BAYRAM BUYMUŞ!

YAZAR : Abdullah SADE

a_sade-SAYI140

Bayram sabahıydı.

Erken kalktım. Vakitlice namaza gittim.

Heyecanlıydım.

İlk defa bu sene kurban kestirecektim.

Bir Gönül Derneği’nin Aziz Bayraktar Kur’ân Kursu’ndaki kurban organizesine yazılmıştım.

Kursun ormanla iç içe avlusunda;

Talebeler, hocalar, veliler, kasaplar ve kurban sahipleri ile birlikte edâ ettiğimiz bayram namazı, beni aldı tâ çok çok öncelere, çok eski zamanlara götürdü. Sanki o günlerde yaşamışım gibi hissettim Hazret-i İbrahim ve Hazret-i İsmail kıssasını. Hele vaazda geçen;

“Kurbân olanın boynunu kesmez hançer!” ifadesi kalbime işledi.

Gerçek teslîmiyet ne muazzam bir sır imiş!

Hem ne yüce bir hakikat imiş ki, asırlardır insanlığa hediye edilmiş bir bayram olarak icrâ ediliyor. İki peygamberin sonsuz teslîmiyet ve sadâkatleri sayesinde kazandıkları ilâhî imtihan demek ki ne kadar büyük ve ne kadar kıymetli ki, tam Hazret-i İsmail’in boğazına çekildiği an bıçağa Allah emrediyor:

‒Kesme!

O da kesmiyor.

Sonra yüce Mevlâ bir kurbanlık koç gönderiyor. O da, teslîmiyetin bir başka sırrını gerçekleştiriyor.

Kim bilir bunda daha nice hikmetler var.

a_sade_2-SAYI140-1

Zihnim bu mânidar düşüncelerle yoğunlaşmış vaziyette iken gür sesli beş kişilik bir ekip kurban kesme tekbirlerine başladı:

Allâhu ekber Allâhu ekber!..
Lâ ilâhe illâllâhu vallâhu ekber!..
Allâhu ekber ve lillâhi’l-hamd!..

Baktım;

Kocaman bir kurbanlık, bizim yerimize boynunu bükmüştü. Kasabın;

“Bismillâhi Allâhu ekber!” ifadesiyle vazife tamam oldu.

Mânevî bir atmosfer kapladı ortalığı. O atmosferin içinde yaratılışının icabını yerine getirmiş olan kurbanlık, tamamen sükûnete bürünmüştü, fakat sanki bana hâl lisanıyla şöyle demekteydi:

‒Ey insanoğlu! Ben senin yerine bıçağa boynumu uzattım ve kurban oldum. Ya sen? Hazret-i İsmail misali Cenâb-ı Hakk’a canınla ve malınla, yani her şeyinle teslim olabildin mi?

İçim titredi. Hemen Allâh’a ilticâ ettim:

‒Yâ Rabbî, o teslîmiyete nâil eyle!

Tabiî bu teslîmiyet, dille olacak bir şey değildi. Önce takvâ gerekliydi. Zaten kurban vesilesiyle de Allâh’a bizden ulaşan tek husus, takvâ değil miydi?

Sonra?

Paylaşmak. Bizde olanları olmayanlarla paylaşmak. Beni, zaten buraya getiren duygu bu olmuştu. Birileri ne kadar kasıtlı istismarlar ile baltalamak isteseler de, Allah katında en makbul ibâdetler arasında;

‒İyilik yapmak,

‒İnsanların arasını düzeltmek, çok mühimdi.

Çünkü Allah açıkça buyurmuş:

“…Kim bunları sırf Allâh’ın rızâsını kazanmak için yaparsa, biz ona büyük bir mükâfat vereceğiz.” (en-Nisa, 114)

Ashâb-ı kiram da Peygamber Efendimiz’e sormuş:

“–Müslümanın hangi ameli daha hayırlıdır?”

O da buyurmuş ki:

“–Yemek yedirmen ve tanıdığın tanımadığın herkese selâm vermen…” (Buhârî, Îmân, 6, 20)

Hepsi ne kadar mânidar.

İşte bugün bütün bunların ince ince güzelliklerine şahitlik ettim. Daha önce hiç olmadığı kadar gerçek bayramı seyrettim burada. Talebeler cıvıl cıvıldı. Nasıl da içten ikram ediyorlardı mütebessim yüzlerle. Kurban kesenlerin kursa bıraktığı etlerden derhal nezih poşetler içinde civardaki Suriyeli muhacir ailelere de ikram edilmesi, mü’min kardeşliği bakımından ayrı bir duygu yaşattı bana. Düşündüm;

Güzel ve şuurlu bir kalabalık, bir aradaydık. Çok mânâlı bir manzara oluşturmuştuk hep birlikte:

Selâmlar vardı. Tekbirler vardı. Kardeşlik vardı. Temizlik ve tertip vardı. İkramlar vardı. Gariplerle ve muhacir kardeşlerle paylaşmak vardı. Yani hep birlikte ibâdet güzelliğinde bir bayramlaşmak vardı. Her şey, heyecan ve şevkle yaşanarak vardı burada. Bir ara insanların konuşmalarını dinledim. Memnuniyet doluydu:

‒Kurban hizmeti işte böyle olmalı!

‒Yıllardır bu kadar huzurlu bir kurban yaşamamıştım.

‒Ne kadar güzel bir sükûnet içinde ibâdetimizi îfâ ettik, çok şükür!

‒Bizim ulaşamadığımız muhacirlerle de etimizi paylaşmak, gönlümü ferahlattı. Hamd olsun!

Hattâ o esnada sorumlulardan bir anekdot duydum ki, ciğerime işledi ve gözlerim yaşardı. Kurban öncesi bir kadıncağız gelmiş ve demiş ki:

‒Benim eşim vefat etti, onun niyetine kurban kessem olur mu?

Bir fıkıhçıya danışıp olur denilmiş. Sonra kayıt işlemleri yapılmış, vekâleti alınmış. Kayıttaki şahıs, onun nemli bakışları dolayısıyla da merak edip sormuş:

–Ablacığım hayırdır, niçin eşinizin niyetine?

Bunun üzerine açıklamış:

–15 Temmuz hâdisesinde gişelerde tankın üzerine motosikletini süren o adam var ya, o benim kocamdı. Cesaretle tankların üzerine gitti ve şehid oldu. O şehid olmadan önce kurban için birikim yapıyorduk. Ama kurbandan önce şehid oldu. Ben de birikimlerimizi tamamlayıp buraya getirdim. İstedim ki eşimin niyeti yerine gelsin. Kurban eti de, hâfız talebelere ve ihtiyaç sahiplerine nasib olsun.

Sorumlu merakla tekrar sormuş:

–Ablacığım, yanlış anlamazsanız, bu sadece eşinizin niyetine dediniz, peki ya kendiniz?

Kadıncağız demiş ki:

–İnşallah devlet bizi şehid aileleri olarak hacca götürecek. Kendi kurbanımı da nasip olursa, orada keseceğim.

İşte sözün bittiği yer!

Kurban oluşun sırrı hususunda bu son gerçek, burada yaşadığım kurban bayramı atmosferine başka bir pencere daha açtı benim için. O şehidin ve bütün şehidlerimizin ruhlarına Fâtihalar okudum. Elbette;

O gerçek kurbanların sayesinde tarihten beri bu memleket bizimdi. Bir daha;

“–Elhamdülillâh!” dedim.

Eve dönerken mırıldanıyordum:

–Bayram buymuş!