ALLAH VERGİSİ BİR SEVGİ

YAZAR : Ahmet ZİYLAN

Bazı insanlarda Allah vergisi bir muhabbet olur. Herkeste olmaz. Bu bahsettiğim sevimli kişilere hemen kanınız kaynar. Popüler diyorlar şimdi. Toplum içinde hemen sevilen kişiler.

Bu sevgi, Allah’tan… Rabbim böylelerin sîmâsına bir melâhat, bir tatlılık verir. Ses tonuna bir câzibe halk eder.

Böyle kimseler ekseriya âlicenaptır, cömerttir. Bu sebeple de o güne kadar iyiliğini görmüş birçok kişi tarafından sevilirler. “Elin vergisi, gönül sevgisi…” demişlerdir.

Kimi zaman bu sevgi, başka bir sebebe daha dayanır:

Babamda olduğu gibi, eline zor geçmeye…

Babam altı kız çocuktan sonra dünyaya gelmiş. Şarkta böyle şeyler maalesef yaygındır: Erkek çocuk çok mühim. Etraftan; «Oğlunuz yok!» tarzı lâf çarpmalarına muhatap olmuşlar, üzülmüşler. «Bu sefer belki erkek olur.» derken üst üste 6 kız olmuş… Sonunda babam doğunca, elbette çok çok sevgili olmuş. El bebek gül bebek büyütmüşler. Sadece anne-baba değil, ablaları da çok seviyor. Bütün akrabalar da çok seviyor.

Öyle kıymetli ki, bir gün babaanneme gelmiş şikâyet ediyorlar:

“–Senin oğlun bacısının başını yardı!”

Babaannem ne dese beğenirsiniz?!.

“–Allâh’ım, Sen’in keremine şükür! Demek benim oğlum büyümüş de yaramazlık yapmış!”

Öyle sevinmiş ki, üç defa zılgıt dediğimiz şekilde sevinç izhar etmiş. Zılgıt; doğu kültüründe yaygın olan, çocuk doğduğunda, düğün ve benzeri yerlerde, kadınların ağızlarıyla çıkardıkları bir sevinç tezâhüratıdır.

Bu sevgi, babam evlenip ağabeyim dünyaya gelince de ona yönelmiş. Mehmet Ağabeyim de çok sevilirdi.

Hanımın dayısı, babamın da yeğeni «Terzi Celâl» vardı. Kendisi de çok sevilen, sözü dinlenen bir insan. Mesleği terzilikti. Fakat, hatırı sayılır, eşraftan dostları vardı. Onlarla oturur kalkardı. Güzel bir ses tonu, tesirli bir konuşması vardı. Daha evvel bahsetmiştim, babam da sözü-sohbeti dinlenir bir kişiydi. Dayısına çekmiş.

Çocuktum. Bir gün 10-15 kişilik bir aile toplantısında söz sevmekten-sevilmekten açılmıştı. Sohbetin arasında;

“–Meselâ ben Mehmet’i severim, (beni kasteredek) Ahmet de dayımın oğlu ama, onu o kadar sevmem!” dedi.

Bu söz ağırıma gittiği için anama sordum:

“–Beni herkes sevmiyor, ben sevimsiz miyim?”

Anam;

“–Herkesin sözüne-davranışına bakma. Belki görünümünde var; içine giren, seni bilen daha çok sever. Ben içini-dışını bildiğim için seni çok seviyorum. Bu sözlerim gerçek, üzülme!..” diye beni teselli etti.

Ben de kendimi öyle kabul ettim. Seneler sonra Üstad Musa TOPBAŞ -rahmetullâhi aleyh- ile ilk karşılaştığım gün bana muhabbetle baktığında şaşırdım, anamın nasihati aklıma geldi. Bu muhterem benim içimi-dışımı nasıl okudu da bana ilk görüşte muhabbet gösterdi. Onda, karşıdakinin durumunu görme yeteneği vardı. Ben de onu sevmiştim.

Dediğim gibi ağabeyimi herkes severdi. Ben onun kadar sempatik, çok sevimli bir çocuk değildim. Fakat çocuk hâlimle bu söz çok ağırıma gitmişti. Yaşım seksen oldu, hâlâ unutmuş değilim. Demek ki; «çocuktur» diye küçük görmemek lâzım. Tesir ettiğini düşünmek lâzım. Yüzüne söylemek yanlış.

Terzi Celâl ile alâkalı başka bir hâtıra:

Babam anneme bir dikiş makinesi almıştı. Bu yeğen Terzi Celâl de;

“Emânet verir misiniz?” demiş, vermişler.

Ama gidiş o gidiş!.. 3-4 sene geçmiş. Emânet gelmiyor. İstiyorlar, fakat vermiyor. Annem bana dedi ki:

“–Oğlum git de şu makinemizi al!”

“–Tamam ana!” dedim. Ben de gittim. Hâlbuki yakın akraba. Öyle bir çocuğun istemesiyle olmaz, hattâ bir de hamal tuttum, vardım dükkânına;

“–Ben makineyi almaya geldim.”

“–Yürü git!” dedi. Vermedi.

Böyle çok sevilen, çok hürmet gören kişilerin dikkat etmesi lâzım gelen bir nokta var:

Bu sevgi ve ilgi, onları şımartabiliyor. İnsanların verdiği kıymeti istismar edebiliyorlar. Muamelelerinde bozukluk olabiliyor. İsrafa düşebiliyorlar. Borç alıp ödemeyenler oluyor. Anlattığımız gibi, emâneti zamanında iade etmiyor.

Çok işitmişimdir. Babam derdi ki:

“Yüz küsur yeğenim var. Yeğenlerim içinde en çok zararı Terzi Celâl’dan gördüm. Fakat en çok da onu severim!”

İşte böyle insanlar da bu sevgiye güvenerek kendilerini düzeltmeyebiliyorlar.

Böyle sevilen insanlar; muamelesi düzgün olsa, istikametleri tutarlı olsa, hayran olunan, insanlara güzel yol gösteren kişiler olurlar. Çünkü Allah vergisi bir sevgi var zaten. Bu sevgiyi, tebliğe vesile kılmak, ne güzel bir ecir olur. Çünkü dînimiz içtimâîleşmeyi emrediyor. Sıla-i rahimi emrediyor. Vefâyı emrediyor. İnsanlar, şahsiyetlerin peşinden gidiyor. Onları takip ediyor. Ama istikamet şartıyla. Yoksa insanlar;

“İyidir, candandır, hoş sohbettir ama…” deyip sonra veryansın ediyorlar!..

Burada insan; kendisini Allâh’a sevdirip, Allâh’a beğendirme noktasına dikkat edecek. İşte tasavvufî kitaplarda şöhretin âfet olması bu sebeple bildirilmiş. Şöhret bulan kişi, artık kendisini düzeltme noktasında zorluk yaşayabiliyor.

Yetim ve öksüz çocuklara yönelik de böyle bir, şımartıcı sevgi hatası yapılabiliyor. Öksüzlerin dayısı veya yetimlerin amcası gibi kişiler, hayır müesseselerinde onlara aşırı sevgi göstererek mahzunluklarını telâfi etmeye çalışanlar, eğitim mevzuunda hataları görmezden gelenler gibi kişiler; çocuğa faydalı değil zararlı oluyorlar. Çünkü terbiye edici noktadan taviz veriyorlar. O yetimin babası hayatta olsa, senin gibi aşırı sevgi mi gösterecekti yoksa bir baba gibi mi davranacaktı? Sen de bir baba gibi davran!

Bir de anne-babalara seslenelim:

Günümüzde birçok anne-baba, evlâdına aşırı bir alâka gösteriyor. Onun her dediğini yapmayı sevgi ve ilgi zannediyor. «Çocuğumu çok seviyorum!» diyerek her arzusunu yerine getirirsen, çocuk büyüdüğü zaman hiçbir şeyden tatmin olmaz:

“–Ben araba istiyorum, o da BMW olacak…”

Israrla aldıracak. Arabayla sürat yapıp ölen tanıdıklarımın çocukları var. Hani sevgi nerede kaldı? Çocukları; İslâm’ı yaşamaya, sabırlı olmaya, hâline şükretmeye, zorluklara tahammül etmeye, kanaate alıştıralım.

Bazen de anne-baba evlâdını güzel yetiştirdiği hâlde; dayı-amca, dede-nine gibi kişiler, güya şefkat ve merhamet göstererek çocuğa müdahale etmeye kalkıyor. Çocuğa anne-babasının uyguladığı kaideleri gevşetmeye; evlâda, anne-babasının tasvip etmediği aşırı hediyeler almaya, abartılı ikramlarda bulunmaya kalkıyorlar. Bunlar doğru değildir.

Bu hususta, şöyle bir misal verilir:

Bahçeli bir eve misafir olarak gitseniz, orada evi bekleyen köpeğe yiyecek verebilir misiniz? Evin sahibinden izin almadan? Ona haber vermeden?

Bu doğru olmaz. Çünkü o köpeğin bir sahibi var, onun bir eğiticisi var. Gıdasını kimden alırsa onu koruyacak, onun sözünü dinleyecek.

Teşbihte hata olmaz. Çocukla köpeği kıyaslamıyoruz tabiî ki. Fakat terbiye etme ve şımartmama açısından akılda kalıcı ve çarpıcı bir misaldir.

Bırak yeğeninin eğitiminden kim mes’ul ise, onun hakkındaki kararları o versin. Babasını, annesini çiğneme!.. Onları çocuğun gözünden düşürerek, kendini sevdirme ucuzluğuna başvurma…

Bazı insanlar vardır ki takvâlı bir hayat yaşar. Allâh’ın verdiğine-vereceğine râzıdır. Kendisi de ne yaparsa Allah rızâsı için yapar, şikâyet etmez, karamsar olmaz, öfkelenmez. Savurgan değildir, israf etmez. İbâdetlerini eksiksiz, zamanında yapar. Sünnet-i seniyyeye tam bağlıdır. Tembel olmaz, kimseye yük olmaz. Herkesin iyiliğini ister. Kendini başkalarından yüksek görmez, övünmez. Harama el uzatmaz. Allâh’ın zikri dilinden eksik olmaz. Boş konuşmaz, kimseyi kırmaz. Her hareketi edebe uygundur. Böyle kişileri Mevlâ’m sever. Meleklerine ve insanlara da sevdirir. Bizlere de bu şekilde olmayı nasip etsin.

Sevilen, etraflarından bolca sevgi ve ilgi gören kişilere de şöyle seslenelim:

Madem seviliyorsun, hürmet görüyorsun. Bununla şımarmak yerine tam tersine vebâlini düşün. Sen bir modelsin. Bir örneksin. Seni seven, sana hayran olup, uyacak kişiler var. Sen farkına varmasan bile…

Bu hakikati çok iyi hissettiğim bir hâtıram vardır:

Trabzon’da bir müşterimiz vardı, ayakkabı satarlardı. 15-16 yaşlarında iki de çocukları vardı.

Trabzon’u gezmeye gittiğimizde, onlara da misafir olduk. Bizi davet etmişlerdi. Bize haddimizden fazla hürmet ettiler. İtibar gösterdiler. Biz hoca değiliz, ancak hocaların yanından geçmişiz. Fakat onlar sağ olsunlar, sevip saydılar.

Beraber namaz kıldık. Benim parmaklarımda bir tik vardır. Zaman zaman kendiliğinden hareket ettiği olur. Namazda tahiyyatta otururken parmağım bu şekilde hareket etmiş. Delikanlılar da bunu görmüşler. Namazdan sonra sordular. Belki de bir sünnet vs. zannettiler. Ben de bunun namazla alâkalı olmadığını, gayr-i ihtiyârî olduğunu izah ettim. Fakat bu sual beni düşündürdü.

Demek ki, her hâlimiz takip ve taklit ediliyor.

Bilhassa toplumda bir yere gelmiş kişiler isek, çok daha mühim.

Bizim yanlışımızı bile fazîlet zanneden insanlar çıkabiliyor. Hatamızı taklit etmeye kalkan talebeler olabiliyor.

Aman yâ Rabbî!..

Yarın mahşer yerinde belki tanımadığın bir kişiye kötü örnek olduğun için hesap vereceksin?!. Ne müthiş bir mesele!..

Kurslarda anlatıyorum:

Namazı bize hocalarımız tafsilâtlı bir şekilde anlattılar. Her rüknünün dikkat edilmesi gereken şartları var: Erkeklerin ve hanımların kendilerine mahsus namaz kılış şekilleri var. Bir erkeğin, namazı hanım gibi kılmaması gerekiyor. Meselâ secdede kollarını ve ayaklarını vücuduna çekerek kılmak, hanımların namaz kılış şeklidir. Bazen kursta böyle namaz kılan delikanlılar görürsem, ikaz ediyorum.

Hem namazı Allah Rasûlü nasıl tarif etmişse öyle kılmak lâzım. Bunu öğretmek için.

Hem de seni talebelerin, arkadaşların, senden yaşça küçük yeni talebeler takip ediyor. Sen onları da düşüneceksin. Parmağının duruşu bile mühim. Gözünün baktığı yer mühim.

Tabiî ki, sergilediğin güzel davranışlarının da samimî olması lâzım, içten olması lâzım. Hazret-i Mevlânâ’nın dediği gibi:

“Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol!..”

Namazı düşündüğün gibi; sözlerini, davranışlarını, muamelelerini de düşünüp gideceksin. Çünkü hesap var.

İnsanlar bizi sevsin istiyoruz. Alkışlar, tebrikler hoşumuza gidiyor. Fakat en büyüğü Allâh’ın rızâsı, Rabbimiz’in bizden hoşnut olması…

En büyük iltifat… O en büyük teveccüh, o en sevinilecek sevgi…

Rabbimiz, Sen’den Sen’in sevgini istiyoruz. Sen’i sevenlerin sevgisini istiyoruz. Sen’in sevgine bizleri yaklaştıracak sâlih amellerin sevgisini istiyoruz.

Rabbim nasip buyur!

Âmîn…