İBRETLİ ÇIRPINIŞIN DESTANI

YAZAR : Âdem SARAÇ

a_sarac-SAYI140

Peygamberimiz -aleyhisselâm- başta olmak üzere, İslâm ile şereflenmiş olan bütün müslümanların destansı direnişleriyle, abluka nihayet sona ermişti. Bu direnişte, akraba ve kabîle bağı ile bağlı olan müşrikler de, aynı destanın birer parçaları olmuşlardı.

Abluka sona ermişti, ama elde avuçta da hiçbir şey kalmamıştı. Hazret-i Hatice Annemiz ve Hazret-i Ebûbekir gibi zengin sahâbîler, bütün servetlerini bitirmişlerdi. Kısmen yağmalanmış, birçok yönüyle de vîrâneye dönmüş evlerini tekrar düzene koymak, öyle kolay değildi.1

Bunca sıkıntılara rağmen; birlikte hareket ederek, birbirlerine tutunarak, neleri ne kadar kaldıysa, onları da aralarında paylaşarak, hayata yeniden tutunmaya, yokluk ortamında varlıklarını ortaya koymaya çalışmaları görülmeye değerdi.

Ama burası dünyaydı ve dünya da imtihan yeriydi! İmtihanların biri biter, diğeri başlardı! Boykotun dayanılmaz izleri silinmek üzereyken, Rasûlullah -aleyhisselâm- başta olmak üzere, sahâbîler için son derece üzücü ve dayanılması zor olaylar peş peşe geldi…

Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın amcalarından biri olan Ebû Tâlib Amca; îmân etmemesine rağmen Risâlet’in her aşamasında, en zor günlerinde bile yeğenini korumuş, O’na hep destek olmuş, Mekke eşrafının zorbalıkları karşısında yeğenine koruyucu bir kalkan görevi üstlenmişti.

Ebû Tâlib, müşriklerin kendi dinlerinden ve kendi meclislerinin önemli üyelerinden birisiydi. Bu sebeple onu aşıp müdahale edemiyorlardı. Ona müdahaleleri Mekke’deki toplum yapısını, siyasî dengeyi altüst ederdi. Bir türlü Ebû Tâlib’i hesaba katmazlık edememişlerdi.

Ebû Tâlib Amca, boykotun son bulmasından kısa bir süre sonra hastalandı. Hastalığı ağırdı. Bunca sıkıntılara rağmen, tek düşüncesi sevgili amcasının îmân etmesi ve ölümü bir mü’min olarak karşılaması olan Rasûlullah -aleyhisselâm-; sürekli tekrarladığı gibi, yine sevgi ve şefkatle sevgili amcasına sokuldu:

–Ey Amcam! Lâ İlâhe illâllah Muhammedün Rasûlullah diyerek, îmân ile ikrar et ki, yarın Allah katında sana şahit ve şefaatçi olayım!2

–Ey sevgili yeğenim! Sen’i sevindirmek için öyle söylemek isterdim! Fakat ben ardımdan kimsenin; «Ölümden korktu da atalarının dînini terk etti!» demelerini istemiyorum!

Rasûlullah -aleyhisselâm-; amcasının kurtulması için elinden geleni yapıyor, amcası da şirkte ısrar ediyor, bu böyle sürüp gidiyordu…

Ebû Tâlib’in hastalığının ağırlaştığını ve onun bu hastalıktan öleceğini anlayan Mekke önde gelenleri, hemen gidip başına toplandı. Rasûlullah ile Mekke eşrafı, Ebû Tâlib vesilesiyle yine bir araya gelmiş oldular.

Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın, Ebû Tâlib’e yine İslâm’ı telkin ettiğini gören müşrikler telâşlandılar. Bunlar içinde Ebû Cehil ile Abdullah bin Ebû Ümeyye hemen müdahale ettiler:

–Ey Ebû Tâlib! Ne oluyor böyle, atalarının dînini mi terk edeceksin yoksa? Sakın bunu yapma! Şerefini ayakaltına düşürme!

Rasûlullah -aleyhisselâm- sevgili amcasının İslâm üzere ölmesi için gayret gösterirken, diğer yandan nasipsiz ve hâin müşrikler, onun şirk üzere ölmesi için diretip duruyorlardı! Bu da böyle sürüp gidiyordu.

Kendileri nasipsiz oldukları yetmiyormuş gibi, nasiplilerin nasiplerini ellerinden almak için, sürekli yeni tuzaklar kuran müşrik önde gelenleri de boş durmuyorlardı.

Yine bir gün Utbe bin Rebîa, Şeybe bin Rebîa, Ebû Cehil Amr bin Hişâm, Ümeyye bin Halef, Ebû Süfyân Sahr bin Harb, Abdullah bin Ebû Ümeyye ve Kureyş eşrafından daha bazı önde gelenler, ölüm döşeğindeki Ebû Tâlib’in yanına geldiler. Daha geçmiş olsun bile demeden, hemen arsız isteklerini dayattılar:

–Ey Ebû Tâlib! Biliyor ve görüyorsun ki, sen bizdensin! Gördüğün gibi, ölüm döşeğine de düşmüş, ölüme yaklaşmış bulunuyorsun! Biz senin ansızın ölüvereceğinden korkuyoruz! Bizim aramızla kardeşinin oğlu arasındaki durumu pekâlâ biliyorsun. Kendisini çağır! Bizden O’nun için alacağın sözü al! O’ndan da bizim için alacağın sözü al da, O artık bizimle uğraşmaktan vazgeçsin! Biz de O’nunla uğraşmaktan vazgeçelim! O, bizimle ve dînimizle uğraşmayı bıraksın! Biz de, O’nunla ve O’nun dîni ile uğraşmayı bırakalım!

Nasipsiz müşriklerin bu nasipsiz istekleri karşısında Ebû Tâlib de, daha yanından yeni ayrılmış olan yeğenine haber saldı. Peygamberimiz -aleyhisselâm-, sevgili amcasının İslâm’a girme arzusunda olduğu ümidiyle, hemen yanına geldi. Amcasının yanındaki müşrik önde gelenlerini görünce, ayrı bir arzu ve ümide daha kapıldı. O, herkesin îmân edip kurtulmalarını çok istiyordu. Ebû Tâlib Amca zoraki de olsa, konuşmaya başladı:

–Ey kardeşimin oğlu! Bunlar Sen’in kavminin eşrafıdırlar! Sana söz vermek ve Sen’den de söz almak için toplanıp gelmişlerdir. Ey kardeşimin oğlu! Sen’in kavminden istediğin nedir?

Peygamberimiz -aleyhisselâm- artan bir ümitle cevap verdi:

–Ey amcam! Ben onların bir tek kelimeyi söylemelerini istiyorum!3

Rasûlullah teklifini ısrarla tekrarladı. Eşraf ise her defasında müdahale edip Ebû Tâlib’in şirk üzere kalmasını sağlamaya çalıştı. Böylelikle iki taraf arasında bir çekişme yaşanmaya başlandı. Ebû Tâlib tartışmayı kesmelerini istedi. Sonra da sevgili yeğenine döndü:

–Ey sevgili yeğenim! Sen’in güvenilir olduğunu biliyorum. Yalan konuşmadığını da biliyorum. Sadece ben değil, bunu bütün herkes biliyor. Ancak; «Ölüm yaklaştı da korktu, kalbi yumuşadı, ısrara dayanamayıp yeğenine uydu!» denilmesini istemiyorum! Ben atalarımın dîni üzerine ölüyorum! Kimse bana ölümden korktu da dînini değiştirdi demesin!

Rasûlullah -aleyhisselâm-; sevgili amcası âhiret âlemine îmansız gitmesin diye, büyük bir şefkatin yanında, yine büyük bir gayretle îman telkininde bulunuyordu. O’nun karşısında, müşrikler de şirk üzere ölmesi için diretiyorlardı. Dolayısıyla müşrikler bir yandan Rasûlullâh’ı itip kakıyorlar, bir yandan da O’ndan şikâyetçi olduklarını söyleyip duruyorlardı. İş büyüyünce Ebû Tâlib yine araya girdi:

–Ey sevgili yeğenim! İşte, kavminin önde gelenleri burada! Ne istediğini bir de bunların yanında söyle ki, aranızı uzlaştırarak öleyim!

–Ey sevgili amcam! Sen başta olmak üzere, hepinizin bir tek sözü kabul edip, bunu ikrar ile söylemenizi istiyorum!4

Bir tek söz deyince, dayanamayan Ebû Cehil hemen atıldı:

–Bir tek söz mü? Tamam, söyleriz! Yeter ki bu dâvâyı terk et!

Ebû Tâlib Amca da ümitlendi. Zoraki konuşsa da, bu işi tatlıya bağlamak istiyordu:

–Nedir o bir tek söz ey sevgili yeğenim? Sen onu bize söyle de, biz onu bir tek yerine on defa söyleyelim!

–Lâ İlâhe illâllah Muhammedün Rasûlullah!5

Rasûlullah -aleyhisselâm- böyle söyleyince, nasipsiz müşrikler fena hâlde öfkelenip homurdanmaya başladılar:

–Bir tek ilâh mı? Böyle bir sözü hiç kimseden işitmedik! Ey Muhammed (sallâllâhu aleyhi ve sellem)! Sen bunca ilâhları bir tek ilâh mı yapmak istiyorsun? Sen’in işin şaşılacak şey doğrusu!

Böyle çıkışmaları yetmiyormuş gibi, yine ileri geri konuşup homurdanarak, öfkeli bir şekilde çıkıp gittiler.

Bu duruma çok üzülen Ebû Tâlib Amca, sevgili yeğeninin de çok üzüldüğünü görünce, O’nu teselli etmek istedi:

–Ey kardeşimin oğlu! Ben Sen’in haktan başka bir şey istemediğini ve söylemediğini başından beri görüyor ve biliyorum!

Sevgili amcasının ölüm döşeğinde bile, böylesine bir gayretini gören Rasûlullah -aleyhisselâm-, onun da müslüman olacağını düşünüp, aynı davetini sürdürdü:

–Ey sevgili amcam! Lâ İlâhe illâllah Muhammedün Rasûlullah deyiver!6

O anda içeri dalan nasipsiz Abdullah bin Ebû Ümeyye, yine zehrini kustu:

–Ey Ebû Tâlib! Sen atalarının dîninden yüz mü çevireceksin!

–Lâ İlâhe illâllah Muhammedün Rasûlullah deyiver ey sevgili amcam!

–Hayır, ey Ebû Tâlib! Atalarının dîni üzere!

Peygamberimiz -aleyhisselâm-; sevgili amcasına kelime-i tevhîdi teklif ettikçe, Abdullah bin Ebû Ümeyye, şirk sözlerini tekrarlayıp durdu. Bu arada can çekişmekte olan Ebû Tâlib’in onlara son sözü zoraki duyuldu:

–Ben, atalarımın dîni üzereyim!

–Lâ İlâhe illâllah Muhammedün Rasûlullah!

–Atalarımın dîni!..

Rasûlullah -aleyhisselâm-; sevgili amcasının İslâm üzere son nefesini vermesi için çırpındıkça, Abdullah bin Ebû Ümeyye başta olmak üzere, müşrikler de şirk üzere ölmesi için çırpındılar. İbretli çırpınışın destanı yazılıyordu âdeta.

Sevgili yeğenine çok düşkün olup, O’nu çok seven ve O’nun asla yalan söylemeyeceğini de çok iyi bilen amca, bunca şeyi görüp bilmesine rağmen, îman şerefine eremedi. Rasûlullah -aleyhisselâm- gözyaşları mübârek sakallarını ıslatırken, şöyle buyurdu:

–Ey Amcam! Vallâhi, ben de, yüce Allah tarafından men olununcaya kadar, senin için muhakkak istiğfarda bulunmaya ve bağışlanmanı dilemeye devam edeceğim!7

Ebû Tâlib, nübüvvetin onuncu yılında (9. yılın sonu), ablukadan çıktıktan sonra, Medine’ye hicretten üç yıl önce, Şevvâl ayının ortasında vefat etti, (Aralık 620). Vefat ettiği zaman, yaşı sekseni aşmış; seksen yediyi, doksanı bulmuştu.

Mekke’nin lideri durumundaki Ebû Tâlib’in vefatı ile ciddî bir boşluk oluştu. Hısım ve akrabaları içinde, onun yerlerini dolduracak kimse çıkmamıştı.

Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın hayatını dikkatle inceleyenler; Ebû Tâlib Amca’nın, sevgili yeğenine gösterdiği şefkati, hiçbir babanın kendi evlâdına bile göstermeyeceğini görürler. Ebû Tâlib, yeğeninin davetine icâbet etmemiş olduğu hâlde, yine de O’na şefkat göstermiş ve O’nu himaye etmişti. Bilindiği gibi o, müşriklerin hakaret ve kınamalarından çekindiği için Rasûlullâh’ın çağrısına cevap vermemiştir. Biz bilemeyiz tabiî, ama belki de Ebû Tâlib Amca, Peygamberimiz’e ve O’nunla birlikte îmân edenlere yapılan eziyetleri hafifletmek için kavminin eski dîninde görünmeyi uygun bulmuştu! Görünürde müşriklerin dîninde idi, ama gerçekte müslüman olup olmadığını ancak yüce Allah bilir. Kalplerde gizli olan şeyleri bilmeye gücümüz yetmediği için, onun mü’min mi, yoksa müşrik mi olduğunu bilemiyoruz. Fakat görünüşte o, îmâna davet edilmiş, ama icâbet etmemiştir.

Sevgili amcasının ölümü üzerine Rasûlullah -aleyhisselâm-;

“–Ey Amcam! Vallâhi, ben de, yüce Allah tarafından men olununcaya kadar, senin için muhakkak istiğfarda bulunmaya ve bağışlanmanı dilemeye devam edeceğim.” buyurmuş, bir süre ardından duâ ve istiğfar etmişti. Fakat daha sonra inen âyette şöyle buyuruldu:

“Gerçekten, Sen her istediğini hidâyete erdiremezsin. Fakat Allah’tır ki; kimi dilerse, ona hidâyet verir ve O, hidâyete erecekleri daha iyi bilendir!”8

Bundan sonra Peygamberimiz -aleyhisselâm- da, amcası için duâ ile istiğfarda bulunmayı bıraktı. Peygamber Efendimiz’in duâ ve istiğfarına nâil olmak için, müslüman olmak en temel şarttı çünkü!

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-

__________________________________

1 İbn-i İshâk – İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 2, s. 58-59.

2 İbn-i Seyyidü’n-Nâs, Uyûnü’l-Eser fî Fünûni’l-Megāzî ve’s-Siyer, c. 1, s. 130-132.

3 Ebû’l-Fidâ İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 3, s. 123-124.

4 Beyhakî, Delâîlü’n-Nübüvve, c. 2, s. 342-346.

5 İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 1, s. 122-123.

6 Taberî, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk, c. 2, s. 219-220.

7 Zehebî, Târîhu’l-İslâm, s. 230-236.

8 Kur’ân-ı Kerîm, Kasas, 28/56; Vâhidî, Esbâbü’n-Nüzûl, s. 228.