İKİ ZİRVE

YAZAR : İrfan ÖZTÜRK

Hazret-i Ebûbekir Efendimiz ve Hazret-i Ali Efendimiz…

İki büyük zirve…

İkisi de Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in iki can dostu. En kıymetli sahâbîleri…

Biri en yakın arkadaşı ve kayınpederi, diğeri evlâdı gibi yetiştirdiği amcaoğlu ve damadı…

Hazret-i Ebûbekir, Peygamber Efendimiz’in hicret arkadaşı, Sevr Mağarası’nda yâr-i gāri… Sırların mâkesi…

Hazret-i Ali; Rasûlullâh’ın yatağına yatarak, O’nun için ölümü göze alan ve emânetleri yerine bırakmak için Efendimiz’in vekili…

Hazret-i Ebûbekir, Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in pek sevgili zevce-i mübârekesi Hazret-i Âişe’nin muhterem babası…

Hazret-i Ali, Peygamber Efendimiz’in gözünün nûru olan Fâtıma Vâlidemiz’in kıymetli zevci… Hasan ve Hüseyin Efendilerimizin babası…

Hazret-i Ebûbekir, Mekke’nin fethini takip eden senede Hac Emîri…

Hazret-i Ali; aynı seferde Berâe Sûresi’nin başındaki tâlimatları bildirmek üzere, Efendimiz’in vekili…

Hazret-i Ebûbekir, hastalandığı ve imâmete geçemediği günlerde Efendimiz’in mihrabına geçirdiği şahsiyet…

Hazret-i Ali, Tebük’e giderken Efendimiz’in yerine Medine-i Münevvere’de bıraktığı ve;

“–Yâ Ali! Musa’ya göre Harun ne ise, sen de bana osun! Ancak benden sonra peygamber yoktur.” (İbn-i Hişâm, IV, 174) buyurduğu mümtaz şahsiyet…

Hazret-i Ebûbekir; dâimâ Efendimiz’in yanı başında, veziri, en büyük destekçisi, mîracda, hicrette, Bedir’de Uhud’da, Hudeybiye’de, Tebük’te bütün malıyla, her şeyiyle Sıddîk’ı…

Hazret-i Ali; Hayber’de Peygamberimiz’in verdiği kılıcın hakkını veren, kapıları tek başına söken, Esedullâhi’l-Ğālib… Yiğit sahâbî…

İkisi de mümtaz ikisi de muhterem, ikisi de zirve…

Mâneviyat yolları da daima ikisinden birine çıkmakta…

Onlar birbirlerinin kıymetini de çok iyi bildiler. Bilhassa ikisinden genç olan Hazret-i Ali’den ilk halîfe Hazret-i Ebûbekir Efendimiz hakkında çok kadirşinas beyanlar gelmiştir.

Onları İslâm kardeşliğinin yüksek seviyesini göstermesi bakımından zikredelim:

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- bir gün;

“–Ey insanlar, insanların en cesuru kimdir bana söyleyin?” dedi.

Onlar;

“–Sensin, ey Mü’minlerin Emîri!” dediler.

Hazret-i Ali;

“–Evet, ben kiminle mübârezeye çıktıysam hakkını vermişimdir, ancak siz bana insanların en cesurunu haber verin!” dedi.

İnsanlar;

“–Bilmiyoruz, kimdir?” diye sordular.

Ali -radıyallâhu anh- şöyle dedi:

“–Hazret-i Ebûbekir’dir. Bedir’de Rasûlullah Efendimiz için bir gölgelik yaptık ve sorduk:

«Müşriklerden biri Peygamber Efendimiz’e saldırmaya heveslenmesin diye kim onunla birlikte durur?»

Vallâhi hiç kimse buna yanaşmadı, ancak Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh- kılıcını sıyırıp Efendimiz’in başında bekledi. O’na saldırmaya niyetlenen herkesin üzerine şahin gibi atılıp hemen onu bertaraf etti. İşte insanların en cesur ve en kahramanı Hazret-i Ebûbekir’dir.

Bir gün Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i gördüm; Kureyşliler O’nu tutmuş, kimi keskin bir şeyle vurup yaralıyor, kimi itip kakıyor;

«–Sen ilâhları tek bir ilâh mı yaptın?!» diye son derece sert söz ve davranışlarla ona hakaret ediyorlardı. Vallâhi hiçbirimiz yanına yaklaşıp da kendisine yardım edemiyorduk. Ancak Ebûbekir -radıyallâhu anh- geldi ve hemen yardımına koştu; kimine vurdu, kimini yaraladı, kimini itip kaktı. Bir taraftan onları Efendimiz’in başından dağıtıyor, bir taraftan da;

«–Yazıklar olsun size! Bir adamı; «Rabbim Allâh’tır!» diyor, diye öldürecek misiniz?!.» diyordu.”

Bir başka hâtıra:

Hazret-i Ali’nin oğlu Muhammed bin Hanefiyye -rahimehullah- anlatıyor:

Ben, babam Hazret-i Ali’ye sordum:

“–Babacığım, Rasûlullah -aleyhisselâm- Efendimiz’den sonra insanların en hayırlısı kimdir?”

“–Hazret-i Ebûbekir!” dedi.

“–Sonra kimdir?” dedim.

“–Hazret-i Ömer!” dedi.

Bir daha sorduğumda; “Hazret-i Osman!” demesinden korktum da;

“–Sonra sen!” deyiverdim. Lâkin babam (büyük bir mahviyet ve tevâzu ile);

“–Ben mi? Ben sıradan bir müslümanım.” dedi. (Buhârî, Ashâbu’n-Nebî, 5; Ebû Dâvûd, Sünnet, 7/4629)

Hatırlayalım:

Hazret-i Ebûbekir halîfe seçildiğinde ne demişti?

“Ey insanlar! En hayırlınız olmadığım hâlde sizin başınıza halîfe seçilmiş bulunuyorum. Şayet vazifemi hakkıyla yaparsam bana yardım ediniz. Yanlış hareket edersem bana doğru yolu gösteriniz.” (İbn-i Sa‘d, III, 182-183)

Ne büyük saâdet ve ne güzel kardeşlik!

Kibir yok, tevâzu var.

O zirveler böyle mütevâzı olursa, bizlere nasıl davranmak düşer?

Büyüklenmeden büyüyenlere selâm olsun. Allah cümlemizi mütevâzı kullarından eyleyip, cümlemize bu hüsn-i ahlâk ile ahlâklanmayı nasip etsin! Âmîn…

Bir şey oldum deyû kapılma kibre,
Altun iken sonra olursun gübre.
Dikkat eyle, sakın kapılma ucbe,
Şeytanı kendine güldürme oğul!..
(Gülzâr-ı İrfan)