VATAN SEVGİSİ ÎMANDANDIR

B. Cahit ÖZDEMİR bcahit@hotmail.com

Bütün canlılar kendileri için elverişli bir hayat sahası olarak; buldukları, benimsedikleri bir yerde yaşamayı tercih ederler. Bu cümleden olarak; bitkilerin bile, kendileri için en uygun şartları taşıyan ana vatanları vardır. Ancak başka yerler; buradaki şartlara benzediği nisbette, oralara intibak edebilirler. Bitkilerin bir üstündeki hayvanlar âleminde ise, mahalle bağlılık daha kuvvetlidir. Yuvalandıkları, kendileri için en uygun şartları taşıyan bölgeleri; çok uzak mesafelerde bile, hattâ bazı kuşlar ve balıklarda olduğu gibi, kıtalar arası yolculuklarla, hiç şaşırmadan bulurlar.

Tabiî ki, insan için; hem hisle, hem de şuurla mânâ kazanan bir «vatan» mefhûmu bahis mevzuudur. Bu cümleden olarak, vatan denilince; ferdin doğduğu, yerleştiği, barındığı, yaşadığı, ecdâdından mîras kalan ve mensubu olduğu milletle beraber paylaştığı yer akla gelir. Bu mefhûmun mukaddeslik izâfe edilen mânâsından ötürü; daha elverişli hayat şartları taşıyan başka topraklara, kendi vatanı gibi aşkla, derin bir hissiyatla bağlanılamaz. Bunu aksettirmek bâbında, Anadolu irfânı;

“Bülbülü altın kafese koymuşlar; «Ah vatanım!» diye inlemiş.” der. Ancak zamanımızda olduğu gibi, sömürgeci ülkelere bağlı ceberûtların idaresindeki ülkelerden; vatandaşlık haklarının ihlâli, ağır savaş ve ekonomik şartlar gibi sebeplerle, can ve mal emniyetinin bulunduğu ülkelere ilticâ etmek vâkıası vardır.

Prof. Dr. Remzi Oğuz ARIK; «Coğrafyadan Vatana» adlı eserinde, toprağın vatanlaşmasıyla alâkalı olarak şöyle yazar:

Vatan alelâde bir toprak parçası değildir. Hakikî kimliğini; üstünde yaşayan insanlardan, onların eserlerinden alır. Hürriyetsiz vatan, insana zindan olur. Vatan, insanların bu topraklar üzerinde verdiği mücadelenin hikâyesi olan tarihten ayrı da düşünülemez. Müşterek tarih, toplumları millet yapar. Yaşanılan acı-tatlı hâtıralar, bir potadan eriyip dökülerek, coğrafyayı vatan yapar. Toprak, çiğnene çiğnene vatan olur…”

Vatan, bir milletin mukaddesleri arasındadır; çünkü, ancak bir vatan üzerinde millet olunabilir.

Tarihî kayıtlarda, vatanın kutsiyetine dair, Mete Han’la alâkalı bir örnek yer alır. M.Ö. 3. asırda, düşman bir devlet, Hun hükümdarı Mete Han’ı savaşa zorlamak için, çok sevdiği atını ister. İstişare heyetinin kabul taraftarı olmamasına rağmen; bir savaşı uygun bulmayan hükümdar, bu isteği kabul eder. Daha sonra, Mete Han’ın hizmetinde olan bir kadın istenir. Heyetin ret tavsiyesinin tersine, bu istek de karşılanır. Son olarak, ara bölgedeki bir toprak parçası istenir. Heyet bu sefer; istenilen verimsiz bölgenin verilmesinde bir beis olmadığını bildirir. Ancak, Mete Han;

«Savaşa girmemek için, şahsına ait olan şeylerin verilmesinin kabul edilebileceğini, fakat, millete ait olan bir şeyin asla başkasına verilemeyeceğini» belirterek, düşmanın isteğini reddeder ve girdiği savaştan zaferle çıkar.

Yüce dînimizde de mensup olunan topluluğa ve yerleşilip yaşanılan mekâna; mes’ûliyet, bağlılık ve muhabbet hisleri teşvik edilir. Örf ve vatan mefhumları, fıkhî meselelerde esas alınacak bir ölçü olarak yer alır. «Sıla-i rahim»i devam ettirmek emredilir; kesmek, şiddetle yasaklanır. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de, bu hususla alâkalı olarak şöyle buyurulur:

“Onlar ki, Allâh’ın riâyet edilmesini emrettiği şeye riâyet ederler (sıla-i rahimde bulunurlar), Rablerinden korkarlar ve (bilhassa) hesabın kötü olmasından endişe ederler.” (er- Ra‘d, 21)

Kezâ, Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de;

“Akrabalık bağlarını kesip koparan cennete giremez.” (Buhârî, Edeb, 11) buyurur.

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz; hicret için Mekke’den ayrılırken, mübârek gönlündeki ayrılık hüznünü;

“Allâh’ın yarattığı şeyler içinde, en çok sevdiğim yer sensin. Eğer buranın halkı beni (zorla) çıkarmasaydı, ben kendiliğimden çıkmazdım.” diye ifade buyurarak, burayı İslâm’a açmak niyet ve azmiyle yola çıkar. Mukadder vakit gelip, fetih müyesser olunca da; devesinin üzerinde secde vaziyetinde tevâzu ve «esas hayatın âhiret olduğu» niyazıyla şehre girer. Âlemlere Rahmet Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-Efendimiz, şahsiyetine ihsan buyurulan; «Rahîm ve Raûf» isimlerinin tecellîsiyle, bir zamanlar kendilerine her türlü ağır muameleyi revâ gören Mekke halkına, umumî af ilân buyurur.

Din, bağımsız bir vatanla kāimdir; ancak böyle olduğu takdirde hakkıyla yaşanabilir. Nitekim;

“Vatan sevgisi îmandandır.” sözü, meşhurdur. Bu cümleden olarak vatan, müslümanların mukaddeslerindendir. «Cihad» mefhûmu; yüce «İ‘lâ-yı Kelimetullah» dâvâsı çerçevesinde bu hususun temini ve rahmet cemiyetinin inşâsı için, müslümanlara terettüb eden bir vazifedir. İslâm medeniyetinin, çağları «asr-ı saâdet» meltemleriyle huzura kavuşturmasının sırrı, bu vâkıadadır. Şanlı medeniyetimizin son halkası olan Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi; bu gazâ rûhunu, oğlu Orhan Gazi’ye şöyle açıklar:

“Oğul! Bil ki; bizim yolumuz Allah yoludur ve maksadımız da O’nun dînini yaymak (hidâyetlere vesile olmak)tır. Bizim dâvâmız, kuru bir kavga ve cihangirlik dâvâsı değil, «i‘lâ-yı kelimetullah»tır (Allâh’ın dînini yüceltmektir).”

Şanlı medeniyetimizde, tesis edilen savaş hukukuna âzamî riâyetle, fethedilen topraklar vatanlaşır; yerli halkla beraber teşkil edilen bir idarî yapı ile îmar edilir. Üzerinde yaşayan insanlar; inançları her ne olursa olsun, eşit haklarda vatandaş hüviyeti kazanırlar. Şayet gün gelip, geri çekilmek mukadder olmuşsa; bu ayrılış, toprak karış karış müdafaa edilerek, bedeli canla ödenerek gerçekleşir. Son altın devrimiz olan Osmanlı’nın hüküm-fermâ olduğu coğrafyanın kaybedilen her karışı, kahramanlık destanları yazılarak, gazâ ordusunun kanı ve teri ile sulanmıştır. Anadolu’muzda, hâlâ bu hicranla yakılmış, yanık ağıtlar söylenir.

Diğer milletlerin askerî harekâtlarında ise, hiçbir insânî ve ahlâkî kaideye bağlı kalmadan, sömürme maksatlı işgaller bahis mevzuudur. Yerli halk; şiddetle din değiştirmeye zorlanıp, sömürgeleştirme için engel görülen kimseler, en katı şekilde susturulup, bertaraf edilme tehdidiyle karşı karşıya kalmışlardır. Eğer işgal edilen yeri terk etmek mecburiyeti hâsıl olmuşsa; bu, idareyi kendilerine sâdık iş birlikçilere bırakıp, o beldede her an patlatılmaya müsait çıban başları ayarlanarak gerçekleşmiştir. İşgal ettiği bölgeleri, iliklerine kadar sömürüp zenginleşen batının ulaştığı refahın temelinde, mazlum ülkelerin kan ve gözyaşları vardır.

Bayrak; bir milletin hürriyet ve istiklâlinin timsâlidir; bayrağını dalgalandıramayan millet, bu hususiyetlerini kaybetmiş demektir. Bu bağlılığın bir örneği de; millî mücadele yıllarında, Maraş’ta yaşanır. 1919 yılının bir Kasım ayı sabahında, işgal altındaki Maraş’ta, kaledeki Türk bayrağının yerine Fransız bayrağı asılmıştır. Cuma namazı için camiye gelenlere, İmam Rıdvan Hoca, şu sözleri söyler:

“–Aziz cemaat! Düşman bayrağı dalgalanan bir yerde, millet hürriyetini kaybetmiş demektir! Hürriyet olmayan yerde, Cuma namazı kılınmaz!..” Bunun üzerine; “Bayraksız namaz kılınmaz!” diyerek galeyâna gelen halk, kaleye çıkıp Türk bayrağını, tekrar göndere çeker. Neticede; kazma, kürek, balta… ne bulduysa kapan Maraşlılar, düşmanları def ederek, şehirlerini kurtarırlar.

Çanakkale ve millî mücadele destanları, vatan sevgisinin bir tezâhürü olarak, onu koruma ve kurtarma uğruna; bütün imkânsızlıklara rağmen varını yoğunu ortaya koyup şahlanmanın, kendini fedâ etmenin son zirve örneklerindendir. Alman kumandan Liman von Sanders, Çanakkale’de; «niçin savaştıklarını» sorduğu askerlerden;

“–Allah rızâsı için.” cevabını alınca şu kanaatini kaydeder:

“–Evlâtları Allah rızâsı için savaşan bir millet, ebediyen var olur.”

Ecdâdının dâvâsına ve mîrâsına sahip çıkan ve sömürgecilerin eski Osmanlı vatanı üzerindeki kirli emellerini bütün gücüyle engelleme gayretinde olan Türkiyemiz, bugün haçlı zihniyetinin hedefindedir. Yeni bir Osmanlı kâbusu ile uykuları kaçan bu zâlimler topluluğu, ülkemizi mahvetmek için her türlü fırsatı değerlendirme ve kirli tezgâhı kurma gayretindedir. Nitekim, 15 Temmuz 2016’da da içimizden fitne-fesat ehli bir güruhla, hem de kamuoyunda «artık darbeler devrinin kapandığı» kanaatinin hâkim olduğu bir zamanda, böyle bir teşebbüste bulunmuşlardır. Ancak Allah Teâlâ’nın takdiri ile elleri ayaklarına dolaşmış; bu kanlı teşebbüs, yediden yetmişe Çanakkale ve millî mücadele rûhu ile şahlanan aziz milletimizin îman dolu göğüslerini; tanklara, toplara karşı siper etmeleriyle bozguna uğratılmıştır.

“Vatan sevgisi îmândandır.”

Alman kumandanın da kaydettiği gibi; Allah rızâsı için ecdâdının ulvî dâvâsına sahip çıkan milletimiz, ecdâdının mîrâsı vatanında ebediyen var olacaktır.