ÜMMET OLMA ŞUURU

YAZAR : Nurten Selma ÇEVİKOĞLU

n_s_cevikoglu-SAYI140

Hayattaki en büyük nimet, îmandır sonra da îmanla yaşayıp îmân üzere son nefes emânetini teslim edebilme hakikatidir. Günümüz müslümanları bu gerçeği idrakten çok uzak yaşıyorlar. «İslâmî hayat» değil «yaşanan hayat» referans alınıyor. Hepimizin içinde yaşadığı hayatta; eskiden ruh dünyamıza yerleşmiş olan güzellikler ve yaşadığımız coğrafyanın kültürel birikimleri hariç, maalesef var olanların çoğu madde kültüründen ibarettir. Bunlar da neredeyse genlerimize varıncaya kadar rûhumuza öylesine girmiş ki, kısa bir sürede onlardan kurtulmak oldukça zor görünüyor.

Bugün günübirlik hayat yaşayan müslümanlar; ne üzücüdür ki, her yanlışın içerisine kolaylıkla düşebiliyorlar. Bunun yanı sıra mü’minler; hem yanlış yapıyor, hem hataya düşüyor akabinde de bunu umursamaz tavır sergiliyorlar. Aynı yanlışa aynıyla veya bir başka şekilde devam ediyorlar. Hâlbuki kul; beşerdir şaşabilir, yanlış yapılabilir, isteyerek zaten olmamalı. Müslümana yakışan, istemeden bir günah işlediğinde; dönüp tövbeye sarılmak, yüce Yaratıcı’dan af dilemek, duâ ve niyazlarla aynı hatayı bir daha işlememek için Hazret-i Allah -celle celâlühû-’dan yardım dilemektir. Ne yazık ki bu affettirme süreci yaşanmadığı için; o yanlışlar artarak ve katlanarak devam ediyor, neticede müslümanlar bir türlü iflâh olmuyor.

Oysaki Cenâb-ı Hak, bizi her an işleyebileceğimiz hatalara yönelik gaflete düşebileceğimiz endişesiyle uyarıyor:

“Ey Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra, akıllarımızı, gönüllerimizi haktan ayırma. Bize kendi katından rahmet ihsan eyle. Şüphesiz Sen, bol ihsan sahibisin.” (Âl-i İmrân, 8) demenin yolları mü’minlere mukaddes kitabımızda gösteriliyor.

Hiç şüphesiz müslüman, kendine yakışanları yapmalıdır. Mukaddes kitabının emrettiklerini terk etmemelidir. O, Kur’ân’ı terk ederse aziz ve şerefli Kur’ân da onu terk eder. Aynı zamanda müslüman, Peygamberi’nin sünnetlerine de uymalıdır ve onları yaşamalıdır. Hangi müslümana;

“–Peygamberimizi seviyor musun?” desek;

“–Bu nasıl soru? Elbette ki seviyorum. İnsan dîninin peygamberini sevmez mi?” diye bir de karşıdakini suçlarcasına soru yöneltir. Ancak bilinmelidir ki, kuru kuruya; «Seviyorum.» demek yetmez. O’nu seviyorsan devrin gerçeklerini değil Efendimiz -aleyhisselâm-’ın sünnetlerini hayatına koyacaksın güzel kardeşim. Sevginin göstergesi budur. Emin olunuz ki O -aleyhissalâtu vesselâm-’ın sünnetleri âlemşümuldur, her çağa hitap eder.

Biz yıllardır şunu bilir şunu söyleriz:

“Eğer; «Müslümanım.» diyorsan, o zaman mü’min olmanın gereklerini yerine getirmelisin. Elinden geldiğince, imkânlar ölçüsünce yanlışa kayma; kayarsan tövbe kapısı açık, pişman olarak, af dileyerek Rabbine yönel. Herkesi kardeş bil. Din kardeşinle savaşma, mücadele etme, kötüleme, gıybetini etme, arkadan kuyu kazma, tuzak kurma, hâinlik etme, tembelliğe düşme, yılgınlık gösterme! Çalış; bu necip millet için ve her şeyden aziz din için, vatan için. Tefrikaya düşme, birbirine düşmanlık etme, kardeş ol Allah için kardeş!”

Ne diyor bu hususta yüce Kur’ân:

“Allâh’a ve Rasûlü’ne itaat ediniz, Kur’ân’ı ve Sünnet’i uygulayınız, tebliğine, teşriine riâyet ediniz. Birbirinizle didişmeyiniz, çekişmeyiniz. Çekingen, korkak ve yılgın hâle gelirsiniz. Mânevî gücünüz, etkiniz ve itibarınız kaybolur. Maddî gücünüz, kuvvetiniz, devletiniz, liderliğiniz elden gider. Sabırla mücadeleye devam edin. Allah, sabrederek mücadeleye devam edenlerle beraberdir.” (el-Enfâl, 46) İşte ilâhî ölçüler… Ve işte bahsedilen yanlışlar işlendiğinden ötürü, müslümanların acınası hâlleri…

Bu ilâhî hakikatlere rağmen, müslümanlar arasındaki ayrışmışlık, parçalanmışlık, bölünmüşlük hâlleri bugün had safhadadır. Genel mânâda mezhebî farklılıklar da ayrı bir problem olarak karşımızda duruyor. Aslında daha kısa bir süre öncesine kadar, böylesi ayrılıkların çok farkında değildik. Pek tabîî bu işleri körükleyenler var, onlar için elde bol malzeme mevcut. Kendi içimizdeki ayrışmalar da cabası! Bu bölünmüşlükten kurtulmak gerekiyor. Yoksa son müslüman kalıncaya kadar birbirimizi öldürmeye devam mı edeceğiz? Elbette doğru olan; artık birbirimizi yemeyi bırakıp, tefrikayı terk edip vahdeti tesis etmektir. Ve bunun için elden ne gelirse esirgememek gerekiyor.

Zaman birlik olma zamanıdır. Birbirimizin kuyusunu kazmayı mutlaka bırakmak şarttır.

Son senelerde müslümanlar çok sayıda gruplara ayrılarak birbirlerinden uzaklaştılar. Herkes kendi grubundakilerle haşır neşir, gerisi onları ilgilendirmiyor sanki. İş böyle kalsa gene iyi; aralarına kin, nefret, zıtlaşma, kutuplaşmanın yerleşmesi ve birbirlerini iteleme, öteleme sebebiyle bir türlü mü’minler bir araya gelemiyorlar. Hele son günlerde, neredeyse çağdaşlarla birlikte müslümanlar ve cemaatler birbirlerini kötüleme yarışına girdiler sanki. Herkes ibreyi kendine çeviriyor, kendini övüyor berikileri «at çöpe» yapıyor. Bunlar asla doğru şeyler değildir.

Hâlbuki Hazret-i Kur’ân «vah­det»i emrediyor:

“Hep birlikte Allâh’ın ipine (İslâm’a, Kur’ân’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın…” (Âl-i İmrân, 103)

“Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya, Sen’in onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allâh’a kalmıştır, sonra Allah onlara yaptıklarını haber verecektir.” (el-En‘âm, 159)

“Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra, parçalanıp ihtilâf ederek ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için pek büyük bir azap vardır.” (Âl-i İmrân, 105)

Âyetler bu kadar açık ve netken; Kur’ân’da emredilen birlik ve beraberliği sağlayamıyorsak, yüce Yaratıcı’ya karşı sorumlu olmaz mıyız? Eğer; «Müslümanım.» diyorsak, Hazret-i Kur’ân’a inanıyorsak, aradaki tüm ihtilâflara rağmen mutlaka «vahdet»i sağlamalıyız. Artık durum o kadar vahim ki bu birlik ya sağlanacak ya sağlanacak. Başka çıkar yol yok.

İslâm düşmanları; müslümanların birleşmesini, dayanışma içinde olmasını asla istemiyorlar. Niye istesinler ki? Bu olmasın diye de her türlü entrikayı çeviriyorlar. Kendi aramızdaki ayrışmaları, ihtilâfları büyüterek, köpürterek aramızda fitne çıkması için olmadık numaralar çeviriyorlar. Yerli işbirlikçileriyle durum daha da vahim hâle geliyor.

Ne olursa olsun, birbirimizle geçinmeyi ve birbirimize tahammül etmeyi öğrenmeliyiz. Karşımızdakine hata yapma hakkını vermeliyiz; çünkü beşeriz şaşabiliriz, bunca pisliğin içinde kayabiliriz. Affedeceğiz, bağışlamayı bileceğiz. Yanlışlara değil, doğruları görmeye odaklanacağız. Birbirimizi hatalarıyla da olsa sevmeye çalışacağız. Aramızdaki farklılıkları; ihtilâf sebebi olarak değil, birleşmeyi gerekli kılan asıl unsurlar olarak görmeliyiz. Şunu iyi bilelim ki; ayrılarak, ayrışarak aramızdaki problemleri çözemeyiz. Bilâkis oturarak, konuşarak tabiî bunun için birbirimize tahammül ederek aramızdaki problemleri çözebiliriz. Öldürerek, yakarak, yıkarak değil. Bizim değerlerimizde yıkıcılık değil, yapıcılık esastır. Bu sebeple birbirimizin uyarıcı sözlerine kulak vermeli, aramızdaki güveni tesis etmeli, ihtilâf edilen noktaların asgarîlerinde ittifak sağlamalıyız.

Müslümanların her bir grubu, İslâm ümmet bahçesinin farklı bir çiçeğidir. Dolayısıyla hem kendi aramızda anlaşma sağlanmalı, hem de gönül birlikteliği içerisinde «ortak düşman»a karşı ittifak gerçekleştirmeliyiz. Bunun için birlik şart, «vahdet» şart. Müslümanlar olarak birbirimize üstünlük taslamadan, aramızdaki tefrikayı derinleştirmeden, -yol yakınken- artık ortak paydalarda buluşmamız gerekiyor.

Aramızdaki yanlış anlaşılmalar, birbirimizi iyi anlayamamaktan kaynaklanan ölçüsüz-seviyesiz ithamlar, sürtüşmeler-çatışmalar, mezhebî ve meşrebî farklılıklar «vahdet»i sağlamaz; tefrikayı, ihtilâfı bilâkis daha da körükler. Kendi aramızda kavga etmeyi bırakıp «ümmet şuuru» ile «ortak düşman»a doğru «ortak hedefler» çizgisinde hep beraber yönelmeli; birlikte dînin hakikati olan önce kendi hidâyetimize sonra da insanlığın hidâyetine doğru yürümeliyiz vesselâm. Aksi takdirde ismi müslüman ama kendi ve memleketi müslüman olmayanlar safına dâhil oluruz Allah -celle celâlühû- korusun.

Bu sebeple bizi birbirimize düşüren; iç ve dış zarar unsurlarına bakmadan, yolumuza devam edelim. Zira bizim yolumuz sırât-ı müstakîm olan dosdoğru yoldur. Tabiî yoldan çıkarsan, çizgiden kayarsan, ibrenden şaşarsan; bugün olduğu gibi zelil durumlara düşersin, savrulursun, üç kuruş etmez adamların elinde perişan olursun.

Aynı zamanda İslâm hakikatini işine geldiği gibi kullanma! Ucundan kıyısından, orasından burasından kırparak değil, onu bütünüyle alıp uyguladığında faydasını görürsün. İslâm’ın ferdî ve sosyal hayatta, ibâdetten siyasete, ekonomiden içtimâî münasebetlere varıncaya kadar hayatın tam içinde bulunması gerekir. Müslümanların dinleri en mükemmel din, Peygamberleri de en son peygamberdir. Böylesi mükemmelliklerin içinde bu kadar yanlış yapan mü’minler, demek ki abesle iştigaldeler. En iyinin içinde, nasıl iyi işler yapılamaz?

Evet, bugün artık müslümanlar olarak içine düştüğümüz yanlışlardan kurtulma zamanıdır…

Bugün ayrılık-gayrılık yok, küslük yok, düşmanlık yok. Kardeşlik var, yardım var, diğergâmlık var. Vatan için, millet için, bayrak için birlik olma var… Şimdi ülkene, devletine sahip çıkma zamanı. Toparlanma, bir olma, iri olma, diri olma zamanı. Biriz, beraberiz, biz hep birlikte güçlüyüz. Birlik dirliktir, ayrılık hüsrandır. Yine yeni yaşanan alçaklıkların bir daha yaşanmaması adına, devamlı teyakkuzda ve endişedeyiz. Ülkemiz yükselme ve mazlumlara sahip çıkmaya devam ettiği sürece, başımıza her zaman bir şeyler geleceği beklentisiyle uyanık olmalı, gaflete ve rehâvete düşmemeliyiz. Artık aldanmayacağız, aldatmayacağız da. Hep hakkı söyleyip, hakça yaşamalıyız. Devrin gerçeklerinden korkmamalı, adımlarımızı ona göre büyük bir tedbirle bin düşünüp bir atmalıyız.

Şimdi muhabbet zamanı, birbirimizle gönül gönüle kucaklaşma zamanı. Şimdi dîne sıkı sarılarak takvayla, sünnetle kuşanma vakti. Artık birbirimizi öldürme değil, İslâm kardeşliğini diriltme vakti. Haydi, kalk toparlan ey müslüman! Şimdi hatalara, isyanlara, günahlara tevbe etme vaktidir; ibâdetleri ihlâsla ihyâ etme vaktidir. Muhammedî ahlâkı yaşama vaktidir. Yeter artık lüzumsuzluklarla çok oyalandın, din kardeşlerini öldürmekten bîtap düştün, mü’min kardeşlerinin kuyusunu kazmaktan yılgınlığa düştün. Haydi; artık silkin kendine dön, değerlerine dön, aslına dön!

Bu hususta yüce Kur’ân sana şöyle sesleniyor:

“Bütün mü’minler muhakkak ki kardeştirler. Öyleyse kardeşler arasında sulhu, barışı sağlayın, din ve dünya işlerini, sosyal ilişkilerini düzeltin, geliştirin. Allâh’a sığının, emirlerine yapışın, günahlardan arınıp, azaptan korunun. Umulur ki, ilâhî merhamete mazhar olursunuz.” (el-Hucurât, 10)

Daha güzel ve barış dolu günlere doğru…