orada hobi olarak uğraşıyor. Neticede bir-iki ton şeftali almış. Günlük yevmiyesini masraf diye düşmeye kalksa, zekât verecek bir rakam kalmaz. Belki eksiye düşer.
Dolayısıyla;
Cenâb-ı Allah; şu kapkara topraktan rengârenk, her birinin tadı farklı, lezzeti farklı; sebzeler, meyveler, bitkiler bize lutfetmiş. Cenâb-ı Allah âdeta diyor ki:
“–Bu yeryüzü fabrikası Bana ait. Ben sizin oraya attığınız tohumu burada imalâta tâbî tuttum. Kullanılabilecek, tüketilebilecek kıvamda size arz ettim. Bunun üretim bedelini, % 5 veya % 10 olarak Ben’im dediğim yere vereceksiniz.”
“–Ben de çok çalıştım burada, çok emek harcadım!” diyene şöyle demeli:
“–Tamam, sen çok çalıştın, çok emek harcadın. Bu toprağın hiç mi katkısı olmadı bu tohumu bitirmeye? Eğer toprağın, tohumu bitirmeye bir katkısı olmuşsa Cenâb-ı Allah, o katkının bedelini fakir, fukaraya tahsis etmiş. Onu ona vermek gerekiyor.”
İllâ da;
“–Benim yaptığım masrafları hesaba katmam gerekir.” diyorsanız, o bitkiyi satarken maliyet hesaplamalarına öşrü de katın. Fakat fakirin hakkını verin.
Göreceksiniz ki; bereket infaktadır, hakkı yerine teslim etmektedir. Aksi takdirde malınızın içinde hak sahiplerinin malı karışık kalmış olacaktır. Az helâl, çok ama karışık olan maldan mutlaka daha bereketlidir, şifâlıdır, kıymetlidir.
Cenâb-ı Hak, malının bereketini hayır ve hasenât ile çoğaltabilenlerden eylesin. Âmîn…