BÜYÜK FELÂKET

Ömer Sâmi HIDIR samihidir@gmail.com

Tabiatta bazı maddeler radyoaktif özellik taşırlar. Bu özellik; belirli bir seviyenin üzerine çıkarsa, insan sağlığı için tehlikeli bir hâl alır. Bu maddeyi ilk keşfeden insanlar, bu tesiri bilemedikleri için, yüksek radyasyondan vefat etmişlerdir. Bu sebeple gözümüzle görmesek de kendimizi bundan muhafaza etmemiz gerekir. Eğer bir kaza neticesinde tabiata saçılmış bir radyasyon olmuşsa; yıllar geçse bile, yine o, orada tespit edilebilir. Bu sebeple bu bölgelere giriş yapmak yasaklanmaktadır.

Tıpkı radyasyon gibi bir beldeye gönderilen ilâhî gazap da orada kıyâmete kadar menfî bir tesir yayar. Bunun örneklerinden biri;

POMPEİ’YE GÖNDERİLEN GAZAB-I İLÂHÎ

1748 yılında İtalya’nın Napoli kenti yakınlarında yapılan bir kazıda, çok dehşetli bir hâdise gün yüzüne çıktı. Kazdıkları yerin altında, bozulmadan kalmış bir şehir ve birçok eşya duruyordu. İsa -aleyhisselâm-’dan 80 sene sonra bu şehir ânîden haritadan silinmişti. Çalışmalar devam ettikçe, birtakım boşluklar fark edildi. Bu boşluklara alçı doldurulup donması beklendikten sonra, etrafını yavaş yavaş açtılar…

1863 yılında Giuseppe Fiorelli tarafından başlatılan bu çalışmaların neticesinde; o tarihte ansızın ölüp, bulunduğu hâl üzere kalan onlarca insan bedenine ulaşıldı. Çevredeki coğrâfî yapıya ve tarihî kaynaklara göz atınca, sır perdesi biraz daha aralandı.

Burası tarihe adını sapıklık ve edepsizlikle yazdırmış, Roma döneminde ticaretin merkezi ve zengin bir şehir olan Pompei idi. Zenginlik onları şımartmıştı. Aynı Lût kavmi gibi cinsî sapıklığa yönelmişler ve bundan dolayı azap kamçısı ânîden gelip onları yakalamıştı.

1900 sene önce ânî bir volkanik patlama ile şehre bir anda gökten kızgın taşlar yağmaya başladı. Kül yağmuru, sünger taşı parçaları ve 300 derecedeki kükürt buharı bir anda şehri kapladı. Ardından da kızgın lâvlar taşıp şehre kadar ulaştı. Üç gün boyunca yağan kızgın küller ile şehir 25 metreyi bulan bir kül denizinin altında kaldı. Vezüv Yanardağı öyle bir patlamıştı ki, küller rüzgâr yolu ile Mısır ve Anadolu’ya bile ulaştı.

Her yıl 3 milyona yakın kişi Pompei’ye turlar düzenlemekte. 15 yıl önce Kanadalı bir turist de bu turlardan birine katılır. Oradan iki mozaik çini ve seramik bir testinin parçalarını hâtıra olarak çantasına atar. Bu yasak bir davranıştır. Fakat sıkıntı daha büyüktür. Aradan geçen 15 senede başına gelenler ona ne büyük bir hata yaptığını öğretir. Hırsızlık yaptığı için pişman olur, fakat onu perişan eden bu eşyaların üzerindeki negatif enerjidir.

Bu süre zarfında iki kez kanser olmuş ve ağır tedaviler görmüştür. Maddî sıkıntılar çekmiştir. Nihayetinde eşyaları bir mektup da yazarak yetkililere gönderir. Mektubunda yetkililerden özür diler. Hattâ ibret almaksızın sergi alanlarını gezdiğine bile pişman olarak şunları yazar:

“Vezüv’ün patlaması ile korkunç bir şekilde ölen bu insanların yaşadıkları acıyı ve ıstırabı düşünmeden, buradaki parçaları normal bir eşya gibi alıp evime götürdüm. Bu eşyalar lânetli. Şimdi çok üzgünüm, lütfen böyle korkunç bir şey yaptığım için beni affedin.”1

Bölge idaresi, yıllarca çalınan tarihî eşyalarla uğraşır. Ziyaretçi çok olunca, bulduğu eşyayı aşıran kişiler de olmaktadır. Fakat aslı anlaşılıp geri gönderilen o kadar çok eşya ve mektup olur ki, idare bunları; «Pompei’den götürdüklerim» adında bir müze kurup sergilemeyi düşünür. Her biri «eşsiz bir tarihî eser»e sahip olduğunu düşünen onlarca insan, içine düştüğü sıkıntıların kaynağını fark edip bu işten pişman olmuştur.

Gönderilen mektuplarda insanlar, benzer ifadelerle şunları yazdılar:

“Dersimizi aldık ve bu uğursuzluğu artık çevremize ve çocuklarımıza aktarmak istemiyoruz”

“İtalya’dan götürdüğüm bu kiremit parçalarının bana uğursuzluk getirdiğine eminim.”2

Müze yetkilisi Osanna; mozaik parçaları, deniz kabukları, paralar, volkanik taşlar gibi parçaları çalan, ancak daha sonra pişman olan turistlerden yüzlerce mektup aldıklarını belirtiyor.

İslâm ordusu Semûd kavminin helâk olduğu Hicr mevkiinden geçerken. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ashâb-ı kirâma;

“Burası kaçılacak bir vâdidir!” buyurdular.

Ardından;

“Kendilerine zulmedenlerin yurduna ağlayarak girin. Yoksa onların başına gelenler sizin de başınıza gelebilir.” buyurdular. Sonra başlarını örterek o bölgeyi hızlı geçtiler. Oradan alınan suları döktürdüler. İsraf hususunda çok hassas olmalarına rağmen, bu su ile yapılmış olan hamurları da attırdılar.3

Çok acı tecrübeler ile hikmeti anlaşılan bu hususu; rahmet Peygamberi olan Efendimiz, bundan 1400 sene önce ifade buyurup ümmetini, bu husustan da muhafaza etmiştir.

_________________________

1 The Guardian, 11 Ekim 2020.

2 www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-39991199

3 Hazret-i Muhammed Mustafâ, c. 2, s. 488.