GAYRET VARSA ENDİŞEYE MAHAL YOK!

Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com

Gidişat ne yöne? Nesillerin, toplumların, İslâm ümmetinin hâli? «Allah!» diyen kalmayacak derecede bir çöküşe doğru mu gidiyoruz? Yoksa küllerinden doğup bir yükselişe geçiş içinde miyiz?

Zihnimiz tekçi bir yapıda düşünebilir.

“Kıyâmet arifesindeyiz ve her şey çok kötüye gidiyor.”

“İslâm düşmanlarının korktuğu gibi aslında müslümanlar yükselişte…”

Hâlbuki;

Bir taraf âbâd olurken, bir taraf berbat olabilir.

Bunu bir asma bitkisine benzetirler: Birçok yöne uzanmış, birçok dallara bölünmüş asmanın bazı dalları sararır solarken, bazı dalları ter ü taze ve meyveli olabilir.

Hemen her zaman böyledir.

•Beylikler birbiriyle uğraşırken, Osman Gazi ve gazâ arkadaşları Bizans’a karşı vuruşarak bir cihan devletinin temelini atıyordu.

•Endülüs çökerken, İstanbul fethediliyordu.

•Bâtınîler altın çağını yaşarken, ehl-i sünnetin kalesi Nizâmiyeleri ve Gazâlîleri tetiklediklerinin de farkında değildiler.

Bugün de nesiller nâmına ileri sürülen Z kuşağı tenkitlerine böyle bakabiliriz:

Bizde bir türlü, sizde bir türlü…

Bir tarafta milletine, dînine, kültürüne taban tabana zıt; «Selâmün aleyküm» şeklindeki o tatlı selâmlaşmadan bile rahatsız bir kesim var. Onların yetiştirdiği ve tesiri altında tuttuğu nesiller de var. Gücünü anayasadan alan bütün ideolojik yapıya yaslanan ama git gide azalan, eriyen bir anlayış.

Diğer tarafta, babalarının hayalini bile kuramayacağı şekilde Ayasofya’da saf tutup devlet başkanıyla beraber hâfızlık icâzet merasimi yapan nesiller de var.

28 Şubat’ta kurutulmuş iken, 4+4+4 sistemiyle yeniden doğan İmam Hatip Ortaokullarında onlarca proje çalışması var. Bu çalışmalarda çok yönlü yetişen nesiller var.

Eskiden yıllarını verdiği Arapçayı bile konuşamayan nesiller vardı. Şimdi yabancı dilleri de tebliğde bulunabilecek seviyede öğrenen nesiller var.

Bir tarafta; «Altın Nesil» diyerek neslin altını oyanlar, istikbâli kolejlerde ve Amerikan kolajlarında arayanlar, diyalog kurmaya bayıldıkları gâvurların empatisinde boğulup gittiler.

Bu güruhtan temizlenince, Peygamber ocağı da aslına daha bir benzemedi mi?

Z kuşağı internetin ve teknolojinin içine doğdu. Onların farklılığını burada aramalı. Bunlar muhtevâ değil, vasıtayla alâkalı.

Meselenin şöyle de bir veçhesi var:

Cenâb-ı Hak bu cihanda sırrı, müsabakaya koymuş. Gayret eden kazanabiliyor, öne çıkabiliyor. Ayrık otuna darılmak, müsilâja kızmak, Z kuşağına öfkelenmek çare değil. Sıhhati desteklemek, yaşamak ve yaşatmak çare.

Evet, müsilâj da, canlı. O da bir nesil. Fakat sıhhatli diğer deniz canlılarını boğan, onlara zarar veren bir nesil. Doğru filtreler ve sıhhatli atıklar denize salınmayınca; denizde de nesil ayarları bozulmuş. İstilâcı canlılar aşırı üremiş.

Yarışacak, koşacak nesiller yetiştirilebilirse, kemmiyet / sayılar ehemmiyetsiz.

•Milyonlarla ifade edilen haçlı nesillerini, binlerle ifade edilen Kılıçarslan nesli tesirsiz hâle getirmişti.

•Yine dönüştürücü kimya yapınız; mayanız bozulmadıysa, gölleri bile mayalarsınız. Moğol nesilleri; en tepeden müslümanlığı kabul edip, istîlâ ettikleri yerde eriyip, kendi menfî mahiyetlerini ifnâ ettiler.

Bizim nesil hususunda en kuvvetli yönümüz de budur:

İnatçı Tâif’in kabîlesi Sakif hakkında Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, «kendilerini olmazsa nesillerini kazanırız» ümit ve düşüncesindeydi. Aynı düşünce, günümüzde kendi ülkemizdeki millî ve dînî duruşa mesafeli kesimlerimiz için de geçerli olabilir. Tabiî beslenen ümitler karşılıklı!.. Onlar da «İmam hatip neslinden deistler çıkarabilir miyiz!» derdindeler.

İslâm’ın ilk asırlarında mevâlî yani mağlûp milletlerin esirlikten, kölelikten geçmiş fertlerinin evlâtları; en güzel şekilde eğitildi, âlimler, ârifler hâline geldi ve güzîde nesillerin öncüleri oldular. Osmanlı’da devşirme de böyleydi.

Şimdi karşı taraf bize karşı aynısını yapmaya çalışacak tabiî ki.

Tıptaki aşılama da böyle değil mi? Mikrobun tesirsiz nesillerini kullanarak, umumî sıhhatin neferleri hâline getirmek.

Tabiatta da bu sır cârî:

Birçok canlının gıdâsı, bir diğer canlının yumurtaları, yavruları ve nesilleri!..

Abes yaratmayan, her fiili hikmetle dolu olan yüce Yaratıcımız, nesilleri korumamız için bize bu manzaraları seyrettiriyor.

Çökerttikleri aile sebebiyle, kendi nesillerinden pek ümitleri kalmamış olan batı âlemi; kendilerine sığınmış mültecîlerin evlâtlarından kendi dalsız ve meyvesiz ağaçlarına aşı oluşturma derdinde. Beyin göçü aslında bir nevî, aşılama faaliyeti. Devşirmenin tersi. Fakat az da olsa öz nesilleri ise, bu aşılamaya, bu üvey nesillere karşı çıkıyor: Batıda nasyonalizm bu sebeple yeniden hortluyor.

Fetih Sûresi’nin sonunda ifade edilir:

Kâfirleri en çok kızdıran manzara, güçlü filizlerdir. Güçlü filizler, geleceğin gür ağaçlarıdır. Bir ağaçtan sayısız meyve ve dolayısıyla tohum elde edilir.

Medine’den boy veren o asmanın, o Nahl-i Tûr’un, o devâsâ ağacın dalları; bir yönde Kayravan’a bir yönde Semerkant’a uzanmıştı.

•Osman Gazi’nin gönlünden doğan çınar da, Viyana kapılarına, Kafkas dağlarına ve Fîzan’a kadar uzanmıştı.

Günümüzde öldü bitti sanılan o çınar, bir asma gibi çeşitli dallarında hayâtiyet gösteriyor.

Nesiller, uyum kabiliyetleriyle zuhur ederler. Muhtevâ başka, usûl başka… Şimdi Osmanlı gibi güçlü bir devletimiz yok belki. Fakat eğitim, kültür, insânî yardım, gazetecilik, aktivizm hattâ ticaret gibi sayısız dalda yapraklar ve meyveler husûle geliyor.

Yani yeni nesillerin birtakım hususiyetlerinden korkmamalı. Çalışmamaktan, gayret etmemekten korkmalı. Dallarımızda taze filizler meydana getirebiliyorsak, endişeye mahal yok.

Şiirin diliyle hitâm:

Sönmez güneş, üflemekle,
Ey mü’min ümitle bekle!

Kâfir ne kadar da kızsa,
Müşrik ne kadar da azsa,

Hak, nûrunu eyler itmâm!
Elbette muzaffer İslâm!..

Allah yenilir mi? Hâşâ!
Yer var mı ki hiç telâşa?

Hüsrâna hükümlü tâğût!
Mağlûp, Firavun ve Câlût,

İspâta delil mi? Târih:
Vallâhu mutimmu nûrih…

Sen gayreti eyle rehber,
Tekrar doğacak Bedirler!..