Şanlı Mâzimizden Seçme Nükteler

YAZAR : Abdullah Mesud HIDIR mahidir@gmail.com

mesud_hidir_yuzakidergisi_temmuz2016
ŞÜPHESİ OLMAZ
Kelâm, felsefe ve tefsir âlimi Fahreddin er-Râzî, 6 Şubat 1149’da Rey’de doğdu. İlk derslerini babasından ve devrin meşhur hocalarından aldı. Belli bir seviyeye geldikten sonra Harezm’e Mûtezilîlerle tartışmaya gitti. Ardından Buhârâ, Semerkand ve Gazne’de bulundu. Sonra Herat’a yerleşen er-Râzî, hayatının geri kalan kısmını Herat’ta geçirdi. Burada bir yandan eserlerini te’lif ederken öte yandan talebe yetiştirdi. Bilhassa çok geniş bir eser olan tefsiri ile meşhurdur.
Bâtıniyye’ye yönelttiği tenkitlerden rahatsız olan bir Bâtınî, derslerini gizlice takip ederek yaptığı tenkitlerin ardından kendisine bıçağını gösterip onu ölümle tehdit etti. Bunun üzerine er-Râzî eleştirilerini ânîden kesti. Sebebini soran öğrencilerine;
“Bâtınîlerin burhân-ı kātı‘ları (kesip atan delilleri) vardır.” cevabını vermesi onun nüktedanlığına misal teşkil eder.
Fahreddin Râzî, 29 Mart 1210 Herat’ta vefat etti. Kabri Herat yakınlarındaki Muzdâhân köyü civarındadır.
***
Fahreddin Râzî; Herat civarındaki bozuk inançlarla mücadele etmek için Herat’a geldiğinde, halkın farklı kesimleri akın akın ziyaretine gelmiş, alâka göstermişlerdi. Ama ziyarete gelmeyen birisi vardı. Halktan bir zengin, bir gün Fahreddin Râzî Hazretleri’ni bahçesinde yemeğe davet etti. Maksadı; ziyaretine gelmeyen zâtı da orada bulundurup, görüşmelerini sağlayarak varsa yanlış anlamayı izâle etmekti. Fahreddin Râzî Hazretleri, yemekte karşılaştığı ziyaretine gelmeyen zâta;
“–Niçin bizi ziyarete gelmediniz?” diye sordu. O zât:
“–Sen; «Müslümanların benim ziyaretime gelmeleri vâciptir.» diyormuşsun. Neden senin ziyaretine gelmek vâcip olsun?”
“–Ben ilim ehli biriyim. Benim ziyaretime gelenler aslında benim değil, ilmin ziyaretine gelmiş olurlar. Mücadelemde bana yardımcı olmuş, beni desteklemiş sayılırlar.”
“–Öyle ise anlat bakalım… İlmin hedefi Allâh’ı bilmek olduğuna göre, nasıl biliyorsun Hazret-i Mevlâ’yı?
“–Yüz delil ve burhan ile…”
“–Peki, burhan ve delil, şüpheleri gidermek için değil midir? Demek sende bu kadar şüphe varmış ki her birine delil aramış; ancak bu delillerle şüpheni gidermişsin. Hâlbuki Allah Zü’l-Celâl bana öyle bir îman verdi ki; şüphenin zerresi bile kalbimde yoktur. Olmayan şeyi gidermek için ne diye delil ve burhan arayayım?” Bu cevaptan çok etkilenen Fahreddin Râzî Hazretleri;
“–Uzatın elinizi öpeyim. Siz sıradan biri değil; bir îman ve ihlâs nümûnesi, bir mâneviyat sultanısınız.” der.
Bu zâtın Necmeddîn-i Kübrâ Hazretleri olduğunu öğrenen Fahreddîn-i Râzî Hazretleri ona talebe olmayı şeref bilir.

mesud_hidir_yuzakidergisi_temmuz2016ATIŞMADA HÂLET GĀLİB
Türk şair Şeyh Gālib 1757’de İstanbul’da doğdu. Asıl adı Mehmed Es‘ad’dır. İlk eğitimini babasından aldı. Galata Mevlevîhânesi şeyhi Hüseyin Efendi’den istifade etti. Arapçayı Hamdi Efendi’den, Farsçayı Hoca Neş’et Efendi’den öğrendi. Neş’et Efendi kendisine «Es‘ad» mahlâsını verdiyse de dönemin Es‘ad isimli şairleriyle karıştırılmaması için daha sonra «Gālib» mahlâsını kullandı.
Bir müddet Dîvân-ı Hümâyun Kalemi’nde çalıştı. Daha sonra Konya’ya gidip Mevlânâ Dergâhı’nda çileye girdi. Şeyh Gālib çilesini, 1787’de Yenikapı Mevlevîhânesi’nde tamamlayarak «dede» oldu.
Şeyh Gālib, 4 Ocak 1799 tarihinde vefat etti. Kabri, Beyoğlu ilçesinde bugün Dîvan Edebiyatı Müzesi olarak faaliyet gösteren Galata Mevlevîhânesi bahçesindedir.
***
Hâlet Efendi ile Şeyh Gālib birlikte yürürken, bir sürü köpeğin kendi aralarında hırlaştıklarını görürler. Şeyh Gālib iğnelemek maksadıyla;
“–Bu ne hâlet?” der. Hâlet Efendi ise cevaben;
“–Bilmem acaba hangisi gālib?” diyerek bahsi kapatır.

 

mesud_hidir_yuzakidergisi_temmuz2016«DERYÂDAN DA GEÇEMEM KARADAN DA»
Kaptan-ı deryâ Barbaros Hayreddin Paşa, Osmanlı denizciliğini zirveye ulaştırmış meşhur Türk denizcisidir. Onun himayesinde yetişen denizciler ve teşkilâtlı tersane sayesinde Osmanlı denizciliği zamanının yegânesi oldu.
Barbaros, 1534’te kaptan-ı deryâlığa tayin edildi. Barbaros kaptanpaşalığa getirildikten sonra İspanyolların öncülük ettiği Avrupa ittifakını yenip Akdeniz’de Türk üstünlüğünü kurdu.
Preveze Zaferi’yle Doğu Akdeniz’den sonra Orta Akdeniz’de de Türk üstünlüğü sağlanmış oldu.
Barbaros Hayreddin Paşa, 5 Temmuz 1546 tarihinde kısa bir hastalıktan sonra vefat etti. Kabri, Beşiktaş’ta yaptırdığı medresenin yanındaki türbededir. Ölümüne; «Mâte reîsü’l-bahr» «Denizin reisi öldü» sözü tarih düşürülmüştür.
***
Sarayın bahçesinde Kanunî Sultan Süleyman ve Barbaros Hayreddin Paşa gezintideydiler. Kanunî sordu:
“–Paşa, seni pek iyi görmüyorum. Canını sıkan bir şey mi oldu?”
“–Allâh’a hamd olsun, sayenizde sıkıntılarımız ortadan kalktı padişahım. Şu anki derdimiz deryâya olan hasretimizden ileri gelir. Başka bir derdimiz yoktur.”
“–Kaç gündür denizlerden ayrısın?”
“–Bir aydır sultanım.”
“–Kaptan-ı deryâ olduğun için denizlere hasretsin…”
“–Padişahım; karadayken denizi, denizdeyken karayı özlüyorum. Çünkü denizde kendimi, karada sizleri buluyorum.” Bu cevap Kanunî’yi memnun etti ve hemen deryâlara açılmasına müsaade etti.
***
1543 yılında Barbaros Hayreddin Paşa, Fransızlarla beraber Niş’e saldırmıştı. Muharebenin en şiddetli ânında Fransızlar, Barbaros’a müracaat ederek barutlarının bittiğini bildirdiler ve Barbaros’tan barut istediler. Barbaros bir anda celâllenip yanındaki Dük Dankiyen’e şöyle kükredi:
“İstanbul’da iken devletiniz savaşa hazır olduğunu söylemişti. Ne güzel muhariplersiniz!?. Gemilerinizi şarap fıçılarıyla doldurup barutu unutuyorsunuz.”

 

mesud_hidir_4_yuzakidergisi_temmu7z2016MECBURÎ FİRAR
Asıl adı Mehmed olan Türk şair Seyrânî, 1800’de Kayseri’nin Develi ilçesinde doğdu. İlk derslerini imam olan babasından aldıktan sonra, Halâsiye Medresesi’ne devam etti.
On beş yaşlarındayken; babasının hasta olduğu bir gün, sabah namazı için camiyi açmaya giden Seyrânî, cami kapısının açık olduğunu, kandillerin yandığını, camide tanımadığı güzel yüzlü insanların bulunduğunu görmüş, onlarla namaz kılmış, namaz bittikten sonra onlarla beraber camiden çıkmıştır. Bu kişilerle birlikte Elbiz bağlarına gitmişler, mevsimin kış olmasına rağmen bağda üzüm yemişler, oradan Bağdat’a giderek İmâm-ı Âzam’ı ziyaret edip Elbiz bağlarına dönmüşlerdir. Bir hafta sonra bağda baygın durumda bulunan Mehmed, «Seyrânî» mahlâsını alarak saz çalmaya ve şiir söylemeye başladı. (Özdamarlar, I/6 [1978], s. 1)
Seyrânî İstanbul’a II. Mahmud veya Sultan Abdülmecid’in saltanatı yıllarında gitti. İstanbul’da kaldığı süre içinde Köprülü Medresesi’nde tahsil gördü, hat sanatı ve nakkaşlık öğrendi.
1866 yılında Develi’de vefat eden Seyrânî’nin kabri Develi’dedir.
***
Bir rivâyete göre Seyrânî’nin İstanbul’dan kaçışı şöyledir:
Dolmabahçe Sarayı yeni yapılmaktadır. Seyrânî boşa giden masraflara bakarak saray düzenine ve bozuk düzene sürekli eleştirilerde bulunur. Bu yüzden sürekli saray tarafından tenkitler alır. Yapılan bir yarışmada birinci olur ve mükâfat için saraya padişah huzûruna çağırılır ve kendisine bir kürk hediye edilir. Saray çıkışında yolda gördüğü soğuktan titreyen bir garibe kürkü hediye eder. Bunu görenler; «padişaha hakaret etti» diye şikâyet ederler ve sürgün edilmesini isterler. Bunun üzerine huzûra çağırılan Seyrânî;
“–Beni, Hakk’ın mekânından özge bir mekân bulmak mümkün ise bul gönder!” der.
Bu söz padişahın çok hoşuna gider ve affeder. Ama düzen hep tersine gitmeye, Seyrânî de eleştirilerine devam eder. Artık Seyrânî için ölüm fermanı çıktı, çıkacaktır. Develili bir hemşerisi tarafından gizlice bir gece Develi’ye kaçırılır.