Osmanlı’da Bir Ramazan Geleneği; ZİMEM DEFTERİ

Raif KOÇAK raifkocak@gmail.com

Bir yılı aşkın zamandır; dünyanın her tarafında yaşanan sıkıntılı dönemin etkilerini, cemiyetin hemen tamamı hisseder oldu. Maddî imkânları yerinde olup çarkı dönenler, kârlarından ferâgat ederek bu sıkıntılı dönemi bir nebze olsun rahat geçiriyorlar. Ancak; toplumun belli bir çoğunluğu, fakr u zaruret içerisinde hayatlarını idâme ettirmeye çalışıyorlar. Şehir içlerine kadar giren alışveriş merkezlerinin ve son dönemde neredeyse her sokakta biten zincir marketlerin istîlâsı arasında, dar gelirli insanların imdadına, mahalle bakkalları yetişiyor. Lâkin onların da sayısı gitgide azalıyor.

Uzun süredir devam eden ekonomik sıkıntılar üzerine; bir de salgın günleri, birçok insanın muhtaç duruma düşmesine sebep oldu. İşini kaybeden veya işyeri kapanan insanlar, çareyi bakkal amcanın oldukça kalın ve çok kullandığından dolayı eskimiş veresiye defterlerinde bulmaya başladı.

Hem mübârek Ramazan ayında bulunduğumuz hem de bu ekonomik darlığın devam ettiği bir dönemde, ecdâdın muhteşem bir incelik ve hassâsiyetle koruduğu bir gelenek tekrar hatırlanır oldu. Malûmunuz Osmanlı, muhtaç insanlara yardım ederken onların gönüllerini incitmemeyi esas alan; «İnsanı yaşat ki devlet yaşasın!» geleneğinin hâkim olduğu ve insana değer verilen bir medeniyetti. Bu medeniyette; alan el ile veren elin kesinlikle birbirlerini görmemesi ve muhtaç insanın ezilmemesi ölçü alınıyordu. Buna örnek olarak sadaka taşları; muazzam bir örnek olarak tarih sayfalarımızı süslemektedir.

Ecdâdımızdan kalan bir diğer mîras ise son zamanlarda özellikle salgın döneminde meydana çıkan ve bazı belediyelerin de öncülük yaparak tekrar gündeme getirdiği «zimem defteri» geleneğidir. Zimem; lügatte zimmetin çoğul şekli olup zimmetler, borçlar mânâsına gelmektedir. Zimem defteri; uygulama olarak, şu anda bakkallarda bulunan veresiye defteri ile aynı fonksiyonu îfâ etmekteydi.

Osmanlı döneminde yaygın olan bu gelenek, özellikle Ramazan ayı geldiği zaman uygulanırdı. Devrin hâli vakti yerinde olan insanları; Ramazan ayının gelmesi ile kendi muhitlerinin dışında farklı mahallelere gider, o mahallelerde bulunan bakkal, manav veya kasapları ziyaret ederler ve esnafa; «Zimem defteri var mı?» diye sual ederlerdi. Daha sonra, maddî durumlarına göre; bazen defterin tamamının, bazen de defterin başından, ortasından veya sonundan belli bir sayıda sayfanın koparılmasını talep eder, bu sayfalarda yazılan meblâğı hesaplatarak öder ve o sayfaları satın alırlardı. Tanınmamak için tebdil-i kıyafet ile gelen bu insanlar, isimlerini bile vermeden o muhitten ayrılırlardı. Bu şekilde; ödeyen kimin borcunu ödediğini, borcu ödenen ise kim tarafından borcunun ödendiğini bilmeden birbirlerine duâ ederlerdi.

Zimem defteri geleneği, Osmanlı döneminde yardımlaşmanın ve içtimâî dayanışmanın dünyada eşi benzeri olmayan ve parmakla gösterilen bir uygulamasıydı. Varlık sahibi olanlar; kendilerine verilen bu imkânların kalıcı olmadığına, ellerindeki varlığın birilerinin işine yaramadığı zaman hebâ olacağına inanırlardı. Bu şekilde bugün yaşadığımız gibi, cemiyette yoksullarla zenginler arasında derin uçurumlar oluşmaz, yoksullar zenginlere ve onların sermayelerine düşman olmazdı.

Bugün, ekonomik zorluklarla boğuşan milletimizin devletten yardım beklemesi yerine gerek belediyelerin tamamı gerekse esnaf ve ticaret odaları bu geleneği yaygınlaştırmak için elbirliği ile hareket edip, bu geleneğin bir müessese hâline getirilmesini ve devam etmesini sağlasalar ne kadar güzel olur. Buna örnek olacak bir uygulama; yanılmıyorsam birkaç sene evvel, ülkemizde faaliyet gösteren bir iş adamı derneği tarafından başlatılmış ve gayet güzel neticeler alınmıştı. Bunun için devâsâ bütçeler ayırmaya lüzum yok. Özellikle belediyelerin Ramazan ayında verdikleri toplu iftarlar veya Ramazan faaliyetleri adı altında harcadıkları paralarla, bu geleneğin sürdürülmesi için yeterli kaynak temin edilir diye düşünüyorum.

Böyle bir uygulamaya örnek olması açısından; yaşadığımız ilçeye yeni atanan Kaymakam’ın gelir gelmez, Kaymakamlığın Sosyal Yardımlaşma Vakfına ait olan ve makam aracı olarak kullandığı otomobili satışa çıkarıp, elde edilen parayla mahalle bakkallarını gezerek veresiye defterlerindeki borçları ödediğini öğrendik. Böyle idarecilerin sayılarının artması ve bu anlayışın cemiyetin tamamına yayılması için hem fiilî hem de kavlî olarak duâ etmemiz lâzım.

Millet olarak hassas gönüllü bir milletiz. Nerede boynu bükük birisini görsek, yüreğimiz burkuluyor. Onun sıkıntısını gidermek için hemen harekete geçiyor, konu komşu toplanıp el birliği ile hallediveriyoruz o problemi. Bu özellik, hem inancımız gereği yerine getirmemiz gereken bir vazife hem de ecdâdımızdan bize kalan özel bir miras.

Sağlıklı bir cemiyetin tesisinin; o cemiyetin en altındaki yoksul insanlarla, en üstünde yer alan zengin insanların irtibatının olması ve birbirlerine el uzatmaları ile mümkün olacağı kanaatindeyim. Veren; verebildiğine şükretmeli ve alanlara teşekkür etmeli. Alan ise hazıra alışmamalı, duâ makamında olduğu için evvelâ duâ etmeli, sonra da veren el olmaya gayret etmelidir.

Allah Teâlâ; cömert zenginlerimizin sayılarını artırsın, memleketimizde muhtaçların sayılarını azaltsın, bizlere infâk etmenin hazzını, vermenin lezzetini tattırsın.

Âmîn…