O (s.a.s.)’E YÜZAKIYLA ÜMMET OLABİLMEK

M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

Mü’minlere Cenâb-ı Hakk’ın büyük bir lutfu:

Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-…

Kur’ânî ifadeyle:

لَقَدْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ اِذْ بَعَثَ ف۪يهِمْ رَسُولًا مِنْ اَنْفُسِهِمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِه۪ وَيُزَكّ۪يهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَۚ

“Andolsun ki;

‒Allah,

‒Mü’minlere,

‒Kendi içlerinden,

•Kendilerine Allâh’ın âyetlerini okuyan,

•Kendilerini (kötülüklerden ve inkârdan) temizleyen / onları arıtıp tertemiz yapan,

•Kendilerine Kitâb’ı ve

•Hikmeti öğreten

‒Bir Peygamber göndermekle,

‒Büyük bir lütufta bulunmuştur.” (Âl-i İmrân, 164)

O büyük lütuf, o müstesnâ Peygamber:

اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَم۪ينَ

“Ancak âlemlere rahmet…” (el-Enbiyâ, 107)

Bilhassa;

وَرَحْمَةٌ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنْكُمْ

“Sizden îmân edenler için bir rahmet…” (et-Tevbe, 61)

Bunun mâhiyeti şu;

“(Ey kullarım)

‒Size,

‒Kendinizden,

‒Öyle bir Peygamber geldi ki;

•Sıkıntıya düşmenize cidden üzülüyor,

•Size çok düşkün,

•Mü’minlere karşı çok şefkatli, çok merhametli…” (et-Tevbe, 128)

Bu ilâhî büyük lütuf, bu husûsî rahmet, bu müthiş gönül ve bu engin şefkat ile merhamet karşısında beşeriyete düşen en güzel mukabele hiç şüphesiz ki;

O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e aşk ile îman.

O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e aşk ile itaat.

O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e aşk ile râm oluş.

O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e aşk ile kardeşlik.

O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e aşk ile maiyyet.

O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e aşk ile «لَبَّيْكَ وَ سَعْدَيْكَ» demek.

O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e aşk ile; «‒Anam, babam, nefsim, malım-mülküm, canım Sana kurban olsun yâ Rasûlâllah!» fedâkârlığı.

O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e aşk ile tâ yürekten hicret.

Hâsılı;

O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e yüz akıyla ümmet olabilmek.

Şu âyetlere pervâne kesilerek ümmet olabilmek:

وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُـــولَهُٓ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ

“…Sizler mü’minseniz, Allâh’a ve O’nun Rasûlü’ne itaat edin!” (el-Enfâl, 1)

“Ey mü’minler!

•Allâh’a ve Rasûlü’ne itâat edin!

•İşittiğiniz hâlde O’ndan yüz çevirmeyin!

•İşitmedikleri hâlde; «İşittik!» diyenler gibi de olmayın!” (el-Enfâl, 20-1)

Bir ömür;

“(Ey mü’minler)

•Allâh’a ve Rasûlü’ne itaat edin!

•Birbirinizle çekişmeyin! Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider.

•Sabırlı olun! Çünkü Allah, sabredenlerle beraber…” (el-Enfâl, 46)

•Çalım satmak / şımarıp böbürlenmek, insanlara gösteriş yapmak ve (halkı) Allah yolundan alıkoymak için yurtlarından çıkanlar gibi olmayın! Allah, onların yaptıklarını kuşatıcıdır.” (el-Enfâl, 47)

Hayat boyu;

“(Ey mü’minler)

•Allâh’a ve Rasûl’e itaat edin! Ki, size merhamet edilsin!” (Âl-i İmrân, 132)

Ne saâdet;

“Kim Allâh’a ve Rasûlü’ne itaat ederse Allah onu, zemininden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır; orada devamlı kalıcıdırlar; işte büyük kurtuluş budur.” (en-Nisâ, 13)

Bu istikamette;

“(Ey mü’minler)

•Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin, Rasûl’e itaat edin ki rahmete erdirilesiniz.” (en-Nûr, 56)

Şurası muhakkak ki;

“(Ey mü’minler)

•Peygamber, mü’minlere kendi canlarından daha yakındır / kendi canlarından daha önce gelir.”
(el-Ahzâb, 6)

Ebediyet yolunda;

“(Ey mü’minler)

•Allâh’a itaat edin, Rasûl’e de itaat edin ve (kötülüklerden) sakının!..” (el-Mâide, 92)

Hangi meselede olursa olsun;

“Ey îmân edenler!

•Allâh’ın ve Rasûlü’nün önüne geçmeyin.

•Allah’tan korkun!

Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (el-Hucurât, 1)

Öne geçmek deyince;

‒Fikren,

‒Fiilen,

‒Zikren

Yorumlar yoluyla, hayat tarzı itibarıyla, bilgiçliklerle vesaire hiçbir şekilde olmamalıdır.

Kezâ;

“Ey îmân edenler!

•Seslerinizi Peygamber’in sesinin üstüne yükseltmeyin.

•Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber’e yüksek sesle bağırmayın!

Yoksa;

•Siz farkına varmadan amelleriniz / işledikleriniz boşa gidiverir.” (el-Hucurât, 2)

Demek ki;

Hiçbir ses, O’nun sesinden daha değerli, daha güzel ve daha doğru değil. Bu sebeple hiçbir ses, O’nun sesinin üstünde olmayacak. Ses ne ile çıkar? Kelimelerle, beyan ile, sözler ile. Demek ki, kimsenin sözü de dili de O’nun önüne geçmeyecek. Fikirler de, bilgiler de O’na karşı zıt bir duruşta ya da daha öncelikli vaziyette olmayacak. Çünkü ezelden ebede beşeriyet içinde kimse O’ndan daha güzel sesli, daha güzel sözlü, daha güzel özlü değil. Kimse O’ndan daha doğru değil. Kimse O’ndan daha üstün değil. Bu hakikati idrak edemeyenlerin arttığı günümüzde bu âyetin tefekkürü çok elzem ve ibretâmiz.

İlâhî tâlimat belli:

“Ey îmân edenler!

•Allâh’a itaat edin, Rasûl’e itaat edin. Amellerinizi boşa çıkarmayın!” (Muhammed, 33)

Kezâ;

“Ey îmân edenler!

Allâh’a itaat edin, Rasûl’e ve sizden olan ulû’l-emre itaat edin!

Eğer bir hususta;

‒Anlaşmazlığa düşerseniz,

‒Allâh’a ve âhirete gerçekten inanıyorsanız

‒Onu Allâh’a ve Rasûl’e arz edin (onların tâlimâtına göre halledin)!

Bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.” (en-Nisâ, 59)

Hele şu fitne-fesâdın cirit attığı, her türlü zulmün hortladığı, günah ve isyanların en meşrû şeylermiş gibi insanları saptırdığı, nice âfetlerin patlak verdiği bir hengâmda… Sırf anlaşmazlıklardan beslenen kötülüklerin ve mücrimlerin yığınlaştığı bir hengâmda… Hayırla şerrin karıştığı, ilâçla mikrobun bulanıklaştığı, hak ile bâtılın belirsizleştiği bir hengâmda…

Anlaşmazlıklar o kadar çok ki…

Her sahada sayısız anlaşmazlık var. Okulda var, sokakta var. Evde var, çarşıda var. Zeminde var, çatıda var. Köyde var, şehirde var. Dostlar arasında var, düşmanlar arasında zaten var. Çözüm diye diretilen şeyler, politik manevralar, yaldızlı ve maskeli formüller, anlaşmazlıkları daha beter hâle getiriyor. İnsanlık çatırdıyor, aileler çatırdıyor, toplum çatırdıyor. Bir de tıkanıklıklar, yegâne kurtuluş diye onları oluşturan tuzaklara arz edildikçe de meseleler kördüğüme dönüşüyor.

Hâlbuki;

Her anlaşmazlığın gerçek çaresi, Allah ve Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’de meknuz. Hâlisiyetle Allâh’a ve Rasûlullâh’a arz edilen ve onların çizdiği çerçeveye göre hareket edilen tüm problemler, esaslı çarelere mazhar. Tüm ümitleri ve hayatları viran eden bir devr-i câhiliyye bile O’nun emsalsiz şahsiyeti ve müstesnâ terbiyesi ile sonsuz müjdelerle dolu bir asr-ı saâdete dönüşmedi mi?

Dönüştü.

Öyleyse yeni bir insanlık felâketi olan modern câhiliyye ile tekrar boğulmaya başlayan köhne dünya, tekrar O’na ümmet olmanın rûhu ile yeniden dirilmenin yollarına koşmalıdır.

O’na ümmet olmak.

O’na itaat şartıyla O’nunla beraberlik. Îmanda beraberlik, ibâdette beraberlik, gayede beraberlik. Fikren beraberlik. Kalben beraberlik. Yaşayış beraberliği.

Şunu gözden kaçırmamak kaydıyla:

O’na uymak ifadesi, emrolunduğumuz gibi olursa doğru ve makbul. Yoksa hâşâ O’nu kendimize uydururcasına bir anlayış içine düşmek, en yanlış hakikat. Maalesef zamanımızda nice bilgiç tipler, O’nu ve O’nun ibâdet ve kulluk hayatını, O’nun aile hayatını, kişiliğini, kılık-kıyafetini ve üsve-i
hasene / emsalsiz örnek şahsiyet oluşunu bu devrin gaflet ve cehalet dolu formatlarına ve şablonlarına göre anlamak ve anlatmak zaafındalar. Münasebetleri, mes’ûliyetleri, gayretleri, şahsî hayatı, aile yuvası vesaire hakkında öyle şeyler anlatılıyor ki, ancak aşırı imkânlı insanların yapabileceği bir hayat tarzı ortaya çıkıyor. Oysa Hazret-i Peygamber bu fânînin tüm imkân ve gelgeç fırsatlarına karşı daima müstağnî, mütevâzı ve hiçlik hâlinde olmuş, son nefesine kadar dünya açısından çok bereketli bir fakirlik içinde, âhiret açısından ise muhteşem ve sonsuz bir zenginlik içinde yaşamıştır. O’na tâbî olan zenginleri, Hazret-i Ebûbekir’de olduğu gibi sıddîkıyyete ulaştırmış, fakirleri ise bitmez-tükenmez bir huzur zenginliğine ve ebedî müjdelere nâil eylemiştir.

Hâl böyleyken;

Tarihten beri O’na uymak yerine kendi işine geldiği şekilde O’nu kendisine uydurmaya çalışanlar daima çıkmıştır. Ancak her daim onların âkıbeti, bitmeyen sıkıntılarda boğulmak olmuştur.

Cenâb-ı Hakk’ın şu îkazı çok mânidar:

“Hem bilin ki,

•İçinizde Allâh’ın Rasûlü vardır.

‒ŞAYET O, birçok işlerde,

‒SİZE UYSAYDI,

‒SIKINTIYA DÜŞERDİNİZ.

Fakat Allah,

•Size îmânı sevdirdi ve

•Onu gönüllerinize güzel gösterdi / içinize sindirdi.

•Küfrü, fıskı ve isyanı da size çirkin gösterdi.” (el-Hucurât, 7)

Böylece Allâh’ın Rasûlü’ne güzel bir itaat gerçekleşti.

Daima aşk ile O’na uydular.

Hidâyet ve rahmet sancakları dünyanın her bir tarafına ulaştı. Nice feth-i mübînler yaşandı. Kıtalar İslâm’ın güzelliği ile buluştu:

فَضْلًا مِنَ اللّٰهِ وَنِعْمَةًۜ

“Allah’tan bir lütuf ve nimet…” (el-Hucurât, 8) işte buydu.

Bu;

Yüce Allâh’ın, lütuf ve nimetlerini kimlere ve hangi şartlarla ihsan ettiğinin bariz bir îzahı.

Hâsılı;

“Kimler;

•Allâh’a ve

•Rasûl’e itaat ederse

Onlar,

‒Allâh’ın kendilerine nimet verdiği;

•Peygamberler,

•Sıddîklar,

•Şehidler ve

•Sâlih kimselerle beraberdir.

Ki;

‒Bunlar, ne güzel yol arkadaşıdırlar!” (en-Nisâ, 69)

Mesele;

Allah ve Rasûlullah yolunda;

•Doğru ve candan itaat,

•Doğru ve seçkin dostlar,

•Doğru ve gerçek beraberlik.

İki cihanın huzuru işte bunda. İnsanın mahşer gününde yüzünü ağartan güzellik de bu. Bunun müjdesi de bambaşka:

وَاَمَّا الَّذ۪ينَ ابْيَضَّتْ وُجُوهُهُمْ فَف۪ى رَحْمَةِ اللّٰهِ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ

Yüzü ağaranlar:

Onlar Allâh’ın rahmeti içinde…

Onlar orada ebedî…(Âl-i İmrân 107)

Ne mutlu O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e bu mâhiyette ümmet olabilenlere!

Yâ Rab,

Nasîb et!

Âmîn…