GENÇ OYALAMA TESİSLERİ

Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com

Geçtiğimiz ay üniversite tercihleri için baraj puanı geri çekildi. Salgın hastalık vs. mazeret gösterildi. Tenkit mahiyetinde şu değerlendirmelere rastladım:

İşsizlik rakamlarının düşük görünmesi için yapılan bir manevra!

Yani normal şartlarda üniversite kazanamayan, en düşük puanlı yüksek tahsil müesseselerine bile şartları elvermeyen bir grup gencimizi, 4-5 sene daha oyalamak ve işsiz hissettirmemek. Bu arada bazı istatistiklerin de bir müddet fazla kabarmaması…

Çok daha yüksek puan almış ve mekteplerini bitirmiş on binlercesi «atanamayan» sıfatı altında neredeyse teşkilâtlanırken, onların yanına yenilerini eklemek ne kadar doğru?

Aynı meselenin bir başka yönü, boş kalan üniversiteler gerçeği. Ortaöğretimin barajı geçecek yeterli talebe yetiştirememesine mi ağlamalı, yoksa bu kadar “fazla” «genç barındırma ve oyalama tesisi» üretilmesindeki garâbete mi gülmeli?

Sadece filân puan aralığı değil, üniversite tahsiline bakış açımızı masaya yatırma vakti gelmedi mi?

Alman eğitim modelini hep duyarız. Ehlinden de dinledim. Orada kimin ne okuyacağına, hangi yönde kendisini geliştireceğine ortaöğretim hocaları karar veriyor. Kimini meslek okullarına, kimini akademik hayata sevk ediyorlar. Kimisine de; «Senin için bu kadarı kâfî!» diyebiliyorlar. Liyâkat ve dürüstlükle verilen bu karara aile ve talebe itiraz etmiyor. Ancak her zaman talebenin fazladan gayretle sıçrama yapmasına açık kapı bırakılıyor.

“İlim her müslümana farzdır.” (İbn-i Mâce, Mukaddime, 17) prensibine sahip bir dînimiz var. Ancak bu ilim, illâ akademik bilgi demek değil. Ayrıca izâfî. Miktarı da yoğunluğu da kişiye göre değişiyor.

Herkes ilm-i hâlini yani sâlih, dünyasını ve âhiretini kazanma yollarını bilen, herkese faydalı olabilen bir fert olmasını sağlayacak bilgileri almakla mükellef. Kimisi camide alır kimisi sohbet grubunda. Önemli olan cehâletin kuytusuna saklanmaması, ilim, amel ve ihlâs yolunda ilerlemesi.

Âlim yetiştirmeye mâtuf ilim tahsili ise; o yolun zahmetlerine katlanabilecek imkân ve azme sahip, sabırlı, tahammüllü bir gruba nasip olabilirdi ancak.

Fakat biz herkes için neredeyse ömrün yarısını tahsile sarf eden garip bir sisteme saplandık. 30’lu, 40’lı yaşlara kadar devam eden lisans üstü çalışmalarla, bulabilirse maaş çapında burslarla yaşayıp; iş, aş, eş gibi temel ihtiyaçları bile erteleyen, pratikten uzak teorik kafalar yetişmez mi?

Aziz Mahmud Hüdâyî’ye ciğer sattırılması hâdisesini biliriz. Alâüddin Attâr Hazretleri’ne de Üstâdı Şâh-ı Nakşibend elma sattırmış.

Bunlar makam sahibi kimselere teklif edilen, enâniyeti ayaklar altına aldırıcı büyük tezkiye hamleleri. Ancak devrimizde sıradan evlâtlara; çıraklık, kalfalık yaptırılamaması küçük çaplı birer gurur ve kibir tablosu değil midir?

Çalışsa bile ancak dekor mahiyetinde arz-ı endam edeceği tezgâhtarlık işlerine tenezzül edenler, masa başında bile; «Derinlik isteyen gayretler bana gelmez!» diyenler için, bugün YKS kuyruğu varsa yarın da KPSS kuyruğu var. Meşrebine ve mezhebine göre kimi hayal tüccarlığı kumar peşine düşüyor, kimi kısa yoldan coinden, youtuberlıktan para kazanma hayalinde.

Eskiden esnaf çocukları çok erken yaşlardan dükkân yolu tutar ve mesleğin tozunu yutarlardı. Şimdi kestane, çıktığı kabuğu beğenmiyor. Böylece sanat ölüyor, sanatkârlık ölüyor, ustalık bitiyor. Geçenlerde evlâtlarıyla çalışan, onları yetiştiren bir mobilya ustasını tebrik ettim.

Toprağı işlemeyi unutalı bir hayli oldu. Onun da altında verilen emeği «kurtarmadığı» düşüncesi var.

Toprağı geniş mânâda kullanırsak; «Bu topraklar benim arzularımı verecek kadar verimli değil!» diyenler de gözünü batıya dikiyor. Aslında ülkemize gelmelerinden şikâyet veya endişe ettiğimiz düzensiz mültecîlerle aynı bakış açısı.

Geniş mânâda;

Bu toprağı verimli hâle kim getirecek? Herkes kolaya talip olursa zoru kim yapacak? Herkes endam göstermeye koşarsa, fedâkârlığı kim gösterecek?

Kimi karamsar şahsiyetler, bu gafletin ancak iyice dibe vurarak dağılabileceği îkazında bulunuyor. Fakat o gün, çırağı olunacak bir usta yahut buğday ekmeyi bilen bir çiftçi kalmış olacak mı?

Çare?

•Dürüstlük. Önce kendimize. Evlâtlarımıza, talebelerimize… «Hatır kalsın yol kalmasın!» ciddiyetinde bir dürüstlük.

Bir başka ifadeyle;

•Gerçekçilik, liyâkat, ehliyet.

•Atanmışlık değil adanmışlık.

•İnsanlığa, vatana, millete faydalı olmak için zora da, zahmete de talip olabilmek.

Alın teri fazîletini tekrar hatırlamak.

•Emeği; bilhassa tecrübeyle, bilgi ve yoğun alâkayla seçkinleşmiş emeği, ikiye katlanmış kâğıt mânâsına gelen «diploma»lardan üstün tutmak.

•İstişâre… Tahsil ve meslek yolunda tecrübeli büyüklere danışmak, onları günümüzü anlamayan eski nesil olarak görmemek, istikbâli aydınlatan aksakallar olarak onlara hürmet etmek…

•Rızkın takdîr-i ilâhî olduğuna sağlam inanç, tevekkül ve kanaat.

•Kavlî ve fiilî duâ ile bütün meslek, iş ve gayretlerin, «sâlih amel» kıymetinde olacağı şuuruyla, millî ve dînî bir ibâdet vecdiyle, çalışmak, çalışmak, çalışmak…