Bugünkü Hâle Dâir DEĞERLENDİRMELER

Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com

Her hâdiseyi müslümanca değerlendirmemiz îcap eder. Uzun zamandır söyleniyordu; «Dünya global bir köye dönüştü.» diye. İşte bu zamanlar tam da o fikrin tezâhür zamanlarıdır. Dünyada yayılan iyilik ve kötülük, güzellik ve çirkinlik, zulüm ve terör, hastalık ve salgın ister istemez birbirleriyle yakın ilişki içinde bulunan dünya insanlarını etkiliyor. Bundan kaçınmak mümkün değil. Zira senelerdir; ticaretinden turizmine, eğitiminden sağlığına kadar birçok hususlarda ülkeler birlikte pek çok projeler yürütüyorlar ve üretiyorlar. Tamam, iyi, güzel, bunlardan kaçınmak mümkün değil… Ancak biz de ne zamandır söyleriz:

“Ülke dışından ne alınacaksa kont­rollü olarak alınmalı, bu alınanlar bize ve bizim ölçülerimize uyar mı? Nereden ne alınıyorsa Çin’den mi, Rusya’dan mı, ABD’den mi, batıdan mı… acaba bizim kıstaslarımıza uygun mu? Onların gıdâ maddeleri, onların içtikleri bizim kültürümüzle bağdaşır mı?”

Hattâ öyle oldu ki, yıllardır batının batasıca ahlâkî ölçüsüzlüklerini; modernlik, çağdaşlık diye aldık, benimsedik neticede ahlâklar ifsâd oldu, fazîletli değerlerimizden eser kalmadı… Bu neden oldu? Batılılar bize «güzel örnek» diye gösterildi. Bu doğrusu kocaman bir aldanmışlık idi! Batı bu yönüyle sorgulanmadı.

Sonra son zamanlarda ucuz diye Çin malları her ülkede müthiş prim yaptı. Herkes pek çok ihtiyacını Çin’den karşılar oldu. Hâlbuki Çin; yediği en pis hayvanlardan dolayı acımasızlıkta, işkence etmede korkunç rezillikler yapan bir ülke. Baksanıza Uygur Türk’ü kardeşlerimize yaptıkları zulme! Milyonlarca müslüman Uygur Türk’ü; zâlim, hâin, alçak, acımasızlıkta engel tanımayan Çinlilerin baskısı ve işkencesi altında inim inim inliyorlar da dünyanın sesi çıkmıyor. Evet; ABD zâlim, ülkeleri karıştırıyor, perişan ediyor; batı bilhassa müslüman ülkeleri sömürüyor, canını yakıyor, zâlimleri destekliyor; Rusya kendi menfaatine göre her yanlışı, her kıyımı câiz görüyor. Peki ya Çin! Onu bu çirkinliklerden muaf tutabilir miyiz? O da diğerlerinden bin beter. Evet, dünya ekonomisine hâkim oldu, ABD’yi dahî geçti. Zaten bizzat kendisiyle diğer en büyük zâlim uğraşıyor. Yok bunların birbirinden bir farkı!

Müslüman uyanık olacak; geleceği, ufku görebilecek ferâset birikimine sahip olacak, karşılaştığı hâdiseleri mânevî birikimleriyle değerlendirecek, ye’se düşmeyecek, karamsar olmayacak. Ancak nerede? Aziz ve asil insanımızda ne ferâset ne basîret ne mânevî birikim bırakmadılar ne yazık ki! Senelerdir bir o yanımızdan, bir bu yanımızdan kırpıla kırpıla güdükleşen şahsiyetlerimiz, yabancıların yanlışlarına ve ne idüğü belirsiz kaidelerine teslim oldu. Hem de öyle bir teslim oluş ki, onlardan ne gelirse hiç analiz etmeden; «Tamam! Doğrudur!» denerek benimsendi. Tabiî bu kayıtsız, şartsız teslîmiyet; bizim kendi doğrularımızı kaybetmemize, kültürümüze, değerlerimize sırt çevirmeye, dînimizi ve kaidelerini önemsememeye kadar işi vardırdı. Geldiğimiz nokta insanımızın kayıp yıllarıdır. Yine de bugün dünyada olan bitene, doğru destek olma açısından parmakla gösteriliyorsak o da değerlerimizin mükemmelliğindendir. O zaman kaybedilen her değere yanmalı, yanıp yakılmalı; ABD, Rusya, batılılar sorgulanmalı; her şeyi Çin’den getirmek sorgulanmalı… Ahlâkı batıdan getirmek sorgulanmalı. Hayat tarzını Amerika’dan getirmek de sorgulanmalı.

“Sorgulanmayan hayat yaşanmaya değmez.” diyor Sokrates. Öyle değil mi?

Şu salgın günlerinde anladık ki, dünyadaki global anlayışlar artık sınırların ehemmiyetinin kalmadığını gösteriyor. Bu virüs ilk defa Çin’de ortaya çıktı, oradan tüm dünyaya yayıldı, onca tedbir alınmasına rağmen kimse sakınamadı. Bu sıkıntılı süreçte herkes mücadelesini kendi ülkesi çapında verdi, dünyadaki pek çok ülkeye ülkemizden başkası destek vermedi. Milletlerarası ihracatlar durdu, birbirlerine bağımlı yaşayan ülkeler, ekonomik yönden müthiş çöküşler yaşadılar. Dünyanın jandarmalığına soyunanlar, kendi ülkelerinde âsâyişi sağlayamadılar, ahlâkî zafiyetlerle ülkeler birbirlerinden malzeme kaçırdılar. Bunlar müthiş ahlâkî savruluşlardır. Bütün bu olanlar batının değersiz değerlerinin iflâsıdır.

Dünyadaki bilim insanları, mini minnacık bir virüsün insanları nasıl ölümcül bir âkıbete sürüklediğini görüyor ve çözümü için çareler üretmeye çalışıyor. Ama hâlâ daha kayda değer bir devâ bulunamadı.

Bütün dünya bu salgın hastalık sebebiyle âdeta bir dönüm noktasına geldi. Dünyanın devlerinde bile ekonomi, sosyal hayat, ticârî ve iktisâdî ilişkiler felç oldu, bu zâlimler sıkıntı ve problemlerden kıvranıyorlar. Evet; bu kadar azanlar, zulümde sınır tanımayanlar, İslâm coğrafyalarını kan ve ateş çemberine alarak müslümanların bulundukları mekânları yaşanamaz hâle getiren bu koskoca devler, gözle dahî görülemeyen küçücük bir virüsle başa çıkamıyorlar. Yaa evet, sizin bir hesabınız varsa, bir de Allah -azze ve celle-’nin bir hesabı var.

«Camilerin ve hocaların yokluğu bize bir şey kaybettirmedi. Bak, hayat devam ediyor.», «Bin hoca, bir doktor etmez.» diyenler, okunan ezanlardan rahatsız olanlar, ezanların ardından okunan salâlara lâf atanlar, duâları hazmedemeyenler, sapkın fikirlerini açıkça söylemekte bir beis görmeyenler; batıda hızla yayılan «İslâmafobi»nin yerini İslâm’a hoşgörünün aldığını, İslâm’ı, Kur’ân’ı, O’nun has peygamberini ve sözlerini, camileri daha bir ciddiyetle anlamaya çalıştıklarını görmüyorlar. Dünyada İslâm’ın kâmil Peygamberi’nin mübârek hadîs-i şeriflerinin billboardlara afiş olarak asıldığını, Kâinâtın Önderi’nin sözlerinin önemsendiğini, bazı meclislerde Kur’ân-ı Kerîm’in tercümelerinin okunmasını hattâ senelerdir müslümanlara, müslüman olduklarından dolayı akla hayale sığmaz işkenceler eden Çinlilerin dahî Müslümanlığa düşman oldukları hâlde can havliyle camilerde namaz kılan cemaatin arkasında namaza durduklarını, Hakk’a secde etmeye başladıklarını görmüyorlar… Onlar Kur’ân-ı Azîmüşşân’da bahsedilen;

“And olsun ki, cehennem için de birçok cin ve insan yarattık; onların kalpleri vardır ama anlamazlar; gözleri vardır ama görmezler; kulakları vardır ama işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibi hattâ daha sapıktırlar. İşte bunlar gafillerdir.” (el-A‘râf, 179) tarifine ne kadar da uyuyorlar…

Günümüz insanları, bilim ve teknolojiyle öyle şımarmış vaziyetteler ki âdeta bu alanı mukaddes sayar hâldeydiler. İşte gelinen sonuç ortada, küçücük bir virüsü yok etmeye güçleri yetmiyor.

İnsanların bu şekildeki ölümüne bir çare bulamıyorlar. Aslında bu virüs; insanoğlunun şimdiye kadar yaptığı vahşîliklere, acımasızlıklara, zulümlere bir tokattır.

Bilinsin ki; Cenâb-ı Hak kimsenin ettiğini kimsenin yanına bırakmaz. Allah Teâlâ; azgınların, bozguncuların hesabını görücüdür. Şimdiye kadar kim zulümle huzura erişmiş ki? Geçmiş tarih, böyle bozguncu kavimlerin âkıbetleriyle doludur. Bugünküler de, geçmişten hisseler çıkarmalı. Bu devran böyle devam etmez. Akdeniz’de ölüp giden, yiten nice minik, mâsum canların ahları yerde kalmaz. Şüphesiz bu yazdıklarımız; «Oh olsun!» değil; «Uyan ey zâlim! Ayağını denk al, senin bir hesabın varsa bir de o mazlum ve mağdurların sahibinin bir hesabı var.» demektir.