II. ABDÜLHAMİD HÂN’IN YETİMİ KUDÜS

YAZAR : Ömer Sami HIDIR samihidir@gmail.com

Hazret-i Ömer devrinde Bizans’a ait birçok şehir fethedilmiş; Suriye, Yermük zaferiyle Bizans’ın elinden alınmış ve sıra Filistin’in bütünüyle fethine gelmişti. Kudüs’ü kuşatan İslâm orduları başkumandanı Ebû Ubeyde bin Cerrâh -radıyallâhu anh-’tan aman dileyen hıristiyanlar, İslâm Devleti’nin Suriye şehirleriyle yaptıkları anlaşmalara benzer bir sulh anlaşmasının kendileriyle de yapılmasını istiyordu. Kudüs halkı, şehri bizzat Halîfe’ye teslim etmek istediğini bildirdi. Hazret-i Ömer, Ebû Ubeyde’nin daveti üzerine Câbiye’den Kudüs’e doğru yola çıktı…

“Şehrin anahtarını teslim almak üzere Halîfe Hazret-i Ömer geliyordu. Yeterli binek o esnada bulunmadığı için, bir deveye kölesiyle nöbetleşe biniyorlardı. Şehrin girişine geldiklerinde sıra köledeydi.

Hizmetkâr âdeta yalvardı:

«–Ey halîfe, şehre gireceğiz, siz deveye binin ben yaya yürüyeyim. İnsanlar beni halîfe zannedecekler.»

Adâleti, fârik vasfı hâline getiren Halîfe bunu kabul etmedi. Şehre girdiklerinde hakikaten insanlar devenin üzerindeki köleyi halîfe sanarak ona eğiliyor, tâzim gösteriyorlardı. Onlara kula kulluk etmemek öğretildi.”

Halîfe Hazret-i Ömer, Kudüs’teki hıristiyanlar için din hürriyetini teminat altına alan bir emannâme yazdı:

“Bismillâhirrahmânirrahîm.

Bu sözleşme Allâh’ın kulu, mü’minlerin emiri Ömer’in İliya (Kudüs) halkına verdiği bir emândır. Onların canlarına, mallarına, kilise ve haçları konusunda; hastaları ve sağlıklı olanları ve diğer insanlarına verilen bir emândır. Buna göre onlar kilise inşa etmeyecekler fakat eski kiliselerine de dokunulmayacaktır. Kiliselerinin sayısı azaltılmayacak, sahalarına dokunulmayacak ve haçlarına karışılmayacaktır. Mallarına da dokunulmayacaktır. Dinleri hususunda zorlanmayacaklardır. Onlardan hiçbirine zarar da verilmeyecektir. (…)

Bu anlaşmaya tâbî olanlar, cizye verdikleri müddetçe Allâh’ın, Rasûlullâh’ın, halîfelerin ve mü’minlerin zimmetindedirler.”1

Rivâyete göre Kudüs piskoposu ağlıyordu. Dindaşlarının mağlûbiyetine ağladığını zannederek tesellîye çalıştılar. Şu cevabı verdi:

«Ben dindaşlarımın yenildiğine ağlamıyorum. Devir devir galibiyet ve mağlûbiyetler tarih boyunca yaşanmıştır. Fakat tesis ettiğiniz adâleti, merhamet ve hakkāniyeti görünce, anlıyorum ki; sizinki gelip geçici bir işgal değil, hiç sona ermeyecek bir gönül hâkimiyetidir. İşte buna ağlıyorum»”2

Kudüs; Emevîler, Abbâsîler, Tolunoğulları ve Selçuklu-Türkmen idaresinde beş asır müslüman, hıristiyan ve yahudilerin sulh ve dînî hürriyet içinde birlikte yaşadıkları bir huzur şehri hâline gelmişti. Sadece Şiî Fâtımî idarecilerin bazı taşkınlıklarına şahit olundu.

Çünkü İslâm öğretmişti ki;

Zulm ile pâyidar olmaz memleket.

11. asrın sonlarında müslüman devletler arasındaki çatışmaların artmasını fırsat bilen haçlılar 1099 yılında Kudüs’ü işgal etmiştir.

Müslümanların şehri alırken gösterdiği insanlığın aksine, haçlılar şehirde bulunan bütün müslümanları ve yahudileri öldürerek dünyada eşi görülmemiş bir vahşet örneği sergilemişlerdir.

“İşgale katılan haçlı tarihçisi Fulcherius; şövalyelerin ve askerlerin Arapların yuttukları altınları bağırsaklarından çıkarmak için bunları öldürdükten sonra karınlarını deştiklerini, ellerinde kılıç şehirde dolaşıp hiçbir canlı bırakmadıklarını, bütün evlere girip ne buldularsa aldıklarını anlatmıştır.”3

Haçlılar evlerde, camilerde ve yollarda bulunan herkesi kadın-çocuk demeden öldürdüler. Mescid-i Aksâ’ya sığınmış olanları da kılıçtan geçirmişlerdir. İşgale katılan diğer bir tarihçi olan Raimundus; mâbedlerin bulunduğu bölgeye (Harem-i şerif) giderken cesetlerin ve dizlerine kadar çıkan kan birikintilerinin içinden geçmek zorunda kaldığını yazar. Kurbanların sayısı kesin olarak belli olmamakla beraber bilinen husus, Kudüs’te mevcut bütün müslüman ve yahudilerin tamamının öldürüldüğüdür.

Kudüs seksen sekiz yıl haçlı işgalinde kaldıktan sonra Meh­med Âkif’in deyimiyle; «Şar­­kın en sevgili sultânı Salâhaddin» tarafından kurtarılmıştır. Mîrac Kandili’nde / 27 Receb 583 (2 Ekim 1187) Cuma günü Salâhaddin Eyyûbî Kudüs’e girdi. Haçlıların seksen sekiz yıl önce kana buladıkları şehirde hiçbir kesime / kimseye zarar verilmedi; müslümanlar zafer sevincini olgunluk içinde yaşamış hiçbir taşkınlık yapmamışlardır. Haçlıların Kudüs’ten çıkıp gitmelerine müsaade verilirken, Ortodoks ve Ya‘kūbî hıristiyanlar şehirde kaldı. Yahudilerin de şehre yerleşmesine izin verildi, hıristiyanlara ait kutsî yerlerin idaresi Ortodoks kilisesine bırakıldı.

Haçlılar, Kudüs’ü işgal için sonrasında birkaç girişimde daha bulunmuşsa da müslümanların mukavemeti sayesinde bu girişimler başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Kudüs; Eyyûbîlerden sonra bir müddet Memlûk idaresinde kalmış, nihayetinde 1516 senesinde Yavuz Sultan Selim zamanında Osmanlı idaresine girmiştir.

Kudüs, aralıksız dört asır boyunca Osmanlı idaresinde üç ayrı dîne bağlı tebaanın birlikte huzur içinde yaşadığı bir memleket oldu.

19. asır itibarıyla sanayi kuvvetiyle güçlenen batı, Osmanlı’yı yıkmak ve topraklarını paylaşmak üzere dört bir yandan saldırmaya başlamıştı. Bu devirde güçlenen Siyonizm, asırlardır dağınık olan yahudileri bir araya toplayıp İsrail’i kurma plânlarını hayata geçirmeye çalışıyordu. II. Abdülhamid Han’dan yahudilerin Kudüs ve etrafına yerleşmeleri için izin isteyen Siyonizm’in başı Teodor Herzl, Ulu Hakan’dan şu cevabı aldı:

“Eğer Sayın Herzl sizinle benimle olduğunuz kadar dostsa ona bu mevzuda başka girişimde bulunmamasını telkin ediniz. Bir adımlık toprak bile satamam, zira bu topraklar bana değil, milletime aittir. Milletim bu imparatorluğu savaşarak ve kanıyla sulayarak kazandı. Bizden ancak kanla koparılabilir… Yahudiler milyarlarını saklasınlar. İmparatorluk bölüşüldüğünde Filistin’i bedavaya alabilirler. Ancak cesedimiz paylaşılabilir, canlıyken parça koparılmasını kabul etmeyeceğim.”

Sonunda İttihatçı entrikalarla Sultan Abdülhamid Han tahtından indirildi. Ardı ardına yaşanan savaşlar neticesinde imparatorluk daha doğrusu İslâm’ın birliği parçalandı. Bu mânâda, bugün kan ağlayan bütün İslâm âlemi Osmanlı’nın yetimleri hükmündedir. Kudüs ve Filistin de Cennetmekân Abdülhamîd-i Sânî’nin mahzun bir yetimidir.

I. Dünya Savaşı’nda Filistin-Şam cephesinde gelen mağlûbiyetle Kudüs, İngilizlerin kontrolüne geçti. Bölgeye yahudi göçü hızlandı.

1948’te İsrail kuruldu. Fakat BM Kudüs’ün milletler arası bir statüde tutulmasında ısrarcı oldu. 1967’de ise Arap-İsrail savaşı, Arapların hezîmetiyle neticelendi.

Yahudiler; müslümanların hâkim olduğu asırlar boyunca huzur içinde yaşadıkları hâlde, kendileri bâtıl itikatları çizgisinde, başkasına hiçbir zaman hayat hakkı tanımadılar. Filistinliler yıllarca evlerinden-yurtlarından edildiler, cinayetlerle, terörle yıldırıldılar. Yahudiler; 19. asırda İngilizleri siyasî emellerinde kullandıkları gibi, 20 ve 21. asırlarda da ekonomi ve siyasetine hükmettikleri Amerika’yı arkalarına aldılar. Günümüzde Filistin, Gazze şeridi ve Batı Şerîa’da iki küçük bölgede sıkıştırılmış vaziyettedir. Kudüs ise İsrail işgali altındadır. Bölgede sudan sebeplerle her gün birçoğu çocuk ve kadın olan nice müslüman katledilmekte veya tevkif edilmektedir. Arabuluculuk çalışmaları çoğu kez İsrail’in yayılmacı ve işgalci siyaseti sebebiyle akîm kaldı. 2010’da da İsrail’in Gazze ambargosunu delmeye çalışan Mavi Marmara gemisi, milletler arası sularda İsrail askerleri tarafından saldırıya uğradı ve 10 kişi şehid oldu.

BM’de Filistin lehine nice kararlar çıkmasına ve milletler arası kamuoyunda Filistin artık bir vicdan meselesi hâline gelmesine rağmen, İsrail bildiğini okumaya devam etmekte.

BM kararlarına rağmen, İsrail, Kudüs’ü (kendi ifadeleriyle Jerusalem’i) başkent yapmaya çalışmaktadır. Akıl ve ruh dengesi yerinde olmadığı izlenimi veren Trump’ı da kullanmaktadır.

Şair Kudüs’ün yaşadığı hüzne şöyle tercüman olmuştur:

Sen de gelsen ey bahar, solgun Kudüs,
Çünkü gül yok, bağrı hep kurşun Kudüs!..

Mescidü’l-Aksâ’ya bir bak, kan dolu,
Bağrı kor, ey müslüman, mahzun Kudüs!..

Her gün ah, her an yürekler târumar,
Elli yıldır gördü kaç tâun Kudüs!..

Merhamet yok, çâre yok, kâfirde hiç,
Hak-hukuk yok, işte ey kānun, Kudüs!..

Hür ezanlar yok, namazlar ağlıyor,
Ağla Seyrî, durma kurtulsun Kudüs!..

Kudüs, bizim için ve insanlık için bir ibretler meşheridir:

Kudüs İslâm dünyası için bir ibrettir.

Çünkü biz Kudüs’ü iki kez kaybettik. İkisi de müslümanların birbirine düştüğü, sen-ben kavgasına tutuştuğu ve bazı müslümanların ecnebîlerle anlaştığı devirlerde oldu. Bugün de Kudüs, parçalanmış bir İslâm âleminin gözlerine baka baka işgal edilmekte. Mescid-i Aksâ’nın altı oyulmakta. Kardeşlerimiz orada bir bir öldürülmekte… Çünkü müslümanlar bir araya gelmemekte, birbirleriyle uğraşmaktan düşmanlarıyla mücadele etmeye fırsat bulamamaktadır!..

Bugün, İslâm İşbirliği Teşkilâtının aldığı karar ve ardından BM’de 128 ülkenin Kudüs’ün İsrail’in başkenti olmasını reddeden kararı, gelecek adına inşâallah bir umuttur.

Bu umudu yeşertmek için bütün müslümanların, bu mukaddes şehri emânet bilmesi ve ona sahip çıkması şarttır.

Kudüs, insanlık için de bir aynadır. Kim ele geçirdiği Kudüs’te nasıl davranmışsa, onun gerçek karakteri işte odur!

Bizimkisi Hazret-i Ömer’in emânı, Eyyûbî, Memlûk ve Osmanlı devirlerindeki sulh ve emniyet hâlidir. Adâlettir, huzurdur, selâmettir.

Onlarınki ise, katliâmdır, soygundur, zorlamadır, zulümdür, baskıdır…

____________

1 http://www.devletarsivleri.gov.tr/icerik/3193/hazret-i-omerin-kudus-ahidnamesi/
2 Osman Nûri TOPBAŞ, «Gönülleri Fethetmek», Yüzakı, 2014, Mayıs, sa. 111.
3 Işın DEMİRKENT,, «Kudüs», DİA, XXVI, s. 329-332