ARUZUN İMKÂN(/SIZLIK)LARI

Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ harunogmus@gmail.com

Aruzda üç açık (sonu sesli harfle biten ve kısa telâffuz edilen) hece yan yana gelemez. Mısra sonları bu hükmün dışındadır. Çünkü orada, açık da kapalı hece (uzun telâffuz edilen veya sonu sessiz harfle biten hece) sayılır. Açık heceleri sınırlayıcı bu özelliği sebebiyle, aruzu Türkçeye tatbik etmenin zorluğu öteden beri dile getirilmiştir. Çünkü Türkçede açık hece çoktur. Bu da aslında açık olan hecenin uzatılarak okunması demek olan imâleye çokça başvurulmasına sebep olmuştur. Gerçi Mehmed Âkif, Yahya Kemal ve Faruk Nafiz gibi aruzun son büyük üstatları; arı duru Türkçeyi imâlesiz şekilde aruza tatbik ettikleri çok güzel eserler vermişlerdir. Ancak yine de bahsini ettiğimiz sebebe mebnî olarak, her kelimeyi aruz dairesinde imâlesiz bir Türkçeyle söylemek mümkün değildir. Bazı kelimeleri aruzla söyleyecekseniz ya Türkçe telâffuzu bozan imâleye râzı olacaksınız ya da o kelimeleri listenizden çıkaracaksınız. Nitekim aruzla «Anadolu» veya «Karadeniz» denilemeyeceğinden yakınılması meşhurdur. Günümüzde imâlesiz aruz kullanan şairlerin bu problemi, zaman zaman hece veznine müracaat ederek aşmaya çalıştıkları görülmektedir.

Buraya kadar anlattığımız problem, Farslardan alındığı şekilde yaygınlaşmış olan Türk aruzuyla ilgilidir. Bunu aşmak için biri nisbî olmak üzere, iki hâl çaresinden bahsedilebilir. Nisbî olan çare, aruzun asıl kaynağı olan Arap aruzuyla, diğeri ise genel aruz mantığıyla ilgilidir. Önce birincisinden başlayalım:

Daha önce de kısaca temas ettiğimiz üzere Arap aruzunda alternatifli söyleyişler çoktur. Meselâ «fâilâtün» ve «feilâtün» tef‘ileleri mısraın her yerinde birbiri yerine, «fâilün» ve «feilün» tef‘ileleri de yine mısranın her yerinde birbirinin yerine kullanılabilir. Hâlbuki Fars ve Türk aruzunda bunların birincisine yalnız «feilâtün» şeklinde kullanıldığında ve sadece mısra başında, ikincisine de yalnız «feilün» şeklinde kullanıldığı zaman «fa‘lün» şekline dönüşmesi noktasında ve sadece mısra sonunda müsaade edilmektedir. Buna mukabil Arap aruzunda; «mütefâilün» tef‘ilelerinin «müstef‘ilün» şekline, «müfâaletün» tef‘ilelerinin «mefâîlün» şekline, «feûlün» tef‘ilelerinin «feûlü» şekline dönüşmesi gibi söyleyiş kolaylığı sağlayan başka birçok alternatif vardır. Fars ve Türk aruzunda ise rubâî vezni hâriç tutulursa, demin söylediğimiz ve bir de ona benzeyen sekt-i melih dışında bu tür uygulamalara yer verilmemiştir. Bu da açık hecenin çok olduğu Türkçede, imâleli okuyuşlara yol açmıştır. Hâlbuki Arap aruzundaki alternatifli söyleyişler esas alınsaydı, imâle ile malûl olan bazı heceler öyle görülmeyecek ve Türkçe bakımından bozuk bir telâffuzla seslendirilmeyecekti. Merâmımızı örnek üzerinden açıklayalım: Meselâ Mevlid nâzımı;

Bir kez Allah dese aşk ile lisân,
Dökülür cümle günah misl-i hazân.

der. Bu beyitte eğik yazdığımız hecelerin, Türkçe telâffuza aykırı olsa da aruz kaidesi gereği imâleyle, yani uzatılarak okunması gerekir. Çünkü bu beytin her bir mısraı, ilk ikisi «fâilâtün» ve sonu «fâilün» olmak üzere üçer tef‘ileden oluşmakta ve beyitteki hecelerin bu tef‘ilelerdeki ses değeriyle uyuşmasının zarurî oluşu, imâleyi gerekli kılmaktadır. Hâlbuki Arap aruzunda bulunan «fâilâtün» tef‘ilesinin, mısraın her yerinde «feilâtün»e, «fâilün» tef‘ilesinin de «feilün»e dönüşebilmesi esas alınsaydı, beyitteki imâle sayısı -aşağıda eğik karakterle gösterdiğimiz üzere- bire düşecekti:

Bir kez Allah dese aşk ile lisân,
Dökülür cümle günah misl-i hazân.

Beyit bu şekilde okunduğunda Türkçe telâffuza uymayan sesler azaldığı için uygulamada büyük bir rahatlama hissedilecek, yakınmalar da büyük ölçüde azalacaktı. Malûm olduğu üzere ilk şekilde okumayı gerekli kılan, bizim nazarî olarak vaz‘ ettiğimiz kaideden başka bir şey değildir. Kaideyi öyle değil de ikinci şekildeki okuyuşumuza uygun olarak koymamıza, nazarî mütalâalarımızdan başka bir engel yoktur. Asırlardır tatbikat birinci şekilde olmuşken, meseleye şimdi böyle bir îzah getirilmesinin bir fayda sağlamayacağı ileri sürülebilir. Ancak şimdi dahî manzûmelerin vezin cihetinden îzah ve tahlilinde bu yolu tutmanın önünde bir mâni yoktur. Mısra sonları hâricinde imâlesiz üç açık heceyi yan yana getirmeye yine imkân vermediği için «nisbî» diye vasfettiğimiz bu hâl çaresini, daha önce dile getiren veya teklif eden olup olmadığını bilmiyoruz, ancak alternatife kapı aralaması hasebiyle söyleyiş ve okuyuşta büyük rahatlamalar sağlaması cihetinden mühimsiyoruz.

Aruzun genel mantığıyla ilgili hâl çaresine gelince; daha önce rahmetli Bekir Sıtkı ERDOĞAN tarafından düşünülmüş ve hattâ denenmiş bir yol olup Türkçede açık hecenin çok oluşunu dikkate alarak ona uygun tef‘ileler vaz‘ etmekten ibarettir. Meselâ tef‘ileleri «Feilâtün (: tiki tak tak / ra la lal lal)» yerine «fefeilâtün (: tiki ti tak tak / ra la la lal lal)« veya «mütefeilâtün (: tiki tiki tak tak / ra la ra la ral lal)» şeklinde düzenlemek «Karadeniz» ve «Anadolu» demeyi mümkün kılacaktır. Hattâ ikincisi esas alındığında mısra sonlarında «Anadolu’ya» «Anadolu’yu» vb. şekilde ek getirmek bile mümkün olacaktır. Daha önce belirttiğimiz üzere aruz; manzûmede ses düzenini sağlayan bir âhenk unsuru olduğu için, böyle yeni tef‘ileler koymaya hiçbir mâni yoktur. Geçmişten tevârüs edilen mevcut vezinlerin kullanılışının, asırlarca ısrar edilişinin kulak âşinâlığı dışında bir sebebi yoktur. Ne var ki; aruzun bu genel mantığı ve sağladığı fonksiyon üzerinde yeterince durulup oradan yeni bir açılım yapma yoluna gidilmemiş, ortaya konulan başarılı örnekler de görmezden gelinerek mevcut vezinlerin Türkçeye uygun olmadığından yakınılmış ve böylelikle büyük bir gelenek büyük ölçüde ihmal edilmiştir.