RÂBİA’DAN İBRETLER

YAZAR : Ömer Sami HIDIR samihidir@gmail.com

“Dîne savaş açılmıştır, Râbia Meydanı buna şahittir!

Bir hoca kılıklı asker camileri kapatıyor, müftü bozuntusu ise namaz kılanların öldürülmesine fetvâ veriyor. Bir diğeri ise; dansözlerin mukaddes bir iş yaptıklarından dem vuruyor. Maalesef ortaya çıkan sonuç;

Alçakların el üstünde tutulduğu, âlimlerin zindanlara atıldığı, gençlerin yakıldığı, mertliğin yok olduğu, ülkenin tüm varlığıyla çalındığı, vahşî bir katilin yumuşak sesiyle hiçbir şey olmamış gibi insanları aldattığı bir manzara…”

İhvan liderlerinden Cemal Abdüssettar, Mısır’ın seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı Muhammed Mursî’ye karşı yapılan 3 Temmuz 2013 darbesini ve sonrasında yapılanları kitabında bu ifadelerle özetliyor.

Batı dünyası; sömürgeciliği güya terk ettikten sonra, hâkimiyeti altında tutmak istediği ülkeleri, kuklalarıyla idare etmeyi seçti. Halkın iradesi, işine gelmezse de darbeleri devreye sokarak…

Mısır darbesi de; öncesi, gelişimi ve sonrasıyla batının «demokrasi hususundaki ikiyüzlülüğü»nü ve 15 Temmuz darbe girişimiyle ülkemizde neler yapılmak istendiğini anlamak ve görmek için tam bir ibret sahnesi…

Arap Baharı adı verilen, hâlen âmilleri tam olarak çözülememiş halk hareketleriyle; Hüsnü Mübârek’in devrilmesinden sonra, İhvân-ı Müslimîn’in siyasî kanadından Muhammed Mursî % 50’den fazla oy alarak Mısır Cumhurbaşkanı oldu.

Mursî’nin yeni anayasası ve Filistin dâvâsına olan desteği, batı tarafından hiç dostâne karşılanmadı. Ayrıca Osmanlı’nın yıkılış devrinde çokça âşinâ olduğumuz üzere; batının, Mısır nüfusunun % 18’ini oluşturan Hıristiyan Kıptîleri koruma şeklindeki haçlı içgüdüsü devreye girdi. Avrupa devletleri sıraya girmiş gibi, Mısır’da demokrasinin geliştirilmesi çağrısı yapıyordu…

Amerikan Wall Street Journal gazetesi; Kasım 2012’de muhalif lider Muhammed el-Baradey’in Mursî’yi devirme plânları yapmak için, yüksek rütbeli askerlerle bir araya geldiğini saklama gereği bile duymadı.

Tahrikler neticesinde, Tahrir Meydanı’nda muhalifler uzun protestolar gerçekleştirdi. Mursî’yi destekleyen halk da meydanlara indi.

Mısır’ın çoğunluğu Mursî’yi desteklediği, Mursî lehine yapılan gösteriler muhaliflerden daha kalabalık olduğu hâlde; batı televizyonları sadece muhaliflerin protestolarını gösterdi.

Darbeci Sisi senaryoda üstüne düşeni 3 Temmuz 2013 günü ordunun idareye el koyduğunu açıklayarak yaptı… Anayasa askıya alındı, sıkıyönetim ilân edildi, müslümanlar için zulüm dolu günler başladı.

Müslüman Kardeşler darbeyi tanımadığını duyurdu. Muhammed Mursî direniş çağrısı yaptı. Binlerce Mısırlı, darbeden hemen sonra protestolara ve pasif direnişe başladı. Cumhurbaşkanlığı sarayının önünde ve Râbia Meydanı’nda toplandılar. Toplam 2 ay süren direniş boyunca, darbeci Sisi gerçek yüzünü gösterdi. Darbeciler, halkın üzerine gerçek mermi ile ateş açtılar. Toplamda 200’den fazla insan öldü, binlercesi yaralandı. Râbia Camii askerler tarafından yakıldı. O dönemde Râbia Meydanı’nda şehid edilen Esmâ Biltaci’nin cesareti ülkemizde en çok konuşulan mevzulardandı. Râbia (dört) işareti bütün İslâm dünyasına zaferin işareti olarak yayıldı. (İngilizce Victory: Zafer kelimesini ifade eden iki parmakla yapılan zafer işareti yerine.)

Direnişten sonra ülkemize sığınan Dr. Cemal Abdüssettar; «R4BİA Meydanı’nda Hayat Bulan Bir Ümmet» kitabında o günlerde şahit olduğu ibret manzaralarından birkaçını şöyle anlatıyordu:

BANA HOCAMI GETİRİN!

“Râbia katliâmı günü, direnişçilerden bir genç yaralandı. İnsanlar onu kaldırıp sahra hastahânesine götürdüler. Yarası ağırdı, yaralı genç sürekli olarak;

«–Üstad Vecih! Ben Üstad Vecih’i görmek istiyorum.» diye bağırıyordu.

Sonra anlaşıldı ki; Üstad Vecih onun köylüsüdür. Yaralı genç Üstad Vecih’i görünce ona şöyle dedi:

«–Üstad ben bir telefon şirketinden üç liralık borç kontör aldım. Lütfen onu benim yerime öde!» Yaralı genç bunu söyledikten hemen sonra şehid oldu.

Vecih Sabbağ, Bahira’nın Ebûmatamir ilçesine bağlı bir köyde Arapça öğretmenidir. Genç ise 27 yaşında, hâfız Muhammed Osman idi. Bu davranışı ile genç, tüm dünyaya İslâmî terbiye ve yaşantının ne kadar mükemmel ve yüce olduğunu göstermiş oldu.”

HERKES KENDİ KADERİNİ YAŞAR!

“Allâh’ın takdiridir, merminin ne zaman, nerede ve kime isabet edeceği belli olmaz. Şu tablo gerçekten şaşırtıcı ve düşündürücüdür:

Râbia Meydanı’nın boşaltıldığı gün (büyük katliâm günü) gençlerden birisi karnından vuruluyor. Mermi karnından girip sırtından çıktıktan sonra, arkasında duran bir gencin başına isabet ediyor! Birincisi hızlı bir şekilde hayata tutunması için en yakın hastahâneye kaldırılıyor ve hayatta kalmaya devam ediyor. İkincisi ise o anda şehid oluyor.

Ne kadar garip! Dünyanın tamamı bundan ibret alsın. Allâh’ın kaderinden kurtuluş, kaçacak yer yoktur! Kişi bazen en güvenli anda tehlike, en tehlikeli anda ise güven bulur. Bazen karşı durmak selâmet, oturmak ise ölüm olur. Burada İbn-i Atâ’nın şu sözünü hatırlamak gerekir;

«Yaşayan hiçbir nefis yoktur ki kendisi için takdir edilen yoldan geçmesin.»”

NE DİYORLARSA, TAM TERSİ!

Mısır’da bunlar yaşanırken sözde demokrasi taraftarı batılı devletler neler yaptı derseniz; Avrupa Parlamentosu ve ABD darbeye «darbe» diyemedi. AP hâdisenin bir iç mesele olduğunu ve karışamayacaklarını belirtirken ABD her şeyin daha güzele gideceğine inandıklarını beyan etti. Birleşmiş Milletler ise yüzlerce kişinin katledilmesini ancak bir ay sonrasında kınayabilmiştir.

Almanların unutmak istediği bir Alman;

“İkiyüzlülük, ölen burjuva döneminin karakteristik özelliğidir.” diyerek bugünün Avrupa’sının hâlini özetliyor. Destekledikleri azınlığın burnu kanasa, demokratik alârmlar çalarken; çoğunluğa yapılan zulüm ise karışılmaması gereken bir iç mesele!.. İşte Avrupa’nın demokrasi anlayışı…

Bu bağlamda Avrupa devletlerinin son dönemde Türkiye’deki demokrasi kaygılarını düşünecek olursak;

Bayrağı haç olan İsviçre’nin, tarihlerini unutan Felemenklerin, yakın dönem hâfıza kaybı yaşadıkları belli olan Almanların, sözde demokrasi nâmına 16 Nisan referandumu için yürüttükleri «hayır» kampanyasını görünce aklımıza; Sultan Abdülhamid Han’ın; «Moskof sefîrinin sözü aksiyle doğrudur.» hikâyesi geliyor:

Abdülhamid Han, çok önemli bir karar vereceği zaman, hemen vezirini çağırır;

“–Git, Rus elçisine sor bakalım, bu meselede ne diyor?” dermiş.

Vezir gider, Rus sefirine mevzuyu anlatır ve;

“–Bu hususta ne düşünüyorsun?” diye sorarmış!..

Elbette Rus elçisi, bizim menfaatlerimizi düşünecek değil. Siyâsî incelikten de mahrum olduğu için bodoslama, «kara»ya ak, «ak»a kara diyecek!..

Vezir bu istikamette aldığı cevabı, gelip Sultan Abdülhamid Han’a anlatırmış:

Abdülhamid Han da;

“–Tamam! Elçinin dediğinin tam tersini yapın!” dermiş.

Her defasında da Rus elçisinin söylediklerinin «tam tersi» yapılır ve böylece, kararlarda «tam isabet» kaydedilirmiş!..

Takdir sizin…