NE GAM BÂKÎ ne DEM BÂKÎ

Sami GÖKSÜN

Zamanında dervişin birinin yolu bir köye uğrar.

“−Beni burada birkaç gün ağırlayacak kimse var mı?” diye sorar.

Köylüler;

“−Bizim durumumuz pek yok ama seni ağırlayacak iki kişi var: Biri Şakir diğeri Haddâd’dır. Şakir’e gitmen senin için daha iyi olur.” derler.

Ve derviş Şakir’in evine varır. Durumunu arz eder. Kabul görüp orada güzel bir şekilde ağırlanır. Gün gelip oradan ayrılacağı sırada, misafir olduğu evin sahibi Şakir’e dönüp, teşekkür ettikten sonra;

“−Kardeşim! Sahip olduğun bu nimetlerin kadrini iyi bil! Allâh’a şükredici ol!” der.

Şakir, dervişe garip gelen şu cevabı verir:

“−Ey derviş! Şükrediyorum şükretmesine ama biliyorum ki her hâl geçicidir. Zamanla her şey değişir. Bunlar da gelir geçer.”

Yıllar sonra dervişin yolu tekrar bu köye düştüğünde köylülere Şakir’i sorar. O anda köyde olanlar derler ki:

“−Şakir, fakir durumlara düştü. Malını, mülkünü kaybetti. Şimdi de Haddâd’ın çiftliğinde çalışıyor.”

Derviş, Haddâd’ın çiftliğinin nerede olduğunu sorar. Arar ve bulur. Şakir ile aralarında şöyle bir konuşma geçer:

“–Nasıl bu hâle düştün?”

“−Çok büyük bir sel geldi. Malımı, mülkümü, çiftliğimi aldı götürdü. Bu hâle düştüm. Ama çok şükür ben yine karnımı doyuruyor ve aileme bakabiliyorum.”

Bu hâlinde bile dervişi misafirliğe kabul eder. Sonra akşam olunca derviş ile beraber evine giderler ve var olan imkânını paylaşırlar. Yine ayrılma günü geldiğinde derviş, Şakir’e bu sefer şöyle der:

“−Başına gelenlere üzüldüm. Rabbim işini, gücünü rast getirsin. Hayırlı işler versin.”

Şakir’in cevabı ve hâdisâta bakışı aynıdır:

“−Derviş, unutma! Bu hâl de geçicidir. Bu da gelir geçer.” der.

Aradan yine uzun bir zaman geçtikten sonra dervişin yolu yine o köye düştüğünde yine Şakir’i bulur.

Bu sefer Şakir, derviş ile karşılaştığı ilk hâline geri dönmüş; varlıklı ve zengin biri olmuştur. Derviş, Şakir’e;

“−Nasıl oldu da eski hâline döndün?” diye sorunca Şakir şöyle der:

“−Yanında çalıştığım Haddâd rahmet-i Rahmân’a kavuştu. Mîrâsını bırakacağı kimse olmayınca da bütün mal varlığını bana bıraktı.”

Derviş, Şakir’in eski servetine kavuşmasından dolayı sevinçli ifadeler söyleyince Şakir yine o malûm sözlerini söyler:

“−Görünene aldanma! Hiçbir şey dâimâ aynı kalmaz. Bu da geçer.”

Uzun bir zaman sonra dervişin yolu tekrar o köye düştüğünde köylülere Şakir’i sorar. Köylüler;

“−Şakir sizlere ömür. Şu karşıdaki dağın yanında da mezarı var. Oraya gidersen görürsün.” derler.

Derviş gider, Şakir’in mezarını bulur ve Fâtiha ve İhlâs sûrelerini okur. Bir de bakar ki mezar taşında; «Bu da geçer yâ Hû!» yazmaktadır. Derviş, kendi kendine söylenir:

“−Yahu Şakir! Tamam da bu durum nasıl geçecek?!. Girmişsin mezara, ne gam kaldı ne dem.”

Yıllar sonra tekrar derviş o köye uğradığında Şakir’in mezarına bir Fâtiha okumak üzere gider. Bir de ne görsün!?. Ortalıkta ne Şakir’in kabri kalmış ne de orada bulunan ağaçlar. Her taraf târumâr olmuş. Derviş köylülere sorar:

“−Şakir’in kabrine ne oldu?” Köylüler;

“−Çok büyük ve şiddetli bir tûfan geldi. Orada bulunan her şeyi söktü gitti.” derler. Yani mezar bile gelip geçmiştir.

Aslında sadece Şakir’in değil, bu cihandan gelip geçen herkesin hikâyesi değil midir bu anlatılanlar?..

Bu cihan bir istasyon gibidir. Herkes gelir ve gider. Kimse orada kalıcı değildir. Kısacık ömürlerde başımıza gelen acı ve tatlı hâdiseler de böyledir.

İnsan; hayatı boyunca zaman zaman zor ve sabredilmesi gereken imtihanlarla karşılaştığında tahammül ve rızâ içerisinde yüce Rabbimiz’den mükâfâtını umacak. Gerektiğinde her türlü hâlin neticesinde;

“–Bu da geçer yâ hû!” deyip yoluna devam edecek. Bu ifade, bize dünyanın fânî olduğunu hatırlatırken; dert, tasa, gam ve sıkıntıların geçici olduğunu ifade ederek tesellî etmektedir. Bu gam ve sıkıntıların yanında yaşanan sürurlu zamanlar da âdeta bizde misafirdirler. Dünyevî şeylere çok sevinme! Onlar da kalıcı değildir. Hazret-i Mevlânâ da bu hususta şöyle söylemektedir:

“Ey delikanlı! Bu ten bir misafirhânedir. Her sabah, senin misafirlerin olan gam ve neş’e oraya koşarak gelirler. Uyanık ol; sakın bu misafir benim boynumda kalır, deme! O, yokluğa uçar gider. Yani sürur ve gamın bekāsı yoktur. Gayb âleminden ne gelirse gelsin, o senin gönlünün bir misafiridir. Onu dâimâ hoş tut! Yani, gamdan ötürü üzgün; sürurdan dolayı da çok neş’e içinde kalma!”

Mevlânâ, bunları söyleyerek bize şunu dememiz gerektiğini hatırlatıyor:

“–Elhamdülillâhi alâ külli hâl:

Bize lutfettiği her hâle karşı, her türlü hamd, Allâh’a aittir.”

Kanunî’ye veya babası Yavuz’a ait olduğu bildirilen şu mısralar da aynı hakikati ifade etmekte:

Gamına gamlanıp olma mahzun!
Demine demlenip olma mağrur!
Ne dem bâkî, ne gam bâkî, yâ Hû!

Yani bu dünyada ne gam ne dem bâkîdir. Kalıcı olan yegâne varlık, bizi ve kâinâtı yaratan yüce Allah’tır.

Dünyanın fânîliği, bize âhireti hatırlatmalı ve oraya hazırlanmayı öğütlemelidir. Aksi takdirde, dünyada miskin bir şekilde yaşayıp gitmeyi ve gayesiz bir hiçliği yücelten uzak doğu dinlerinin telkinlerinde bir fazîlet yoktur. Fazîlet, gözünü sonsuz âhirete dikerek, dünyaya metelik vermemektedir.

Yûnus Emre bu hakikati ne güzel söyler:

Bu dünya kahır evidir, hem bâkî değil fânidir,
Aldanuban kalma buna, tîz tevbeye gelmek gerek.

Ne durur dünya çokluğu, eşkere durur yokluğu,
Varlık sarâyın hakîkat âhireti bilmek gerek.

Vaktiyle sultanlardan biri, kendisine çok farklı çok müstesnâ bir yüzük yapılmasını ister. Birçok kişi sultana yüzük yapmak için çalışmıştır ama sultan hiçbirini beğenmemiştir.

Sonunda bir yüzük yaparlar ve üzerine «Bu da geçer yâ Hû!» yazısını nakşederler. Sultan işte bu ifadeleri okuyunca çok beğenir ve bu yüzüğü parmağından, bu güzel tavsiyeyi de gönlünden hiç eksik etmez.

Rabbim, cümlemize her durumda; «Elhamdülillâhi alâ külli hâl» diyebilmeyi nasip eylesin.