ADÂLETİ SOSYAL MEDYADA ARAMAK

Mehmet MENCET

İsmi gibi ilim, edebiyat ve tasavvuf neşriyatının yüz akı mecmûalarından biri olan Yüzakı dergimizde evvelce yayımlanan hâtıralarım kısa bir süre önce; «Emekli Bir Hâkimin Hâtıralarıyla Anadolu İrfanı» adıyla kitaplaştı. Bir sadaka-i câriye minvâlinde ardımda bırakmak istediğim bu kitap fikri için şahsımı yüreklendirenlere ve bilhassa bu fikrin hayata geçmesinde hak sahibi olan muhterem Muhammed Ali EŞMELİ ve Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI başta olmak üzere emeği geçen herkese teşekkür ederim. Kitaba gösterilen yoğun ilgi, okurların teveccühü bizleri hem bahtiyar etti hem de devamının gelmesi için teşvik etti. Kitap içerisinde bahsedilen hâdiseler ve muhterem insanların güzelliği, fedâkârlıkları yüce Yaradan’a olan sevgi ve bağlılıkları kitaba güzellik katan en önemli unsurlardır. Biz âcizâne kaleme alarak aktarmaya çalıştık. Ben de bu düşünceyle yine imkânlar dâhilinde bu köşeden kıymetli Yüzakı okuyucularına; ülkemizin adâlet müesseseleri çatısı altında şâhit olduğum hâdiseleri ve onlardan çıkarmaya çalıştığım hisseleri aktarmaya gayret edeceğim.

Malûmunuz, sosyal medya denilen mecrâ; internet bağlantısına sahip olan herkesin muhtevâ üretebildiği, bir mevzu hakkında yorum yapabildiği bir alan. Böyle bir serbestlik; beraberinde doğruluğu şüpheli içeriklerin yayılmasına, çarpıtılmasına yol açıyor. Bir konuda herhangi bir bilgi; doğruluğu teyit edilmeden, hissî tepkiler ekseninde hızla yayılabiliyor. Yapılan araştırmalara göre insanlar; sırf kendi dünya görüşlerine yakın diye, yalan olduğunu bildikleri içerikleri tasdik ediyorlar. Bir başka deyimle, yalanın cezbediciliği gerçeğin önüne geçiyor. Böyle bir ortamda; doğruluktan, fazîletten bahsetmek, hak ve hukuka dikkat etmek anlamsız hale geliyor. Sesi en çok çıkanın haklı duruma geldiği bu mecrâda gerçek, yalan, doğru, yanlış… kim, neye inanırsa ona göre değişiyor.

Sosyal medyada internet bağlantısı olan herkes, her konuda uzman. Doktor, mühendis, ekonomist, siyasetçi, devlet adamı, asker, sanatçı vb… Hem de bu mevzularda yetkinleşmiş kişilere öğüt verecek kadar uzmanlaşmış (!) kişilerden geçilmiyor. Bu durum tabiî olarak yargıyı da etkiliyor. Hemen hemen her gün herhangi bir sosyal medya plâtformunda; kimin tutuklanıp kimin tutuklanmaması gerektiği, kimin ne kadar ceza alması gerektiği, kimin ne kadar indirim alıp almaması gerektiğine karar veriliyor. Elbette bu durum sebepsiz değil. Bir güvensizliğin tezâhürü. Toplum vicdanını sarsan; bilhassa şiddet hâdiseleri karşısında yargının geriden gelişi, toplumun medyaya yansıdığı kadarıyla bilgi sahibi olduğu vakalarda beklenen kararın çıkmayışı (ki dâvâ dosyasında nelerin yazıldığı ne tür delillerin olduğu, bu tür hâdiselerde kanunun belirlediği çerçeve vb.) suçun önlenemeyişi ve suç hâdiselerindeki astronomik artış kamuoyunda bu tür reflekslerin gelişmesine sebep oluyor. Fakat en tehlikelisi, yargının da sosyal medyada oluşturulan gündemlerden etkileniyor olması. Sosyal medyada doğruluğu tartışılan bilgilerle gündem olmuş dâvâlarda verilen kararların bazen hızla değiştiğine şâhit oluyoruz. Peki sosyal medyada sesi çıkmayanlar, gündem olamayanlar ne yapacak? Yanlış bilgilerle yapılan yargısız infazlarda; gerçek ortaya çıktıktan sonra, mağdur olan kişilerin hakkını kim arayacak? Dolayısıyla toplumun daha âdil bir düzen ve doğru çalışan bir yargı sistemi beklentisi ve buna ilgi göstermesi güzel olmakla birlikte; yargının işleyişine bu şekilde karışılması, muhâkeme süreçlerinin, beklentilerin gerisinde kalması, suçun azalacağı yerde artış göstermesi vb. âmillerin varacağı nokta, herkesin kendi adâletini kendisinin sağlamaya çalıştığı bir kargaşa ortamına dönüşür. Devletin yargısının zayıfladığı yerde mafya güçlenir; insanlar, kendi problemlerini çözmek için mafyanın ve tefecilerin insafına terk edilir. Tam bir kargaşa, anarşi ve kaos meydana gelir. Bu yüzden yargı düzeninin, müesseselerin, işleyişin itibarına halel gelmemesi gerekmektedir. Bu da hem yargının dış etkilerden muhafaza edilerek bağımsızlığının korunması hem de kanunların ve işleyişin toplumun beklentilerine göre düzenlenmesi sayesinde olacaktır. Her iki konuda da maalesef beklentilerin gerisinde kalındığı gözlenmektedir.

Unutulmaması gereken en önemli nokta; problemi besleyen sosyal, psikolojik ve kültürel faktörleri ortadan kaldırmadan kanunî düzenlemelerin bir sonuca ulaşmayacağıdır. Bir başkasının ölçüleri alınarak dikilmiş bir kıyafet, nasıl bir başka kişiye uymuyorsa; özellikle kültürel olarak farklı toplumlardan birebir alınan kanunlar, uygulamalar, sözleşmeler vb. problemlerin çözümü için etkili olamadığı gibi artmasına da sebep olmaktadır. Bu sebeple içtimâî vicdanı yaralayan; yargı müesseselerine olan güvensizliği artıran konular, suça teşvik eden unsurlar, suçu ıslah edici olmayan cezalandırmalar vb. toplumun gündeminde olmalı. Ancak bu da sosyal medya gibi belirsiz, sun‘î ve geçici mecrâlarda değil, ilgilenmesi gerekenlerin titizlikle çalışmalarıyla ele alınmalıdır.

Ve yine vurgulamalıyım ki en önemli kabiliyet; meseleleri yargıya taşımadan adâletli bir şekilde çözebilmektedir. Bir başka deyimle; «Herkesin polisi öncelikle kendi vicdanıdır.» sözü çok da doğrudur. Menfaatperestlik, haz düşkünlüğü, bağımlılık, sevgisizlik, merhametsizlik, yalan, fitne, kayırma, rüşvet, zorbalık vb. konuların kanunla çözümü pek de mümkün olmamaktadır.

Vurgulamaya çalıştığım konuyu, 1979 yılında yaşadığım bir hâdiseyle örneklendirmek isterim.

O dönem; Ankara’ya bağlı olan Sulakyurt ilçesinde vazife yaparken, bir delikanlının açtığı miras tespit dâvâsı geldi. Bu delikanlının babası yıllar önce Yenice Köyü’nden ayrılmış. Bu delikanlı; köyü bilmez, kimseyi tanımaz. Babasını kaybedince; köyüne gelir, kimseyi tanımadığından, belki de güvenmediğinden, mîras tespit dâvâsı açar. Biz de hâliyle köye keşfe gittiğimizde köylüler tepki gösterdi;

“–Bu köye ilk defa hâkim geldi, biz hak yiyen insanlar mıyız ki buraya devlet hâkim gönderiyor?” diye daha önce hiç karşılaşmadığımız bir tepki gösterdiler. Biz de keşfin yapılması gerektiğini belirtip yapsak da; köylüler delikanlıyla ilgilenmiş, yardımcı olmuşlar. Ben tabiî söylenenlere itibar etmeyip araştırdım, gerçekten de daha önce kayda değer bir adlî vaka yaşanmamış bu köyde. Herkesin birbirine saygı gösterdiği örnek gösterilebilecek bir köy olduğu söylenirdi.

Yargı müesseselerinin sosyal medyayla irtibatıyla başladığım yazıma şöyle bir örnek vermeliyim:

Hazine avukatlığından geçiş yaptığım hâkimliğin ilk yıllarında hâkimlik meslek teminatı oldukça güçlüydü. Hâkimlerin dış çevrelerden etkilenmeden mesleklerini icrâ edebilmelerine kanunî olarak gerekli imkânlar sağlanmıştı. Fakat bu durumun bazı hâkimlerce istismâr edildiğini, mesaiye istenilen saatlerde gelindiğini, vatandaşların birçok konuda mağdur edildiğini, keyfî kararlar alındığını ve bir düzen oturtulmak istenirken düzenin de bozulduğuna şâhit oldum. Tarihimizin en acılı, en karanlık dönemlerinden biri olan 70-80 arasında; adâlet müesseselerinin üzerine düşeni yeterince yerine getirmemesinin en önemli sebeplerinden biri budur.

Dolayısıyla, kanunî düzenleme yapmak, maaşlara zam vermek, meslek teminatlarını iyileştirmek tek başına yetmiyor. Çünkü maalesef bu toplumun fertleri olarak ortayı bir türlü bulamıyor, dengeli davranamıyoruz. Yapılan iyiliklerin ve doğru işlerin kıymetini bilmiyoruz. Yanlışları ise sadece bize dokunduğunda dile getiriyoruz.

Cenâb-ı Allah, bizi; yetimlerin, yoksulların, güçsüzlerin, hanımların, çocukların, komşuların hakkına riâyet etmek için defalarca uyarmıyor mu Kur’ân-ı Kerim’de? Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in, rûhunu teslim etmek üzereyken;

“–Emrinizin altındakilerin hakkına riâyet edin!” diye îkaz etmesindeki önemi kavrayabildik mi? Biz bu îkazlara gereken ehemmiyeti gösterirsek, çevremizde göstermeyenleri uyarırsak, uyarmak mümkün değilse, suç kim tarafından işlenirse işlensin kayıtsız kalmadan resmî makamlara bildirirsek, yani Kur’anî ifadeyle;

“Ey îmân edenler! Kendiniz, ana-babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa Allah için şâhitlik yaparak adâleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun.” (en-Nisâ, 135) buyruğunu dinlersek; bilhassa istismar, tecavüz vb. hâdiselerde sineklerle uğraşmak yerine bataklığı kurutmaya gayret edersek, adâleti en son aranması gereken yer olan sosyal medyada aramak durumunda kalmayız.