HANGİ DÎNİN MÜDAFAASI

Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com

Şu tarzda suallere muhatap oldum:

“Sünnet-i seniyyeyi reddeden, Buhârî-Müslim gibi en sahih kaynaklardaki hadisleri dahî kabul etmeyen bazı şahıslar var ki; İslâm’ı, Kur’ân’ı müdafaa için birtakım eserler yazıyorlar. Ateistlere, deistlere cevaplar veriyorlar. Onlardan istifade edilebilir mi? Bunların İslâm’a hizmet ettiği düşünülebilir mi?”

Bu suâle siyâsî ve tarihî cenahtan bir misalle cevap verebiliriz:

Her sene «24 Nisan»larda ısıtılıp karşımıza çıkarılan bir Ermeni sözde soykırımı meselesi vardır. Fransa veya ABD meclislerinin bu hâdiseyle alâkalı aldığı kararlar, hattâ bu ülkelerin başkanlarının hâdiseyi hangi kelimeyle zikrettiği bile her sene mesele olur. Soykırım iddiasını kabul etmenin bir özür meselesinden ibaret olmadığı, ardından tazminat, hattâ zayıf bulsalar toprak ve benzeri taleplerin geleceği, Osmanlı’nın son asırlarında yaşananlardan bellidir. Zaman zaman kendi kültürüne yabancılaşma neticesinde, Ermeni tezini müdafaa eden bazı sözde yazar ve benzeri vatandaşlarımızın çıktığı da malûmdur.

Şimdi farazî bir şekilde düşünelim:

Böyle bir kişi çıkıyor ve kendini Türk tarafı adına salâhiyetli addediyor ve Ermenilerin temsilcileriyle görüşüyor. Sonunda diyor ki faraza;

“–Siz altı şehir mi istiyorsunuz, alın size iki şehir…

Siz şu kadar tazminat mı istiyorsunuz, alın size bunun üçte biri… vs.”

Sonra da dönüp geliyor bize:

–Hadi beni tebrik edin! Sizi yüz senelik problemden kurtardım!

–Ne yaptın, ne yaptın?

–Dört şehri kurtardım. Şu kadar parayı korudum. Şu şu hakları müdafaa ettim.

–Hayır! Sen iki şehri güya vermeyi taahhüt ettin. Şu kadar parayı haksız yere karşı tarafa peşkeş çektin. Sonra sen kimsin ki, milletimiz veya devletimiz adına konuşuyorsun?

Şimdi benzetmenin unsurlarını ortaya koyalım:

«Kur’ân’ı koruyorum» diye, Sünnet’i reddedenler, aslında Kur’ân’ı korumuş olmuyorlar. Bilâkis, onu korumasız bırakmış oluyorlar. Çünkü sahih sünnet, İslâm binasının en mühim ikinci sütunudur. Edille-i şer‘iyyenin ikincisidir. Onu koparıp atmaya kalktığınızda, Kur’ân’ı nasıl anlayıp, tatbik edeceğimiz hususundaki en kuvvetli ve en salâhiyetli misali de yok etmiş oluyorsunuz.

Böyle tarihî ve siyâsî problemler; “Ver kurtul!” denilerek çözülemeyeceği gibi, İslâm’ın karşılaştığı bu problemler de; “Mezhebi terk, sünneti red, âyeti te’vil” gibi yollarla çözülemez.

Teşbihin bir başka yönü: Kimse İslâm adına tenzilâtta bulunmaya salâhiyetli değildir. İslâm’ın doğuşundan itibaren asırlarca ittifak ve icmâ ile kabul edilmiş bir kaynağı olan «Sünnet»i, kimse, itibarlı mevkiinden indiremez. Kendi adına indiriyorsa, kendine mahsus bir dînî anlayış inşâ ediyor demektir. Ermeni problemini kendi kendine çözen şapşal gibi.

Hattâ ülkeler; aralarındaki problemi bazen savaş meydanlarında, bazen muâhede salonlarında çözebilirler. Mağlûp olan taraf kerhen de olsa tavizler vermek zorunda kalabilir. Ancak bir din mağlûp olmaz. O dînin müntesipleri mağlûp olsalar bile, dinlerinin muhtevâsında bir değişiklik hakkına mâlik olamazlar.1

Diğer taraftan;

Ortada bir problem var mıdır? Vardır. Fakat çözümü bu değildir. Çözümü; doğru ve usûle uygun yoldan gerçekleştirmek gerekir.

Geçtiğimiz günlerde yayılan bir video: Başlığı: İslâm’da Kadın… Güya bir belgesel. Fakat muhtevâsına baktığınızda kadınlarla alâkalı hadislerin reddedilmesi üzerine kurulduğunu görüyorsunuz.

Şurayı unutmamalıyız:

Ermeni meselesi ne kadar sun‘î ise, ne kadar bize zarar vermek, siyâsî olarak engel çıkarmak için bir koz olarak uydurulmuş ise, «İslâm’da kadın» gibi geliştirilmiş meseleler de aynı nisbette, sun‘îdir, siyâsîdir ve aynı mihrakların eseridir.

«İslâm’da kadın» diye çığırtkanlık edenler, «modern dünyada kadının uğradığı zulüm ve haksızlıklar»a neredeyse hiç eğilmezler.

Hâlbuki, İslâm; kadın hakkında söyleyeceğini 15 asır evvel, âyetlerin diliyle de hadislerin diliyle de söylemiştir. Meselâ İslâm;

«Kadın çalışmasın.» demez ki;

«Ailesi için vazgeçilmez ve yeri doldurulamaz olan kadın, kendi veya ailesinin nafakası için çalışmak mecburiyetinde bırakılmasın. Fakat çalışacaksa kadının çalıştığı ortam, İslâm’ın tehlikeli gördüğü şu şu vasıflarda olmasın, şu şu vasıflarda olsun.» der.

Bunları dile getirirken de günümüz dünyasındaki gerçek kadın problemlerine temas eder. «Kadın; çalıştırılmak bahanesiyle, istismâr edilemesin, aileden uzaklaştırılamasın, sömürülmesin!» der. Kadının çalıştığı ortamı fitneden temizleyin, saatlerini kendi gerçeğine uygun hâle getirin, hattâ pandemi döneminde çok gündeme gelen «uzaktan çalışma» mahiyetinde evden çalışmasının önünü açın, bakın bakalım herhangi bir âlim, kadının çalışmasına karşı çıkıyor mu?

Fakat «İslâm ve Kadın» videoları çekip, hadisleri çürütmek (!) ile uğraşanlar, moderniteye ayıp olmasın diye o mevzulara girmezler. Kadının çalışma şartlarının, mesaisinin ve ortamının düzenlenmesi işine girişmezler.

Çünkü modernitenin rükünleri ve sâbiteleri (!) vardır. Onlar değiştirilemez, değiştirilmesi teklif de edilemez!

İslâm’ı ise, komple ikinci şer‘î delilini yok sayacak derecede, şekillendirilebilir görürler. Kaldı ki, haydi hadisten kurtuldunuz! Kur’ân’ın kadın hakkındaki ifadeleri de işlerine gelmeyecektir ki. Onları da te’vil masasına yatırıp evirir çevirir kendi zihniyetlerine uydururlar. Kelimeleri konulduğu mânâlardan çıkarıp oyuncak ederler. Çünkü artık, sünnet zırhından kurtulmuşlardır.

Dolayısıyla, İslâm’ı savunuyor zannettiğimiz kişi aslında, zihninde tasavvur ettiği bir dîni müdafaa etmektedir. O dîni; Kur’ân’dan istediği gibi aldığı tasavvurlarla, modern dünyanın değişmez sâbitelerine (!) uydurmaya çalışmaktadır. O kadar.

Modernist müslümanların, batının bâtıl düşünceleriyle ne kadar içli dışlı olduklarına bariz bir misal: Geçtiğimiz aylarda bir modernistin şu garip çıkışı:

“Aşere-i mübeşşerenin tamamı niçin erkek? Niçin içlerinde bir tane bile kadın yok!”

Âlimlerimiz ismi verilerek cennetle müjdelenen hanımların da bulunduğunu söyleyerek cevap verdiler. Fakat ey nahif modernist! Anla artık! Kadını, evinden bir fakire eşya verirken dahî hicâbının arkasında tutan2 bir din, elbette cennetle müjdelerken de onu ismiyle, portresiyle arz-ı endâm ettirmez. Fakat Ahzâb 35, Âl-i İmrân 195 ve benzerlerinde olduğu gibi, adsız birer kahraman olarak, onu îman ve takvâ yarışında erkekten ayrı tutmaz.

Nahif modernistin derdi, buradan yaklaşarak bu rivâyetlerin uydurma olduğunu ispatlamak. Şu cerh ve tâdîle bakar mısınız? Bırakın günümüzü, siyer-i Nebî’yi bile; “Niçin erkek egemen?” diye sorgulamaya kalkıyor. Feminizm, sosyal cinsiyet eşitliği… Artık hadisleri bunlara arz ederek mi tenkit edeceğiz? Bu akıl kimin aklı, bu zihniyet kimin zihniyeti?

Usûlsüzlük Usûlü

«Kur’ân yeterciler»den birinin kitabında, şu teoriyle karşılaştım:

Bilinçli suskunluk.

Biz hadîs-i şeriflerin dîni anlamadaki ehemmiyetini anlatırken, Allah Teâlâ’nın namaz vakit ve rekâtlarından, zekât nisbetlerine kadar birçok hususu, sünnet-i seniyyeye bıraktığını dile getiririz. Kur’ân’ın bu hususları tafsilâtıyla zikretmemesi, işi Peygamber’ine havale ettiği içindir. Peki, sünnet-i seniyyeyi, şer‘î delil makamından -hâşâ- indiren birine göre, bu boşluklar nasıl yorumlanmalıdır?

«Bilinçli suskunluk» ile!

Yani Allah, o sahada bir âyet indirmeyerek, orayı düzenleme işini bize bırakmış diye anlamalıymışız. Meselâ kadınların tahsili, çalışması gibi sahalarda bir âyet bulamadığımıza göre, Kur’ân burayı bize bırakmış diye düşünmeliymişiz.

İşte sünneti bertaraf etmenin, Kur’ân’ı nasıl yalnızlaştıracağı ve Kur’ân’ın boş bıraktığı iddia edilen yerlerin nasıl doldurulacağına dair, sözde bir usûlcülük denemesi.

Evet, bir hususta;

•Hem Kitap hem Sünnet sükût etmişse, (herhangi bir müsbet veya menfî hüküm yoksa),

•O mevzuda kıyas edebileceğimiz benzer bir meseleye de hüküm getirmemişse,

•Verdiği temel prensiplerle de bir hüküm elde edilemiyorsa;

İşte o zaman «ıstıshab» delili gereği, dînimizin o sahayı mubah bıraktığı telâkkîsine varabiliriz. “Eşyada aslolan ibâhadır.” prensibiyle de anlatılan budur.

Meselâ hiçbir bitki hakkında haramlık ifade eden bir nass (âyet veya hadis) bulunmadığı için, yeni bulunmuş bir bitkinin hükmünü kolayca mubah / helâl olarak verebiliriz.

Ancak yeni bulunmuş bir akit / sözleşme sorulursa; «Kur’ân ve Sünnet’in hüküm belirttiği, aynı illete sahip bir başka akit türü var mı?» diye araştırırız. Böylece meselâ; ribâ (fâiz), gabin (aldatma), bey‘-i mâdum (mevcut olmayanın satışı), cehâlet ve benzeri problemleri barındırıp barındırmadığına bakmamız gerekir. Bu saydıklarımızın büyük bir kısmını, tafsilâtını ve istisnâlarını da ancak sünnet-i seniyyeden öğrenebilmekteyiz.

Kadının içtimâî hayattaki durumuna dair, Kur’ân’da da Sünnet’te de birçok hüküm bulunmaktadır. Kadın ve erkek arasındaki irtibatın azaltılması ve iletişimin etkileşime dönmemesi için alınan tedbirler gayet açıktır. Asla; “Bu hususta Allah susmuş, bu mevzuyu bizim arzumuza, tensibimize bırakmış.” denilemez…

Gelelim ateizme, deizme cevap meselesine…

Ermeni veya Kıbrıs meselesini; «Ver kurtul!» ile çözmek gibi bir çözüm sizce çözüm müdür?

Deizm vesveselerine kapılmış birinin omzuna elinizi atıp;

“–Hakikaten ne biçim hadisler öyle yahu!” dediğinizde o kişiyi deizmden kurtarmış mı oluyorsunuz? O kişinin gönül problemlerini çözmüş değil, bilâkis ona hak vermiş, onunla empati kurmuş oluyorsunuz. İnançsızlığa empati, inançsızlığa götürür. Empati sıcak bir kelime gibi gelmesin: Duygudaşlık demektir. Yani dünyaya bir ateist nankörlüğünde bakma duygusuna ortak olursanız, Allah korusun siz de nankörleşirsiniz.

Deizme meyleden birine;

•Toplumun telâkkîlerinde var olup da dînin özünde olmayan, sadece gelenekten veya hurâfelerden, bid‘atlardan kaynaklanan şeylerin aslında İslâm’a mâl edilmemesi gerektiğini telkin edebilirsiniz.

•Âyetleri ve sahih hadisleri yanlış anlıyorsa, doğru anlayışı öğretip îzah edebilirsiniz.

Lâkin;

“–Zaten bu hadislerden biz de kurtulmak istiyorduk. Attık gitti. Sen Kur’ân İslâm’ına gel! Orada da bir şeyler var, ama onların da îcâbına beraber bakarız!” dediğinizde hiçbir şeyi çözmüş olmuyorsunuz.

O iş Hans’ın Müslümanlığına döner:

Gurbetçi Hasan, ortağı Hans’a sürekli müslüman olmasını telkin eder. Hans ise;

“–Dostum, müslüman olmak zor iş!” diye cevap verir.

Israrlar üzerine;

“–Her gün beş vakit namaz zor iş!” diye maksadını açıklar.

Hasan;

“–Ben de kılmıyorum ki!” der.

–İçki yasak.

–Ben de içiyorum.

–Fâiz yasak.

–Ben de alıyorum.

Sonunda Hans ibretlik noktayı koyar:

–E Hasan, ben zaten müslümanmışım?!.

Yani bir deistin sıkıntısı; vahyin onun hayatına karışmasıdır: Ona bir şeyler yapmasını, bir şeyleri terk etmesini emretmesidir. Kısa yoldan bu emir ve yasakları şüpheli görüp reddetmek, bunun yanında yaratıcıyı güya kabul şeklindeki vicdan pansumanıyla, o seküler, o lâdînî hayatına devam etmek ister. Dolayısıyla böyle birine;

“–Hadisler güvensiz! Dinde hüccet değil! O âyetler de aslında şöyle de anlaşılabilirdi.” dediğinizde;

“–Tam da benim söylemek istediğimi söyledin.” diyecektir.

Dolayısıyla, deiste cevap vermiş değil, hak vermiş olacaksınız.

Ezcümle;

Müslümanların son asırlardaki siyâsî, askerî ve ilmî sahadaki mağlûbiyetlerinin faturasını dînimize ödetmeye kalkmayalım. Modern câhiliyyenin «biraz senden biraz bizden» şeklindeki ayartıcı uzlaşma tekliflerine kapılmayalım. Doğru ve yerinde îzahların tükendiği anda ateiste de, deiste de, sair inanç problemlilerine de söylenecek tek söz kalır:

Kâfirûn Sûresi’nde emredildiği gibi;

“Senin dînin sana, benim dînim bana!”3

­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­________________________________________

1 Bâtıl bir din olan Şintoizm, II. Dünya Savaşı’ndan sonra Amerikalıların hışmına uğradı. Japonların kamikaze, aşırı gurur ve benzeri davranışlarının sebebi olarak görülen bu dîne karşı Amerikalılar bazı kısıtlamalara gittiler. Ülkenin resmî dîni olmaktan çıkardılar. (Tanıdık geliyor.) Hak din, hiçbir zaman galiplerin istediği şekilde şekillendirilemez. Şekillendirilmeye kalkılsa da ortaya çıkan şey kendi yoluna, gerçek din kendi yoluna gider.

2 el-Ahzâb, 53.

3 Bu sûrenin sebeb-i nüzûlü, Peygamberimiz’e getirilen bu tarz tekliflerdi; «Sen putlara sövme, Sana izin verelim. Bir sene biz Sen’in dînine, bir sene Sen bizim dînimize uy!» ve benzeri teklifler. Bu âyetten ilhamla yazıp neşrettiğimiz bir şiir: https://www.yuzaki.com/2011/06/ey-inkarci/