BİLGİYİ SATIYOR AMA KENDİ KULLANAMIYOR

Fahri SARRAFOĞLU sarrafoglufahri@gmail.com

Yıllar önceydi. 1979 yılı… Aksaray Kılıçarslan Ortaokulu 3. sınıfta okuyorum. Dönemin ilk dersi İngilizceydi. Derse girecek hocamızla ilk defa tanışıyoruz. Kapı açıldı ve içeriye uzun boylu biri girdi. Boyu iki metreye yakındı. Evet; o kadar uzun boyluydu ki, sınıfın giriş kapısından girerken bile boynunu eğerek girmişti. Biz çok şaşırmıştık. Hafif bir kıkırdama, tek tük gülme sesleri geldi. Sonra rahmetli Erol ERDEM Hocamız sınıfın ortasına geldi ve gülerek;

“–Haydi çocuklar, kasmayın kendinizi. Gülün istediğiniz kadar. Bak ben de gülüyorum kendime. Bu kadar boy olur mu ya? Ne kadar uzunum değil mi? Boyum 1.95…” deyiverdi.

Rahmetli Erol Hocamız hem konuşuyor hem de tatlı sesiyle kesik kesik gülüyordu. Tabiî Hocamız güler de biz durur muyuz, biz de başladık gülmeye. Bu gülme faslı üç-dört dakika sürdü ve bitti. Rahatlamıştık. Artık derse geçebilirdik. Evet, bütün sınıf Erol Hocamızı sevmiştik. O yıl İngilizce dersi bizim için en güzel derslerden biri oldu. Kelime ezberler, metinleri düzgün okumak için birbirimizle yarışırdık. Erol Hocamız, insanları severdi. Sevgi dolu bir yapısı vardı. Kimseyi kırmadığını biliyorum.

Peki, kimdi Erol Hocamız? Nasıl biriydi? Erol Hocamızı tanırdım. Annesi ile beraber yaşardı. Ağabeyimin en iyi arkadaşı hem de özel İngilizce hocasıydı. Çok bilgili ve kendini yetiştiren biriydi. Düşünün… O zamanlar bilgisayar yok, cep telefonu yok. Bırakın cep telefonunu, doğru dürüst telefon görüşmesi bile yapılamıyor. Eve telefon almak için en az iki-üç yıl bekliyordunuz. Ama o, yabancı dergileri okuyup bize anlatırdı:

“–Çocuklar, ileride iletişim çok kolaylaşacak. Bilgiye ulaşım çok kolaylaşacak. Artık mektubu, telefon gibi bir makineye vereceksiniz, ânında karşıya gidecek ve okuyacak. Siz de cevabını hemen alabileceksiniz, bunun adına da faks denecek…” derdi. Biz tabiî ortaokul çocuğuyuz, ne anlarız fakstan. O yıllarda «computer»den bahsederdi. Bilginin kayıt edileceğini, koca bir kütüphânenin bir makinenin içine konulabileceğini anlatırdı. Kompüter diye söylerdi. Sonradan bilgisayar oldu, biliyorsunuz.

Bir gün din dersi hocamız Ali ÖZTÜRK Bey, rahatsızlanınca derse Erol Hocamız geldi. Tabiî bizde bir sevinç ki sormayın. Yüzümüz hemen gülmüştü. Öyle ya neşeli ve hareketli bir ders bizi bekliyordu.

Merhum Erol ERDEM’in 1979 yılında anlattığı ders, bakın bugün bile aklımda. İşte ilk girdiği din dersi ve anlattıkları:

“–Çocuklar; biliyor musunuz, yüce kitâbımız Kur’ân-ı Kerim’de Allah birçok kere hep şu ifadeyi söyler:

«Aklınızı kullanın, aklınızı kullanmıyor musunuz? Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız? Onlar ki akıllarını kullanırlar…» gibi tam 800’den fazla yerde, aklımızı kullanmamız yönünde bizi uyarır. Allah, bizim önce akıl sahibi olmamızı sonra da aklımızı kullanmamızı istiyor.

Düşünün arkadaşlar; fırına gidiyorsunuz ekmek almaya, ekmek alıp yiyorsunuz ama fırıncı ekmek satmasına rağmen ekmekten yiyemiyor. Ne kadar garip olur değil mi? Yahut da bir eczacı kendisi ilâç satıyor. Hastalandığında doktorun verdiği ilâçları almıyor, kullanmıyor. Ne kadar garip olurdu.

İşte; ileride sizler göreceksiniz, bilgi çok gelişecek. Bilgiye ulaşım çok kolaylaşacak. Kompüterler çıkacak. Evlerde kullanılan telefonlarımız görüntülü olacak. Artık telefonlarımızı arabamızda, cebimizde taşıyacağız. Ama şunu unutmayın çocuklar, bilim ve teknoloji çok gelişecek fakat Kur’ân’daki âyetler boşuna değildir. Aklınızı kullanmazsanız, kompüteri (bilgisayarı) satan satıcının durumundan ne farkınız olur? O da satıyor ama kullanmıyor. İleride bilgi satılacak, bilgiden para kazanılacak; ama maalesef insanlar, bilgiden yararlanmak için değil, bilgiyi sadece para kazanmak için kullanacaklar.

Düşünün; belki ileride sabah evden çıkacaksınız, akşama eve nasıl döneceğinizi birine soracaksınız. O bilgiyi de parayla size satacaklar. Çünkü o kadar aklımızı az kullanacağız ki, bu cihazlar bizi esir alacak. Cihazın kendisine bağımlı yaşayan insan olup çıkacağız. Size bilgiyi satan da kendi evine gitmek için başka birine para verecek ki; o da evinin adresi nasıldı, bulabilsin… Hattâ belediyeler böyle panolar asacak ki, size gideceğiniz yeri gösterecekler. İleride belki ona da para isteyecekler…”

Evet, Erol Hocamız anlatıyordu ama biz yine içimizden gülüyorduk…

Nasıl ya, kendi kaldığımız evin adresini mi unutacağız, hadi canım! Veya nasıl ya, ev telefonu cepte taşınır mı? Yok artık! Bilgi sahibi olan insan, bilgiyi niye kullanmasın ki?

Ve dükkânımıza geldiği bir gün bu soruyu kendisine sordum:

–Hocam; insanlar bilgi sahibi ise niye kullanmasınlar ki, bilgi hazine değil midir?

Erol Hocam, bu soruyu beğendi, ciddîleşerek ayağa kalktı ve şöyle dedi:

–Bak Fahri! Allah niye Kur’ân-ı Kerim’de; «Kitap yüklü eşekler» diyor. Kime diyor bunu? «Bilgisi olduğu hâlde onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerle kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir.» (bkz. el-Cum‘a, 5)

İnsanlar da övünmek için kitap alır, kütüphânesini zenginleştirir. Ama okumaz. Okusa bile anlamaz. Çünkü onu kullanmak için değil; nefsi için, egosunu tatmin için okumuştur. Allah bizden böyle bir bilgi sahibi olmamızı istemiyor. Bizden, bilgiyi alarak kullanmamızı istiyor. Yine lütfen Kur’ân’ı iyi oku Fahri! Bak ne buyuruyor:

“Onların misâli, bir ateş yakan insan gibidir. Ateş tam etrafını aydınlattığında Allah ışıklarını yok eder de onları karanlık içinde, hiçbir şeyi görmez bir hâlde bırakıverir.” (el-Bakara, 17)

Yani bilgiyi görüyorlar, biliyorlar ama uygulamıyorlar. Kullanılmayan eşya nasıl zamanla paslanırsa, aklımızı da kullanmazsak zamanla körelir, nefis ve şeytanın emrine girer. Zaman gelecek ileride kafadan, ezbere hesap yapmak yerine, sınıflara hesap makineleri girecek.

Ben bu arada söze girdim;

–Hocam, kocaman Facıt hesap makinesini sınıfa mı götüreceğiz yani?

Erol Hocamız güldü ve;

“–Yok… yok…” dedi. “Merak etme, hesap makineleri o kadar küçülecek ki saatinde bile hesap makinesi olacak. Firavun’un en büyük kötülüğü, halkını bilgiden hep uzak tuttu. Tuttuğu gibi kullandırmadı da. Hep hazır verdi. Hâlbuki Kārun da, Firavun da çok bilgiliydi. Ama bilgilerini kendi egoları için kullandılar…”

Evet, bu konuşmalar 1979 yılında geçmişti. Yıl şimdi 2021, sizce Erol Hocamız haklı çıktı mı? Nur içinde yatsın…

Kısaca:

Bilgiyi bilmek başka, onu kullanmak daha başkadır. En büyük meziyet, bilgiyi kullanmaktır. Bilgiyi satmak için değil, önce kendimiz için kullanmalı, hayatımıza uygulamalıyız.

“Geceyle gündüzün birbiri ardınca gelişinde, Allâh’ın gökten rızık (sebebi olarak yağmur) indirip, onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesinde, rüzgârları evirip çevirmesinde aklını kullanan bir toplum için deliller vardır.” (el-Câsiye, 5)

“Yine şöyle derler: Eğer kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, şu alevli ateştekilerden olmazdık.” (el-Mülk, 10)

“Andolsun, size öyle bir kitap indirdik ki sizin bütün şeref ve şânınız ondadır. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?” (el-Enbiyâ, 10)