HAK İLE DOSTLUK ve RAHMET MEVSİMİ

M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

İnsan gaflete düşünce;

Neleri neleri kenara atıyor. Meşguliyet bastırsa, ilâhî vazifelerini kenara atıyor. Başka şeylere dalıyor da bazen îmânı, bazen namazı ve Kur’ân’ı kenara atıyor.

Hâlbuki;

Her şeyi kenara atıp bunları hayatın merkezine almaktır, kul olabilmek.

Yani;

İnsanın başına bir dert gelse, hemen namazı ve sabrı merkeze almalı aslında.

Âyette ne buyuruluyor:

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اسْتَع۪ينُوا بِالصَّبْرِ وَالصَّلٰوةِۜ

“Ey îmân edenler!

•Sabır ve

•Namaz ile

•Allah’tan yardım isteyin!” (el-Bakara, 153)

Nedir bunun şümûlü?

Dara mı düştün, kendini namaza at! Yoruldun mu, dur namaza. Problemlerin ortasında boğulmaya mı başladın, sarıl hemen namaza, ferahlarsın.

Çünkü namazda Hakk’ın dostluğu var, rahmet var.

Dolayısıyla;

Bir meselede neredeyse canın mı çıktı; kendini şuraya buraya atma, ancak namaza at! Berbat mı oldun, kendini namaza at! Bir hataya mı düştün, kendini namaza at! Günahlarından kurtulmak mı istiyorsun, yine kendini namaz iklimine at! Sevaplarını ve ecirlerini artırmak mı istiyorsun, yine namaza at kendini.

Ama;

Namazı kenara atma!

Ömrünün sonuna kadar, bu düstur ile hareket et.

Bilhassa;

Şu âhirzamanda mevzu ve meselelerin zarûretine göre kendini mutlaka tevhid îmânının içine at! İslâm’ın içine at! Takvânın içine at! Sakın seni yutmak isteyen bir sürü tuzak fikirlerin ve puslu mantıkların içine atma!

Gafil insan; maalesef kendini bu fânîde bir yığın câzibeye kaptırıyor, bir yığın yanlışın, zararın ve aldanışın içine atıyor kendisini.

Bazen;

Kör bir kuyuya atıyor kendini. Bir balçığa saplanıyor. Orada ömür boyu çırpınıp duruyor, dünyasını ve âhiretini berbat ediyor.

Fakat;

Şu cihandaki olumlu olumsuz ne varsa hakikat hakikat diyor ki:

Atma kendini sağa-sola!

Sen kendini Rabbinin huzûruna at! O’nun huzûrunda her şey var, her çare var, her şifâ var. Sen ancak O’nun huzûrunda kurtulursun, hem de ebedî.

Ne olursa olsun;

Hakk’ın dışındaki, bütün fikirleri kenara fırlat, çöpe at! At gitsin. Hiçbir şey kaybetmezsin.

Bütün benliğinle Allâh’ı dinle!

Birine akıl mı soracaksın? Allâh’ın kitâbına sor. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ’e sor. At kendini Peygamber-sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in huzûruna, O’na sor. O, sana gerçek çareler söylüyor.

Kısacası;

Her şeyi kenara at; ama îmânı, namazı, Kur’ân’ı asla! Yoksa kendini cehennemin kenarında bulursun, Allah muhafaza.

Kendini Allâh’ın ve Rasûlü’nün huzûruna atmayı, âhirete bırakma. Orada soracak Cenâb-ı Hak:

‒Kulum; ben senden ne istedim, sen bana ne getirdin?

‒Ne söyledim, ne yaptın?

‒Ne buyurdum, ne anladın?

‒Niyetin ne oldu, amellerin ne?

‒Sen mi biliyormuşsun, ben mi?

‒Senin dediklerin mi çıktı, benim dediklerim mi?

‒Ezelden yola nasıl revân oldun, ebediyete nasıl geldin?

‒Hayat rotan, cehennem miydi, cennet mi?

Bu sualler ve daha nice sualler karşısında mahşer gününde huzurlu cevaplar neye bağlı?

Şeytan ve aveneleri ile değil, sadece Hak ile dostluğa.

Mevsim mevsim rahmetle yoğrulmaya.

Cenâb-ı Hak buyuruyor:

اِنَّا وَجَدْنَاهُ صَابِرًاۜ نِعْمَ الْعَبْدُۜ اِنَّهُٓ اَوَّابٌ

“Gerçekten biz;

•Eyyûb’u,

‒Sabreden bir kimse olarak bulduk.

‒O, ne güzel bir kuldu!

‒O, Allâh’a çok yönelen bir kimse idi.” (Sâd, 44)

Kullarında Allâh’ın beğendiği özellikler:

•Gerçek bir sabır ehli olmak.

Bu, «sabr-ı cemîl / güzel bir sabır» mahiyetidir. Râzı olan, şikâyet etmeyen, hep şükreden bir şahsiyet özelliği kazandıran bir sabırdır bu.

•Ne güzel kul, pâyesi almak.

Bu, bütün kulluk vazifelerini en güzel şekilde yerine getirmenin ifadesidir. Yüce Allâh’ın takdir edeceği şekilde îmânı güzel, ihlâsı güzel, ibâdetleri güzel, muâmelâtı güzel, merhamet ve şefkati güzel, fazîletleri güzel, ahlâkı güzel, kısaca her hâli güzel demektir.

•Daima Allâh’a yönelmek.

Bu, istikameti şaşmamak ve her şeyi Allâh’ın emir ve yasaklarına göre yaşamaktır. Özellikle de bütün engellere, zorlu imtihanlara ve çetin belâlara rağmendir bu. Hiçbir şey yokken Allâh’a yönelmek kolaydır. Ancak varlığın sürüklediği gafletlere rağmen ya da darlığın her türlü kıskaçlarına rağmen ya da dayanılması güç problemlere rağmen Allâh’a yönelmek, bambaşka bir dirâyettir. Bu dirâyetle bir kişinin her işinde yönü Allah olunca, yaptıklarının hepsi de hem mükemmel hem de makbul olur.

İşte Hazret-i Eyyûb’un Hakk’a dostluğunun ilâhî sırrı budur.

Cenâb-ı Hak, diğer peygamberleri de örnek veriyor:

وَاذْكُرْ عِبَادَنَٓا اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ اُو۬لِي الْاَيْد۪ي وَالْاَبْصَارِ

“Kuvvetli ve basîretli kullarımız olan;

•İbrahim’i,

•İshak’ı ve

•Yâkûb’u da hatırla / düşün / tefekkür et!” (Sâd, 45)

اِنَّٓا اَخْلَصْنَاهُمْ بِخَالِصَةٍ ذِكْرَى الدَّارِۚ

“Hiç şüphesiz ki;

‒Biz onları,

‒Âhiret yurdunu özellikle düşünen (ve bu düşünceyle arınan)

‒İhlâslı kimseler kıldık.” (Sâd, 46)

Her şeyde âhireti düşünen ihlâs sahipleri.

Bu dünyada ne yapsalar, âhireti düşünerek yapan kimseler. Âhirete faydalı her işe koşan, değilse geri duran kimseler. Gaflet erbâbı, içtimâî mes’ûliyetler karşısında;

‒Hep ben mi âhireti düşüneceğim, biraz da başkaları düşünsün!

derken, o ârif şahsiyetler;

‒Âhiret hesabı büyüktür. Bu vazifeyi ben yapmayacağım da kim yapacak?

derler.

Çünkü onlar;

Âhireti ihlâsla / hissederek / gerçek mahiyetiyle düşünürler / hiç unutmazlar / daima mahşer gününü görürcesine yaşarlar.

Cenâb-ı Hakk’ın mühimsediği ve takdir ettiği bu husûsiyete sahip olanların sıfatları:

‒Seçkin,

‒Hayırlı kimseler… (Sâd, 47)

Cenâb-ı Hak, bu hususiyet etrafında yine hatırlatıyor:

وَاذْكُرْ اِسْمٰع۪يلَ وَالْيَسَعَ وَذَا الْكِفْلِۜ وَكُلٌّ مِنَ الْاَخْيَارِۜ

“Ve;

•İsmail,

•Elyesa’,

•Zülkifl’i de hatırla / düşün / tefekkür et!

‒Onların her biri, hayırlı kimselerdi.” (Sâd, 48)

Ömürleri hep hayırdan ibaretti. Şer, hiç yoktu onlarda. Her işleri hayırdan müteşekkildi. Ne yaparsa yapsınlar hep hayırlı olanı yaptılar.

Bu örnek ve beyanların ardından Cenâb-ı Hak buyuruyor ki:

هٰذَا ذِكْرٌۜ وَاِنَّ لِلْمُتَّق۪ينَ لَحُسْنَ مَاٰبٍۙ

“İşte bu,

•Bir hatırlatmadır.

Hiç şüphesiz ki;

‒Allâh’a karşı gelmekten sakınanlara / takvâ sahiplerine

‒Güzel bir gelecek vardır.” (Sâd, 49)

Bu hatırlatmanın özü;

Kul, Hakk’a dostluk yolunda îmânını en hayırlı şekilde gerçekleştirecek. Takvâ üzere olacak. İbâdetleri hayırlı ve makbul olacak. Attığı bütün adımlar, müstakîm ve hayırlı olacak. Konuşması ve sükûtu, hayırlı olacak.

Yaşayışı;

Rastgele değil, iğneden ipliğe hassâsiyet içerisinde olacak.

Cenâb-ı Hakk’ın;

Bazı peygamberlerde birtakım hususiyetleri öne çıkarırken bazı peygamberlerde de başka birtakım hususiyetleri öne çıkarması, her meselede insanlara farklı misaller ile mazeretleri ortadan kaldırmak içindir. Böylece âdeta beyan edilmiş oluyor ki:

“‒Ey insan, senin vaziyetine göre, eğer zorluk, yokluk veya musîbet verilmişse, Hazret-i Eyyûb gibi evvâb ol; her şeye rağmen Hakk’a yönelen bir kul ol!

Dünyada sayısız gayretler, yoğunluklar, mücadeleler verilmişse, sen her bir hususta âhireti ihlâsla düşünen ol; tıpkı İbrahim gibi, İshak gibi, Yâkub gibi.

Dikkat et;

Şu fânî hayatta bir sürü şer var bir sürü tuzak var. Hiçbirisine aldanma; sen daima hayırlı kul ol, en hayırlı ol. Sadece belli şartlarda değil, bilâkis her şartta ve ahvâlde hayırlı olmak mümkün. Zamanlar değişse de, imkânlar değişse de, neler neler değişse de; değişmeyen bir gerçek olarak her hâlükârda daima âhireti ihlâsla düşünmek, tefekkür edip ona göre yaşamak mümkün. Tüm engellere rağmen daima Allâh’a yönelmek mümkün.

İşte nice örnekleri!”

Nitekim;

Âhirzamanın zulümler, isyanlar, günahlar, katliâmlar, vicdansızlıklar, merhametsizlikler ile dolu hengâmında da insanlığın, nasıl bir diriliş, nasıl bir rahmet ile buluşmasının formülünü de şu âyet-i kerîme ne güzel vermektedir:

“Rüzgârları gönderip de bulutu harekete geçiren Allah’tır. Biz onu ölü bir bölgeye göndeririz de ölümünden sonra toprağa onunla hayat veririz. Ölülerin yeniden dirilmesi de böyle olacaktır.” (Fâtır, 6)

Rüzgârları Allah Teâlâ gönderiyor, bulut Allâh’ın. Bununla onu harekete geçiriyor, ölü bölgeleri böylece rahmetle buluşturuyor, hayat kazandırıyor.

Kezâ;

Ölü olan gönülleri de Cenâb-ı Hak Kur’ân ile yeşertiyor. O Kur’ân-ı Kerim bulut, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de onun hayat rüzgârı. Âdeta Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ’in rüzgârıyla o Kur’ân’ın yaşanması, beşeriyetin şifâ bulması, rahmetle buluşması oluyor ve insanın iç âlemindeki ölü bölgeler, ölü gönüller, ölü topraklar böylece hayat buluyor.

Yani elimizdeki Kur’ân bulutu, Hazret-i Peygamber’in yaşayış rüzgârıyla harekete geçecek ve hayat hâline gelecek ki, ölü vaziyetteki yürekler yeşersin ve bereketlensin.

Hiç şüphesiz;

Tüm çorak gönülleri, kurak sadırları, çatlamış çöl gibileri ve her neslin tomurcuklarını ihyâ edecek olan yegâne hakikat, ancak Hazret-i Kur’ân ve Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’dir.

Nice ağır sancılar içinde kıvranan beşeriyetin kurtuluşu, Hakk’a dostluğu ve rahmet ikliminden sonsuz müstefîd olması buna bağlıdır.

Hepimiz inşâallah;

Evimizde, ailemizde, çoluk-çocuğumuzda, çevremizde, sokak ve mahallelerimizde Kur’ân bulutunu Hazret-i Peygamber’in yaşayış rüzgârı ile estirmeye muvaffak oluruz da istifademiz ebedî olur. Yetişen nesiller hakkında da şikâyet değil, dillerimiz de gönüllerimiz de şükürle dolar. Böylece Rabbimizle aramızı düzeltmiş oluruz.

Yâ Rab,
Nasîb et!
Âmîn…