TARLAYA GİREN KOYUN SÜRÜSÜ

Fahri SARRAFOĞLU sarrafoglufahri@gmail.com

İnsanoğlu Hazret-i Âdem’den beri devamlı bir tekâmül içerisindedir. Maddî olarak da gelişiyor, fizikî olarak da gelişiyor. Teknoloji alanında inanılmaz yenilikler yapılıyor. Fakat insanın kendisine baktığımız zaman; rûhî problemlerin azalmasını beklerken, rûhî buhranların daha da arttığını görüyoruz. Hırs, haset, çekememezlik, öfke, cimrilik gibi; insanın insan olma özelliğine uymayan kötü hasletler, günümüzde de var.

Efendim; seneler önce Aksaray’da babamızın kuyumcu dükkânına okuldan sonra gelir, ağabeyimle birlikte babamıza yardımcı olurduk. O yıllarda henüz ortaokul öğrencisiydim. Aksaray’da haftalık pazarımız salı günü olduğu için o gün şehrimize civar köylerden mahsulünü satmak için gelen hemşehrilerimiz dükkânımıza uğrarlardı. O gün dükkânımıza Aksaray’ın Çekiçler Köyü’nden de müşteriler geldi. Kendi aralarında konuşurken Çekiçlerli İzzet Efendi’den bahsettiler.

İzzet Efendi; tasavvufî eğitime önem veren, o yıllarda birçok insanın ahlâken düzelmesi için gayret sarf eden gönül erlerinden biriydi. Kendisiyle hiç yüz yüze karşılaşmadık, ama cenâzesine iştirak ettim. Cenâze namazını kılmak nasip oldu. İşte onu sevenlerin anlattığı bir hâdiseyi sizlerle paylaşmak istiyorum:

Bir gün İzzet Efendi’nin dergâhına; sinirli, celâlli, paldır küldür birisi gelmiş. İzzet Efendi’ye şöyle bağırmış:

“–Bu ne biçim tarîkat, bu ne biçim eğitim? Sizin ders verdiğiniz, tarîkata aldığınız adam; koyunlarını benim tarlamın tırmanında güdüyor. (Tırman: Tarlaların arasındaki sınırı belirleyen çizgi.) Ya koyunlar tarlaya girerse. Bu ne biçim tarîkat, hiç hak hukuk öğretmiyor musun sen?”

İzzet Efendi de hiç celâllenmeden, kızmadan tam tersi tebessüm ederek şu güzel ve kısa cevabı veriyor:

“–Evlâdım; o şahsı biz tarîkata aldık, doğrudur. Ve dediğine göre; o koyunlarını senin tırmanında güdüyor, o da doğru. Ama eğer onu tarîkata almasaydık; bu sefer senin tarlanın tırmanında değil, tam tarlanın ortasında koyunlarını güderdi.”

Gelen adam bu güzel cevap karşısında sakinleşiyor ve o da İzzet Efendi’nin talebeleri arasında yerini alıyor.

Kısaca:

Tasavvuf bir eğitim metodudur. Günümüzde nasıl farklı eğitim metotları varsa, her tasavvuf ekolünün de farklı eğitim metotları vardır. Maksat, burada insanın insan olma özelliğini fark etmesini sağlamak. Topluma zarar veren değil, zararından emin olunan bir insan olma seviyesine çıkarmak içindir. Tapduk Emre, Yûnus Emre, Şeyh Hamîd-i Velî, Hacı Bektâş-ı Velî, Hacı Bayrâm-ı Velî, Sümbül Efendi, Merkez Efendi… Kısaca bütün Allah dostlarının hedefi; insanı insanlığının farkına vardırarak, başkalarına faydadan önce başkalarına zarar vermemeyi öğretmektir.

“Biz insanı en güzel biçimde yarattık.” (et-Tîn, 4)

“Doğrusu Biz; insanı imtihan etmek için, karışık bir nutfeden (erkek ve kadın sularından) yarattık da onu işitici, görücü yaptık.” (el-İnsân, 2)

“Andolsun insanı Biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz. Ve Biz ona şahdamarından daha yakınız.” (Kāf, 16-17)

TASAVVUF HAKKINDA ÂLİMLERİN SÖZLERİ

Tasavvuf; kîl u kāli (dedikoduyu) almak değildir, lâkin açlığı almak, alışılan ve hoş gelen şeyleri kesip atmaktır.” (Abdulkādir Geylânî -kuddise sirruhû-)

Tasavvuf; kalbi Allah için arındırmak, O’ndan gayrısının zarar ve fayda vermediğine îtikād etmektir. Sadece Allâh’a güvenmektir.” (İmâm-ı Gazâlî -rahmetullâhi aleyh-)

“Her kim Kur’ân okur da; müslümanların cenâzesinde hazır bulunmaz, hastaları ziyarete gitmez, öksüzleri soruşturmaz ve buna rağmen tasavvuftan dem vurursa, onun bir sahtekâr olduğunu biliniz.” (Bâyezîd-i Bistâmî -kuddise sirruhû-)

Tasavvuf, Hak Teâlâ ile birlikte ünsiyet ve mutmainne olma hâlidir.” (Atâullah el-İskenderî -rahmetullâhi aleyh-)