HÂFIZLIĞIN BEREKETİ! -1-

Ali AĞIR aliagir70@gmail.com

Salih Hoca, misafir odasında notlarına göz atıyordu. Birazdan hâfız talebelerle buluşacak ve onlara dilinin döndüğü kadar; hâfızlığın nasıl bir nimet ve hazine olduğunu, Kur’ân’ın insanın ömrünü nasıl bereketlendirdiğini anlatmaya çalışacaktı. Bazen dışarıdan gelen tanımadıkları birinin anlattıkları daha ilgi çekici olabiliyor ve anlatılanlar, talebeler üzerinde daha müsbet bir tesir bırakabiliyordu. Bu sebeple hâfızlık arkadaşı ve kurs müdürü olan Âsım Hoca, bazı tecrübelerini paylaşması için kendisini davet etmişti. Salih Hoca, her ne kadar bu işin ehli olmadığını söylese de arkadaşının ısrarlarına dayanamadı ve isteğini kabul etti.

Talebelerin hazır olduğu haberi gelince, heyecanla yerinden kalktı. Konferans salonuna doğru ilerlerken Kur’ân okumayı öğreten Halil Hocaya ve hâfızlık hocası Mustafa Hocaya duâlar ediyordu.

Derslere girmeden önce okumayı alışkanlık hâline getirdiği bir duâ vardı. Bu dûa; Allah -celle celâlühû- tarafından Hazret-i Musa -aleyhisselâm-’a Tuvâ Vadisi’nde peygamberlik vazifesi verilip tebliğ için firavun ve Mısır halkına gitmesini istediğinde Hazret-i Musa’nın ettiği duâydı:

رَبِّ اشْرَحْ ل۪ي صَدْر۪يۙ وَيَسِّرْ ل۪ٓي اَمْر۪يۙ وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِنْ لِسَان۪يۙ يَفْقَهُوا قَوْل۪يۖ

“…Rabbim! Benim gönlüme genişlik ver. Benim işimi kolaylaştır, dilimden de (şu) düğümü çöz ki sözümü iyi anlasınlar.” (Tâ-Hâ, 25-28)

Salona selâm vererek girdi. Yerine oturdu. Mikrofonu açtı. Besmele, hamdele ve salât ü selâmdan sonra konuşmasına başladı:

–Hâfızlık, her müslümana nasip olmayan bir nimettir. Bu şehirde sizlerin yaşında pek çok kardeşimiz var. Bu kardeşlerimizden çok azına bu kapı açıldı. Sizler de bunlardan bir kısmısınız, yani sizler birçok kardeşimizden daha kısmetlisiniz. Sizler bu yolda yürümeye gayret ederken; onlardan kimisi sokaklarda, kimisi futbol sahalarında, kimisi oyun-eğlence salonlarında, kimisi bilgisayar başında zamanını harcayarak bu verimli çağını geçirecek belki de Kur’ân’dan hiç nasiplenemeyecekler.

Önünüze gelen bu fırsatın ne kadar büyük olduğunun farkına varın ve bu fırsatı elinizden kaçırmayın. Bazı fırsatlar, insana hayatında bir kez verilir elden kaçırdığınız an, büyük bir kısmeti de tepmiş olursunuz.

Lise ikinci sınıf öğrencisiydim. Okulların kapanmasına yaklaşık yirmi günlük bir süre vardı. Yurt müdürümüz Mehmet Emin Hoca, hâfızların Arapçalarını geliştirmeleri için işinin ehli olan bir hocayla anlaşmış. Bir etüt esnasında bu haberi bizlerle paylaştı. Dersler, cumartesi ve pazar günleri yapılacaktı. 15 kişiydik. Diğer arkadaşların hepsi derse katılacaklarını, ben ise katılamayacağımı söyledim.

“–Niçin katılamayacaksın?” diye sordu.

“–Hocam, köyümüzün şartlarını biliyorsunuz. Birçok iş, beden gücüne dayanıyor. Üç-beş güne kadar tarlalarımızdaki önce arpaları sonra da buğdayları orakla dermemiz gerekiyor. Harman işi neredeyse bir ay sürer. Ardından bahçe ve yayla işleri başlayacak. Ailemize bazı hafta sonları hariç yıl boyunca zaten yardım edemiyoruz. Onlar, benimle kardeşimin köye gelip işlerin çok yoğun olduğu zamanlarda kendilerine yardım etmemizi bekliyorlar. Bizler de yardım etmek gayesiyle devamsızlık bile yapmıyoruz. Son bir yazılı imtihanımız kaldı. Onu da yapar yapmaz köye gitmemiz ve işlere dört elle sarılmamız gerekiyor.” dedim.

“–Böyle bir fırsat bir daha ele geçmeyebilir.” dedi. Ben de;

“–Farkındayım, lâkin ailemizin bizlere en fazla ihtiyaç duyduğu zamanda onların yardımına koşmamız, rızâlarını kazanmamız gerekiyor.” diye karşılık verdim.

Kendi de köy çocuğu olduğu ve köy işlerini bildiği için ısrar etmedi. Bize de müsaade etti.

Aileme yardıma gittiğim için asla pişman olmadım. Ancak sonraki yıllarda bu özel dersin eksikliğini hep hissettim. Arkadaşlarım Arapçada beni bir hayli geride bıraktılar.

Elimize geçen fırsat, bir seferliğine verilmiş son fırsat olabilir. En iyi şekilde değerlendirmek gerekir.

Hâfız olan ilk kişi, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’dir. Bu sebeple hâfızlık, en önemli sünnetlerden biridir. Her sünnet, Rasûlü’ne ve Allâh’a yaklaştıran bir merdiven basamağı gibidir. Diğer yandan Kur’ân, Rasûlullâh’ın bizlere olan iki emânetinden de biridir.

Kalbinde Kur’ân’dan bir miktar bulunmayan kimse nasıl harap ev gibiyse, kalbinde Kur’ân’ın tamamı bulunan kimsenin nurlu bir gönle ve çehreye sahip olacağı âşikârdır. Zaman zaman yaşadığımız bir hâdise vardır. Sık sık Kur’ân okuyan yahut hâfızlık yapanları gören birçok insan, yüzlerinden «Kur’ân talebeleri» olduklarını anlamakta ve bunu tebessümle ifade etmektedirler.

Bu hususta da Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“Kim Kur’ân’ı küçük yaşlarda öğrenirse Kur’ân onun etine ve kanına işler. (Yani Kur’ân’ın feyziyle nurlanır.)(Ali el-Müttakî, I, 532)

Yaşlarınız ilerledikçe Kur’ân’ın hayatınızı kuşattığını, günlerinizi Kur’ân’a göre tanzim ettiğinizi göreceksiniz. Çünkü Kur’ân, hâfız olan kişilerin yoldaşı olur. Bir işle meşgul olurken, yolculuk yaparken, otururken, dinlenirken hattâ uyurken bile onların yanından ayrılmaz. Davranışlarını düzene koyar, günahlara yönelmesini engeller, nefsin isteklerine, şeytanın hilelerine karşı çok güçlü bir kalkan olur.

Yine Peygamber Efendimiz bir defasında şöyle buyurmuştur:

“–Şüphesiz, insanlardan Allâh’a yakın olanlar vardır.”

Ashâb-ı kiram;

“–Ey Allâh’ın Rasûlü onlar kimlerdir?” diye sorunca Efendimiz;

“–Onlar Kur’ân ehli, Allah ehli, Allâh’ın has kulları (yani Allah dostları)dır.” diye cevap buyurdu. (İbn-i Mâce, Mukaddime, 16)

Hâfızlık, kolay bir mesele değildir. Öyle olsaydı herkes hâfız olabilirdi.

Bu güzel yolculukta yapmanız gereken ilk şey, fedâkârlıktır. Ailenizden, arkadaşlarınızdan, uykunuzdan, rahatınızdan, birçok şeye ayıracağınız vakitlerden fedâkârlık yapmalısınız. Bu fedâkârlığı öncelikle kendiniz, sonrasında ise aileniz, ülkeniz ve ümmet için yaptığınızın şuurunda olmalısınız.

(Devam edecek.)