ALTIN GÜNLER

Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com

Mal, meyil kelimesinden gelir. İnsanların meylettiği, değer verdiği, el üstünde tuttuğu kıymetler.

Hele yükte hafif pahada ağır olursa, daha bir kıymetli. Bu sebeple insanlık altın, gümüş gibi madenleri kıymet ölçüsü edindiler.

Altın ve gümüş birer maden. Yerin altından zahmetlerle çıkıyor ve her yerden de çıkmıyor. Çıksa zaten değeri düşer.

Bu kıymeti elde etmenin kolay yollarını arayanlar oldu tabiî ki. Bir iksir bulup bakırın, demirin üstüne dökecek. Gelsin bedava altın. Bu arayışın adına simyâ dendi. Bugün kimya diye bir ilim doğduysa, işte o kısa yoldan köşeyi dönmeye çalışan binlerce insanın beyhûde emekleriyle oldu. Bakırı altın yapamadılar ama birçok kimyevî formülü buldular.

Onlar bilmiyordu ki; bakırla altını ayıran şey, ta atomunda saklı. Bugünün bilimi atomun yapısını değiştirip bakırı altın yapabilecek bir gücün, sistemimizin koca yıldızı güneşte bile olmadığını söylüyor. Böyle bir fizikî güç ancak süpernovalarda mevcut olabiliyormuş.

Ama fânî dünyada âb-ı hayat arayan insanoğlu, değer kazanmak için hep kısa yol arıyor.

İnsanın kolayca kazanma arzusunun bir tatmin şekli kumar. Bir koyup kendisiyle aynı ham hayale kapılmış milyonların birlerini toplayıp kaldırmak isteği. Bahisler, ganyancılar, piyangocular… Borsacılar, manipülâsyoncular…

Simyâyı arayanların bir kısmı bakırı altına dönüştürmenin yolunu ararken, kendini dönüştürmenin yollarında bulmuş kendini. Hikmet ve riyâzat yolunda. Kendinde saklı sırların peşine düşmüş. Kimi gerçekten bir kerâmet şeklinde simyâya ulaşmış. Ama ne garip bir cilve ki altını pula saymayanlara nasip olmuş bu buluş.

Bir gün Muhammed Şâzelî -rahmetullâhi aleyh-’e bir adam geldi ve şöyle bir istekte bulundu.

“–Ey efendim! Ben çoluk çocuk sahibi yoksul biriyim, ne olur bana simyâ ilmini öğretin!”

Şazelî Hazretleri şu cevabı verdi:

“–Olur, ama bir şartım var… Yanımızda bir sene kalacak ve her abdest bozduğunda mutlaka abdest alıp, iki rekât namaz kılacaksın.”

Adam kabul ederek, istenilen şarta sabır göstermeye başlamıştı…

Günler birbirini kovalamış, koca bir yıl devrilmiş, sürenin bitmesine bir gün kalmıştı. Şâzelî’nin yanına giderek, verdiği sözü hatırlattı.

O da;

“–Yarın isteğini yerine getirelim.” buyurdu.

Ertesi gün;

“–Haydi kalk, abdest için kuyudan su doldur!” buyurdular… Adamcağız; kuyunun başına giderek, kovasını kuyuya saldı. Çektiğinde gördü ki, kova su yerine altınla dolu!

Şâzelî Hazretleri’ne bakarak gülümsedi:

“–Ey efendim! Şu anda bir tek kuruş bile isteğim kalmadı.”

Hazret;

“–O hâlde onu yerine dök ve memleketine git! Gerçekten sen her hâlinle simyâ oldun.”* buyurdu.*

Edebiyatta da güzel bir mazmun olmuş:

Sordum: Nedir simyâsı, bu ilmin iksirini?
Dediler: Silmelisin, kalbindeki kirini. (Fecrî)

Efendimiz’in dönüştürücülüğü en âlâ simyâ değil midir?

Onca câhilden çıkardın zirve bir insâniyet;
Böyle simyâ bilmez âlem, Sen hidâyet sihrisin! (Tâlî)

Bâkî bakın ne diyor:

Derd-i mahabbet eylese cismi aceb mi zerd,
İksîr-i aşk-ı pâk ile altun olur cesed.

“Sevda derdinden, beden sararırsa buna şaşılmaz. Zira aşk öyle temiz bir iksirdir ki, onunla ceset altına döner.”

Dönüştürmek, kıymetsizi kıymetliye dönüştürmek, en kıymetli sanat.

Yakın zamanlara kadar altın bizzat para idi. Sonra; «Altın kasada dursun, biz onun vesikası olarak kâğıt ve benzeri paralar tedâvül edelim.» dediler. Kāime / kayme, yerini tutan paralar. Sonra dünyada bir sahtekârlık döndü. Altının yerini bir kâğıt parçası aldı: Güçlü devletin parası güçlüdür mantığıyla dolar esas alınır oldu. «Güçlü» devlet, gün geldi, o gücü istismâra başladı. Şimdilerde; «Bu düzene bir büyük reset atılacak!» diyorlar. Bakalım netice ne olacak?

Devrimizde tıpkı geçmişin simyâcıları gibi, kendi değerini üretmeye çalışanlar çıktı: Kripto paralar. Bilgisayar teknolojisiyle, ekran kartlarıyla, şifreleme mantığıyla, değeri kendinden menkul bir değer. Kimilerine göre geleceğin parası, kimilerine göre patlayıp gidecek bir balon.

Kısa yoldan değer elde etmek isteyenler için bir tuzak da barındırdı bu iş. Son günlerde bir bir batan kripto para borsaları, yine kolayca zengin olmak isteyenlerden feryatlar yükseltti.

İnsanın kısa yoldan ve kat kat kazanma arzusuna Rabbi cevap veriyor aslında. İşte ebedî cennet, işte bol sıfırlı ecirler. İşte Kadir Gecesi… Fırsat günleri, altın günler… İşte karz-ı hasenlerin mükâfâtı… İşte bire yedi yüz kat ihsan vaatleri. Asgarîsi bile bire on ile başlıyor.

Yûnus Emre Hazretleri, gerçek kısa yoldan kazanca çağırıyor:

Bir hastaya vardın ise, bir içim su verdin ise,
Yarın anda karşı gele, Hak şarabın içmiş gibi.

Bir miskini gördün ise, bir eskice verdin ise,
Yarın anda sana gele, Hak libâsın biçmiş gibi.

Fakat gözümüz yine peşinde, yine fânîde… Bu sebeple tamahkâr oluyor, sahtekârların ağına düşüyoruz. Sadece malımızı dolandıranlar olsa neyse, asıl istikbâlimizi, ebedî yarınlarımızı dolandıran şeytanlara kaptırıyoruz yakayı.

Aslā rehin bırakma bu dünyânı şeytana;
Elmas yarınların kara sarrafta kalmasın! (Tâlî)

Son söz Mevlânâ Hazretleri’nin:

“Altın ne oluyor, can ne oluyor, inci-mercan da nedir, bir sevgiye harcanmadıktan, bir Güzel’e fedâ edilmedikten sonra?!. (Ne kıymetleri var?)”

__________________________

* https://www.yuzaki.com/2011/10/iki-rekat-namaz-kilacaksin/