BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ

YAZAR : Dr. Halis Ç. DEMİRCAN cetindemircan2@hotmail.com.tr

Nefsin oynadığı oyunlardan biri de kişinin diğerlerinin arasından kendisinin seçilmesinden aldığı haz imiş.

İşte bizim kahramanımız da böyle durumlarda kendisi tercih edilsin diye elinden geleni ardına koymadığı gibi, neden tercih edildiğini bilmeden, gizli gizli kendine hayranlık duyar;

“Herhâlde ben önemli bir kişiyim ki beni tercih ediyorlar.” dermiş.

Servet sahibi olduğu hâlde hayat tarzıyla, giyinişiyle, konuşmasıyla halktan biri gibi göründüğü için, onunla yeni tanışanlar; «O kadar servete rağmen ne kadar mütevâzı, ne kadar sade ve gösterişi sevmeyen bir adam!» diye onu takdir ederlermiş.

Ancak her ne kadar görünüşe, gösterişe önem vermese de nefsi ona; «diğerlerinden farklı olduğunu, onlardan daha akıllı olduğunu, bu sebeple de daha zengin olduğunu» içten içe fısıldayıp dururmuş.

Bu zât kendisi gibi servet sahibi olanlar ile her ay bir araya gelip hem sohbet eder hem de yardım faaliyetlerinde bulunurmuş.

Kahramanımız bir gün her zamanki gibi vapurla iş yerine giderken, karşı koltukta oturan bir kişi dikkatini çekmiş.

Bu kişi görünüş itibarıyla oldukça iyi giyimli, hâl ve tavırlarıyla da bayağı gösterişli biriymiş.

Selâmlaşma faslından sonra tanıştığı bu zâta aslında kendisinin de zengin biri olduğunu belirtmek için olsa gerek;

“–Ben görünüşe hiç önem vermem beyefendi, lüksle hiç işim olmaz, ama yardım konusunda elimden geleni de ardıma koymam. Böyle bir yaşantım olmasına rağmen kimse beni sevmiyor, beni anlamıyor beyefendi!” diye yakınmaya başlamış.

Adam bu yakınmaları dinledikten sonra;

“–Sizin gönlünüzden onların gönlüne giden yollar kapalı!” demiş.

Bizim ki hemen bu lâfın üzerine atlamış:

“–Bakın beyefendi sizinle bu konu üzerinde daha uzun sohbet etmek isterim, bizim her ay bir araya geldiğimiz bir grubumuz var. Hem sohbet ediyoruz hem de çeşitli yardım kuruluşlarına yardımlarda bulunuyoruz, sizi de aramızda görmek isteriz, bize katılın lütfen!” demiş.

Adam;

“–Böyle herkesi davet ediyor musunuz, beni yeni tanıdınız daha…” demiş.

Bizim ki;

“–Fazla söze ne hâcet, görünen köy kılavuz istemez beyefendi!” demiş.

“–Peki, benim zengin birisi olduğumu nereden anladınız?” deyince;

“–Biz bu işlerin kurdu olmuşuz beyefendi…” diye cevap vermiş.

O sırada çalan vapurun düdüğüyle bizimki sıçrayarak uyanmış.

Gözlerini ovuştururken demin yaşadıklarının bir rüya olduğunu anlamış, gördüğü rüyayı aklından geçirirken hemen karşısındakine bakmış.

Karşısında oturan kişi rüyada gördüğünün tersine pejmürde giyimli bir vatandaş görünümündeymiş.

Bizimki şaşkınlıkla selâm vermiş.

Adam gülümseyerek ona bakmış;

“–İyi uyudunuz!” demiş.

Bizimki hâlâ şaşkın;

“–Lütfen söyleyin, uyurken konuştum mu?” demiş.

O sırada vapur da iskeleye yanaşmış.

Adam ayağa kalkıp bizimkinin yanına gelmiş bütün samimiyetiyle bizimkinin kolunu tutmuş ve;

“–Bakın beyefendi! Uyurken konuşmadınız amma size söyleyecek bir çift sözüm var:

Nefsin tasallutu ile gelip yerleşen fena hâller vardır ki bunlardan sakınmak lâzımdır. Kibir, haset, tamah gibi böyle hâller karartıp katılaştırdığı kalbin idrakini engeller, gönülden gönüle giden yolları kapatır.

Birbiriyle irtibatını kaybetmiş gönüller sen-ben dâvâsındadır, kesrete düşmüştür, insanları birbirinin kurdu yapmıştır. Hâlden de dilden de anlamaz.” demiş ve bizimkinin anlamsız bakışları arasında mânâlı mânâlı gülümseyerek, hayırlı günler dileyerek kalkıp gitmiş.

Bizimki, şaşkınlığı geçtikten sonra adamın arkasından koşmuş ama ne yetişebilmiş ne de bir daha o adamı görebilmiş.

Gerçi görebilseydi ne yapacaktı; herhâlde onu bu pejmürde görünümüyle kendi gruplarına davet edecek hâli yoktu, yoksa arkadaşlarına bunu nasıl izah ederdi.

Belki de o adamın varsa sohbet grubuna dâhil olmak isteyecekti bilinmez.

Ama şu bir gerçek ki bu yaşadığı hâdise ve o adamdan duyduğu sözler, kafasında şimşekler çakmasına sebep olmuş.

Gökten üç elma düştü; hepsi bana sanıyordum, ama baktım ki biri bize, biri size, biri onlaraymış.

Kalın sağlıcakla.