SÂHİBÜ’l-VEFÂ’DAN DERSLER…

H. Kübra ERGİN hkubraergin@hotmail.com

16 Temmuz Hâce Musa TOPBAŞ -kuddîse sirruhû- Hazretleri’nin vefâtının sene-i devriyesi. Âhirete irtihal edişinin üzerinden yirmi bir yıl geçmiş.

Çocukluğumda babaannemlerde kaldığım olurdu. -Allah râzı olsun- evlerine televizyon almadıkları için, dedemle ikisi vaaz kasetleri dinlerlerdi. En çok dinledikleri vaizlerden biri de memleketlimiz, Tahir BÜYÜKKÖRÜKÇÜ Hocaefendiydi. Bir keresinde vaazında şöyle bir cümle geçmişti:

“Topbaşlar diye hayırsever bir aile vardır. Zekâtlarının girmediği köy yoktur…”

Aradan yıllar geçti; geçtiğimiz sene, babamın emekli bir imam-hatip ile sohbeti sırasında da şöyle bir bahis geçti:

“–O vakitler diyanet vazifelilerinin maaşları çok azdı. Öyle ki, üzerimize kıyafet almaya yetişmiyordu. Allah râzı olsun Musa TOPBAŞ’ın imam efendilere hediye ettiği kumaştan bir takım elbise diktirmiştik. Onu uzun zaman giymiştim.”

Musa Efendi’nin ya bizzat yaptığı yahut da yapılmasına öncülük ettiği hayırlar ve hizmetler saymakla bitmiyor. Hani meşhurdur, Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-; etrafındakilere;

“–Allâh’ın kabul edeceği tek bir dileğiniz olsa, ne isterdiniz?” diye bir soru sorar.

Oradakiler ekseriyetle; «bir oda dolusu altın, gümüş…» gibi maddî kaynaklarının olmasını ve onu Allah yolunda harcamayı arzu ettiklerini dile getirirler. O ise;

“–Ben de Ebû Ubeyde bin Cerrah, Muâz bin Cebel ve Huzeyfetü’l-Yemânî gibi bir oda dolusu adam isterim ki, onları, Allah yolunda görevlendireyim.” der.

Hâce Musa Efendi, her iki arzuyu birleştirmiş; insan yetiştirmek için Kur’ân kursları, imam hatip liseleri, öğrenci yurtları yaptırmak; yetim ve yoksul öğrencilere hem maddî hem de mânevî himaye ve yardımlarda bulunmak için her türlü imkânı sarf etmekten çekinmemiştir.

Bunun yanında başta kendi evlâtları olmak üzere, en yakınlarını da bir insan mîrâsı olarak yetiştirip ümmetin hizmetine vakfetmiştir.

Tıpkı Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in;

“İnsan öldükten sonra amel defterinin sevap hânesinin kapanmaması için yapılacak hayırlar…” (Bkz. Müslim, Vasıyyet, 14) olarak saydığı üç madde gibi…

Musa Efendi Hazretleri hem ardından bıraktığı hayır müesseseleriyle hem yetiştirdiği evlâdıyla hem de bizzat te’lif ettiği ve te’lif edilmesine destek verdiği eserleriyle her türlü hayrı işlemekten geri durmadı.

1980 yılında Erkam yayınlarının kurulmasıyla birlikte; hem ihtiyaç duyulan dînî eserlerin yayınlanmasına vesile oldu hem de bu yayınlar vesilesiyle, gerek yazar, gerek okuyucu olarak çok insan yetiştirdi.

İnsan yetiştirmek çok büyük bir fedâkârlık. Çünkü insan cüz’î irade sahibi bir varlık. Hattâ nefs-i emmâresi ile; nankörlüğe, isyana, başıboşluğa, dünyevîleşmeye meyyal. Verdiğin emeklere, yaptığın masraflara değecek mi; karşılığını alabilecek misin bilemezsin. Belki binlerce tohum saçıp, sulayıp, çapalayıp, zararlılarla mücadele edersin de; bir kısmı yeşerir, bir kısmı kurur, çürür, gider.

Böyleyken insana yatırım yapmak, sadece ve sadece Allah Teâlâ’nın «er-Rahmân, er-Rahîm» esmâlarının mazharı olmuş engin bir gönül sahibi olmakla mümkün olabilir. Öte yandan şu hayatta insan yetiştirmek kadar bereketli bir faaliyet de yoktur. Bir yetime el uzatırsın; sadece onun hayatını kurtarmakla kalmazsın, belki cemiyete zararlı olabilecekken çok faydalı bir insan yetiştirirsin. Ama elbette bu yol, çok sabır ve fedâkârlık isteyen uzun ve çetin bir yol…

Üstelik Musa Efendi Hazretleri bütün bu hizmetleri; hem de çok zor zamanlarda, türlü tehditler altında ve en çok ihtiyaç duyulan mahrumiyet zamanlarında yaptı.

Bugün gençler belki bilmezler ama bir zamanlar, sade bir şekilde dînini yaşamaya çalışan, dînine uygun giyinen müslümanlar bile; «mürtecî, gerici» diye yaftalanıp, korku unsuru olarak kullanılırdı. Bugün de İslâm düşmanlığından vazgeçmeyen malûm kesim, o zamanlar çok daha hükümrandı. Ülkemizde neredeyse her on yılda bir darbe yapılırdı. Müslümanlara devamlı aba altından sopa gösterildiği, korkunun hüküm sürdüğü zamanlardı. Öyle bir zamanda, dînî hizmetlerde bu derece faal olmak; hiç şüphesiz Allah’tan başka kimseden korkmayan, kahramanca bir yürek isterdi.

İnsanın kaybedecek bir şeyi yokken kahramanlık yapması da önemli bir şeydir ama hele; ailesi, işi, gücü, teşebbüsleri varken bunları tehlikeye atabilecek kadar Allâh’a tevekkül edebilmesi, emsâli az bulunur bir mânevî derecenin nişânesi olmalıdır.

Musa Efendi Hazretleri hakkında yazmak haddime düşmez elbette… Ondan lâyıkıyla istifade etmiş ve beraber çok hizmetlerde bulunmuş, pek çok hâtıraları olan nice kıymetli büyüklerimizin yazdıklarından sonra ben ne yazabilirim ki?

Onun gibi bir ummânı yazmadan evvel biraz araştırma yapayım derken, TDV İslâm Ansiklopedisinden Musa Efendi’nin dedesinin babası Topbaşzâde Ahmed Kudsî Efendi’nin Hâlid el-Bağdâdî’nin halîfelerinden Bozkırlı Muhammed Kudsî (Memiş) Efendi’den mânevî icâzet almış bir âlim olduğunu öğrendim.

Nesep, soy, sop; eğer kişinin kendisi o ecdâdın yolundan gitmezse, tek başına bir kıymet ifade etmez. Ama eğer ecdâdından aldığı şuur, mâneviyat, feyz, bilgi, görgü; onlara lâyık olma gayretiyle birleşirse, hiç şüphesiz insanın yüksek derecelere nâil olmasında müessir olur.

Ağaçlar nasıl ki kendi cinsinden meyve verirse, aileler ve milletler de kendi özlerini aksettiren fertler yetiştirirler. Peygamberlerin birçoğu da birbirinin soyundan gelmiştir. Temiz soy, helâl lokma, daha küçük yaşta aşılanan şuur ve bilhassa anne karnındayken başlayan terbiyenin insanın üzerinde hayli tesiri vardır.

Hâce Musa TOPBAŞ Efendi’nin dedesinin hayatını okurken bir bilgiye daha rastladım:

“Tahsilini memleketinde tamamladıktan sonra Mekke’ye gitti. Mekke müftüsü Seyyid Muhammed bin Hüseyin el-Kutbî’den fıkıh, hadis ve tefsir; Seyyid Muhammed bin Ali es-Senûsî’den de hadis ve tasavvuf dersleri aldı.” diyordu.

Seyyid Muhammed bin Ali es-Senûsî -kuddîse sirruhû-; Afrika’da çok büyük bir ihyâ hareketine girişmiş, unutulan İslâmî hayatı yeniden canlandırmış bir âlimdir. Onun Afrika’daki hizmetleri gibi, Nakşibendî Hâlidî yolu da İslâm âleminde dînî ilimlerin ve hayatın ihyâsı için çok büyük hizmetler yapmıştır.

İslâm düşmanlarının daima tasavvuf yollarını hedef alması boşuna değildir. İslâm medeniyetinin en fedâkâr muhafızları, müstakîm ve şuurlu tasavvuf ehlinin içinden yetişmiştir.

Bu hareket içinde Musa Efendi; malıyla, evlâdıyla, yakınları ve sevenlerini teşvik etmesiyle; bilgisini, görgüsünü, bütün imkân ve istîdâdını İslâm hizmetinde kullanmasıyla tıpkı Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh- Efendimiz’e benziyor.

Hazret-i Ebûbekir Efendimiz nasıl ki ümmetin ilk zamanında, Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in destekçisi olduysa; Musa Efendi de âhirzamanda, ümmetin imdadına yetişti. Allah O’nun örnekliğinden ve feyzinden istifade etmemizi nasip etsin.

Hepimizin Musa Efendi’nin yaptığı hayır ve hizmetleri yapacak imkânı olmasa da ondan örnek alabileceğimiz pek çok şey var. Hem de sadece tasavvuf yolundaki müntesipleri değil; «Bu zamanda Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in sünnetine nasıl ittibâ edilir, ahlâkı nasıl hayata geçirilir?» diye arayış içinde olan herkes onun ibâdet hayatından, âdet ve alışkanlıklarından güzel bir örnek alabilir.

Meselâ onunla ilgili hâtıralarda görüyoruz ki; en başta, zamanını çok iyi değerlendirmesi, onca meşguliyetinin arasında bile ibâdetlere ve güzel ahlâkın mütemmimi olan hasletlere vakit ayırabilmesi bize güzel bir örnektir. Ömür törpüsü, mâlâyânî meşgalelerden kendimizi muhafaza edip; «Hizmette yorulan, hizmetle dinlenir.» umdesine göre yaşamak…

Belki zamanımızın en büyük sıhhat problemlerinin çaresi, muhtereme gelinlerinin, Musa Efendi’den naklettiği şu özlü sözde gizlidir:

“Saatli olmak, sıhhatli olmayı sağlar. Saat ve sıhhat, hayatın düsturudur.”

Gerçekten de bugün herkes stresten, anksiyeteden, depresyondan şikâyet etmekte… İnsanoğlu üstüne vazife olmayan şeylerin endişesini çekmeyi bırakıp; üzerine vazife olan şeyleri yapmak için plânlı programlı olarak, her gün aksatmadan, sebatla, teenniyle, tedrîcî bir şekilde çalışırsa hem başarılı olur hem de gönül huzuru içinde ömrünü hitâma erdirmiş olur. O zaman ne stres olur ne kaygı ne bunalım…

Yine Musa Efendi’den alacağımız bir örnek de şu zamanda herkese çok gerekli olan tasarruf prensibi…

İsraf; şu anda hem ferdî hem ailevî hem de içtimâî sıkıntılarımızın en büyük sebebi.

Memleketimiz bereketli, insanlarımız çalışkan; ama ürettiğimizden fazla tükettiğimiz için, borçlanma en büyük dertlerimizden biri. Lüzumsuz tüketimlerimiz yüzünden çok miktarda para İslâm düşmanlarının kasasına giriyor. Tükettiğimiz her şey için ya hammadde, enerji ile ara mamûl sebebiyle ve daha çok da teknoloji ve patent hakları için yurt dışına para çıkıyor.

Musa Efendi Hazretleri; onca imkâna sahip olduğu hâlde, daha fazla İslâm’a hizmet edebilmek için son derece tasarrufa riâyet ediyordu. Kendisi de dikkat ettiği için, bu hususta nasihatleri de tesirli oluyordu. Nefsinden kısarak hep hayırlara harcaması sayesinde kıtalara uzanan yardımlar, hizmetler, tebliğ ve irşad faaliyetleri mümkün oldu. Bugün ülkemizde herkes onun bu ahlâkını örnek alsa, kısa zamanda sıkıntılardan kurtuluruz.

Musa Efendi’nin hizmetleri, fazîletleri yazmakla bitmez elbette. İnşâallah başta fakir olmak üzere hepimiz onu daha çok tanıyıp, muhabbetle örnek alalım. Rabbimiz Hak dostlarından istifade etmeyi ve âhirette şefaatlerine nâil olmayı nasip eylesin.

Onun niyazıyla:

Ne mutlu âhirete yüz akı ile göçebilenlere!..